1 Ocak 2008 Salı

TÜRKİYE'DE ŞU ANDA NÜKLEER SANTRAL YAPIMINA NEDEN KARŞIYIM:

Atom Enerjisinin Dünya Ölçeğindeki Gelişimi: Şu anda dünyada 434 reaktör işletme, 36 reaktör ise inşa halinde bulunmaktadır(Mayıs 1999'daki duruma göre). Batı Avrupa'da ve ABD'de planlanan veya inşa halinde olan tek bir reaktör bulunmamaktadır. Almanya'da toplam 19 reaktör işletme halindedir. Son reaktör 1989'da şebekeye bağlanmıştır. O zamandan bu yana, yeni reaktör kurmak konusunda herhangi bir somut plan duyulmamıştır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın bu enerjinin dünyadaki gelişimi konusunda başlangıçtaki öngörüsüne bir bakalım. 1974'te bu kurum, 2000 yılında yaklaşık 4.500 GW kurulu güç öngörüyordu. Bu öngörüler her geçen yıl biraz daha aşağıya çekilerek düzeltildi. 1986'da öngörülen kurulu güç artık sadece 500 GW'a düşmüştü. Gerçekte ise, günümüzde dünyada sadece 353 GW'lık bir güç kuruldu. Yani 60'lı ve 70'li yıllarda umulandan, çok daha az bir bölümü… Özellikle şebekeye bağlı 106 reaktörü olan ABD'de, 1973'ten bu yana yeni atom reaktörü yapılmamıştır. Almanya'da en son inşa edilen Neckar 2 reaktörünün yapımına 1982'de başlandı, 1989'da işletmeye alındı. Bu reaktör başlangıçta planlandığı gibi 1 milyar marka değil, 5 milyar marka mal oldu. Büyük fiyat artışları bu reaktörün Almanya'da kurulan ilk reaktörden beş kat daha pahalıya mal olmasına neden oldu. Bu nedenle eski santrallerden elde edilen elektrik ucuzken, yenileri çok yüksek elektrik maliyetleri getirmektedir. Almanya'nın atom enerjisi kullanmaya son vermesi için sekiz önemli neden vardır. Bu nedenlerden her birini ayrıntılı olarak ele almak istiyorum. 1-Uranyum madenciliği ve uranyum yatakları Rezervlerin Durumu: Atom enerjisi üreticileri, bugün dünyadaki hazır rezervlerin 40-50 yıl kadar dayanacağını hesaplıyor. Ancak bu varsayımda esas alınan, uranyum madenciliğinin bugünkü maliyetleri değildir. Eğer bugünkü maliyetleri temel alacak olursak, dünyada belki de sadece 12 yıllık hazır rezerv bulunduğu söylenebilir. 40-50 yıl yetecek rezervlerden, ancak uranyum madenciliğinde altı kat maliyet artışı hesaba katacak olursak, söz edilebilir. Eğer Türkiye'de gelecekteki enerji ihtiyacının karşılanması için altı reaktör planlandığını varsayacak olursak, her yıl yaklaşık 900 ton gerekli olacaktır. Türkiye'nin de henüz kullanılmamış uranyum rezervleri mevcuttur. Bu rezervlerin hemen hemen 9.000 ton civarında olduğu tahmin edilmektedir; yani Türkiye kendi altı reaktörünü çalıştırmak için 10-12 sene uranyum madeni işletebilecektir. Ancak reaktör ömrünün 40-50 yıl olarak hedeflendiği düşünülürse, bu miktarın çok yetersiz kalacağı anlaşılmaktadır. Türkiye kısa bir süre sonra, uranyumun 10-20 yıl içinde oldukça kıt ve pahalı hale geleceği dünya pazarına çıkmak zorunda kalacaktır. Uranyum madenciliğinin kendisine gelelim: Daha önce de belirtildiği gibi, dünyada mevcut yataklar sınırlıdır. Bu nedenle hatırı sayılır anlamda maden içeren yataklara yönelinmektedir. Dünyadaki en zengin yataklar, toplam rezervlerin %20'sini barındıran Avustralya'dadır. Bu rezervlerin bir bölümü, tam da Kakadu Milli Parkı'nda bulunmaktadır. Bu park birinci sınıf bir doğal dünya mirasıdır ve Avustralya'nın yerlileri olan Aboriginie'lerin çekildiği son yaşama alanlarından biridir. Avustralya'da bu eşsiz doğal kaynakların ve Aboriginie'lerin son yaşama alanlarının tahrip edilmesine karşı sert ve güçlü bir direniş yükselmektedir. 2-Yakıt elemanlarının üretimi Yakıt elemanlarını üretimi basit değildir. Yeraltından çıkarılan uranyumu, reaktörde kullanılabilecek şekilde hazırlamak için bir çok fabrikadan oluşan bir zincir gereklidir. Uranyum, enerji yoğun ve aynı zamanda karbondioksit emisyonuna neden olan yüksek oranda fosil enerjinin kullanıldığı bir dizi fabrikada işlenerek yakıt elemanı haline getirilir. Üretimin çeşitli halkaları çoğunlukla uzun transfer yollarıyla birbirine bağlanmıştır. Tehlikeli yük, özellikle gemilerde dünyanın çeşitli bölgelerine, örneğin Rusya'dan Avustralya'ya, Kanada'ya, üreticinin üretim maliyeti açısından en uygun gördüğü yer neresi ise, oraya gönderilir. 3-Atom santrallerinin rutin işletmesi esnasındaki radyoaktif emisyon Kaza olmadığı durumda da atom santrallerinden radyoaktif madde emisyonu söz konusudur. Çok şükür ki, emisyon yüksek oranda değildir. Ancak düşük dozdaki radyoaktif ışınlar, eser miktarlar da dahil olmak üzere, insan sağlığını etkilemektedir. Almanya'da atom enerjisi tesislerinin çevresinde, örneğin Hamburg yakınlarındaki Krümel santralının çevresindeki lösemi vakalarında artış tespit edilmiştir. Ayrıca atom santrallerinin çevresinde sakat doğumların da arttığını gözlemekteyiz. 4-Reaktörlerin işletilmesi esnasındaki olası riskler Atom santrallerinin işletilmesi esnasında büyük kaza riskleri mevcuttur. Almanya'da reaktör güvenliğinden sorumlu kurumun uzun yıllar başkanlığını yapmış olan Bay Birkhofer şöyle söylüyor: "Güvenlik sistemlerinin başa çıkamayacağı bir olaylar zinciri, birkaç saat içinde yüksek miktarda radyasyonun açığa çıkmasına ve binlerce ölüme neden olacaktır." Neyse ki Almanya'da böyle kazalar meydan gelmedi; ancak başka ülkelerde olanları biliyoruz. Ukrayna'daki Çernobil'de bu olay cereyan etti; 1979'da ABD'deki Harrisburg'da ise felaketin eşiğinden dönüldü. Kısa bir süre önce bir reaktörde değilse de, Japonların bir yeniden işleme tesisinde, Tokay Mura'da, çok kötü bir kaza meydana geldi. Almanya deprem açısından açık ki daha şanslı bir durumdadır; Türkiye'deki gibi büyük depremler beklenmiyor. Ancak Türkiye gibi depremlerin daha sık ve daha şiddetli meydana gelme olasılığı yüksek bir ülkede, fay hatlarının yakınında atom santralı kurulması planlanabiliyorsa, bu büyük bir sorun teşkil eder. Akkuyu'da deprem güvenliği nedeniyle, reaktör kurulmaması gerekmektedir. 5-Nükleer atıkların taşınması Almanya'da bu konuda güvenlik önlemleri var. Nakliye bidonlarından(bunlara castor adı verilir) çevreye yalnızca belirli bir oranda radyasyon yayılmasına izin verilmektedir. 1988 yazında, castor'larda güvenlik yönetmeliklerinin izin verdiğinden 20.000 kat daha fazla radyasyon olduğu saptanmıştır. 6-Nükleer atıklar nereye? Dünyada nükleer atıklar için henüz işlerlik halinde bir nihai depo mevcut değildir. Ancak böyle bir depo zorunludur, çünkü bu radyoaktif maddelerin milyonlarca yıl biyosferden uzak tutulması gereklidir. Dünyada hiç bir yerde, bu maddelerin bu kadar süre biyosferden uzak, güvenli bir şekilde muhafaza edilebileceğini öngörmek mümkün değildir. Reaktörlerde yakıt elemanı içinde atom çekirdeği dönüşüme uğrar. Çekirdekler en başta plütonyuma dönüşür. Plütonyumun kendisi de enerji sağlayabilecek bir maddedir; ancak son derece zehirlidir. Bir gramın milyonda bir kadarı vücuda alındığı taktirde, ölüme yol açmaktadır. Ancak bu plütonyumdan atom bombası da yapmak mümkündür. Sadece 10 kg'ı bir atom bombası üretmek için yeterlidir. Atom enerjisinin barışçı kullanımı esnasında büyük miktarda plütonyum elde edilir. Yalnızca Fransa'daki La Hauge'da şu anda sırf Alman santrallerinden gelen 25 ton plütonyum bulunmaktadır. Yeniden işleme tesisinin yer aldığı La Hauge'da her yıl kullanılmış yakıt elemanlarından 16 ton plütonyum ayrıştırılmaktadır. Bu kadar plütonyumun insanlardan gerçekten uzak tutulup tutulmadığını, bu plütonyumun belki de bir gün atom bombası yapmak için kullanılıp kullanılmayacağını kimse bilmiyor. 7-Atom silahları Atom enerjisinin barışçı amaçlarla kullanımı ile atom silahları için kullanımını birbirinden gerçekten ayırmanın mümkün olmadığını biraz önce belirtmiştim. Almanya da bu konuda olumsuz deneyler yaşamıştır. 90'lı yıllarda Hanau'daki nükleer firmadan izinsiz ve yasaları çiğneyerek, Pakistan'a malzeme ve teknik bilgi aktarıldı. Pakistanlılar sonra bu Alman teknolojisi sayesinde atom bombalarını ürettiler. 8-Atom enerjisinin kullanımının gayri ekonomik oluşu Kabaca Türkiye'nin elektrik ihtiyacının atom enerjisi ile sağlanmasının maliyeti; bir atom santralı bugün yaklaşık 6 milyar marka mal oluyor, altı tane santral inşa edecek olursak, inşaat için 30 milyar mark gerekecektir. Ancak nükleer tesislerin işletmeye alınması için gereken tek maliyet bu değildir. Radyasyon güvenliğinin, kamu güvenliğinin tesis edilmesi gerekir. Türkiye'nin ayrıca, ülkeye bu maddelerle birlikte know-how ve atom tekniğinin bilgisini getirecek araştırma tesislerine ihtiyacı vardır. Sonra ara depoların yapımı gerekecektir ve transferler yapılacaktır. Bütün bunlar ise, 30 milyar marka ilave olarak 40 milyar mark daha gerektirir. 70 milyar mark Türkiye'de nükleer yolla dikkate değer bir elektrik üretimi için gereken herhalde minimum harcama olacaktır. Bu çok büyük bir paradır. Bütün bunlara bir de şu hususu eklemek gerekli; Nükleer kazalardan doğan zararlara karşı sigorta yapılmaması. Kaza sonucunda evler tahrip olduğunda, ya da radyoaktif kirlenme meydana geldiğinde hiçbir sigortacı zararı karşılamaya yanaşmamaktadır. Atom santrallerinin sökülmesi için bir birikim yaratılması gereklidir, çünkü bu işlem oldukça pahalıdır. Türkiye'nin atom elektriğini kullanmasının maliyetini hesaplarken bu kalem de dahil edilmiş değildir. Almanya'da, Atom tesislerinin sökülmesi için şimdiye kadar 70 milyar mark toplanmıştır. Ayrıca gaz ve petrol santrallerinden üretilen elektrik eşit muamele görmemektedir. İngiltere'den atom enerjisinin ekonomik olmadığını çok açık gösteren bir hususu aktarmak istiyorum. İngiltere'nin enerji sektörünün tamamı özelleştirildi. Yani santraller, kömür, petrol ve gaz santralleri özel alıcılara teklif edildi. Birçoğu da ekonomik, rantabl bir işletme imkanı sağlayan bir alıcı buldu. Sadece atom santralleri alıcı bulamadı, çünkü işletme riskleri çok yüksekti. İşte bu nedenle İngiltere'de atom santralleri halen devlet tarafından çalıştırılmaktadır. Atom Elektriğine Alternatifler Atom enerjisinden elde edilen elektriğin yerine ne koyacağımız, bizim için çok açık. Kömür, petrol veya doğal gaz gibi fosil enerji kaynaklarının kullanılması iklim değişikliklerine neden olarak, aynı şekilde büyük sorunlar yaratmaktadır; bu nedenle fosil kaynakların kullanımı da sınırlanmak durumundadır. Birincisi aşırı ölçüde elektrik harcıyoruz. Bu harcamayı azaltmak için, insanlar konforlarından vazgeçmeden, sanayi sıkıntıya girmeden kullanılabilecek birçok teknik olanak var. Enerji tasarrufu önlemlerini arttırarak uygulamamız gerekiyor. Ancak aynı zamanda elektrik üretiminde verimlilik de acilen gereklidir. Atom santralleri ve büyük kömür yada petrol santralleri kullandıkları enerjinin üçte ikisini aslında kullanmamakta, ısıyı örneğin nehir suyunu buharlaştırmak yoluyla israf etmektedirler. Elektrik üretimini her evin kendisinin yapması daha anlamlı; evi ısıtmak için gerekli ısıyı üretebileceğimiz ve bunu yaparken aynı zamanda elektrik elde edeceğimiz küçük tesislerle. Isıya ihtiyaç duymadığımız zamanlarda özellikle yazın, önemli miktarda elektrik üretebileceğimiz ilave enerji kaynakları elimizin altında bulunabilir; Yenilenebilir enerjiler: Almanya son 10 yılda özellikle rüzgar enerjisinin kullanımında çok ilerlemiştir. Türkiye'de özellikle batıda, rüzgar enerjisi konusunda büyük bir potansiyel mevcut. Birçok şekilde, özellikle fotovoltaik yolla elektrik üretebilecek diğer bir kaynak ise güneş enerjisidir. Solar ışınlardan diğer bir yararlanma yolu, oluklu parabolik santrallerle solar termik elektrik üretimi olabilir. Su gücünü de daha çok kullanabiliriz, ancak büyük ve merkezi barajlar yaparak değil. Konunun dördüncü ayağı biyokütleden yararlanmaktır. Burada da çok çeşitli olanaklar mevcuttur. Biyokütle tarımda çöplerden çıkan biyogazın kullanılması, bitkisel yağları ise örneğin motordaki yanmada kullanılması yoluyla veya katı biyokütlesel yakıt elemanlarıyla yeni uğraş alanları, iş sahaları yaratılabilir. Örneğin hidrojeni doğrudan biyokütleden elde etmek için son derece enteresan teknik yöntemler var. Elde edilen hidrojen ise yakıt hücrelerinde elektrik ve ısı üretimi için kullanılabilir. Beşinci olarak, jeotermal enerjinin Türkiye'de büyük bir geleceği olabilir. Isıtma amaçlı olarak Türkiye'de dikkate değer ölçüde kullanılmaktadır. İzmir yakınlarında 35 MW gücünde büyük bir santral kurulacak. Bu santral elektrik ve ısı üretecek; ısı sadece ev ısıtmasında değil, seralarda, balık üreticiliğinde kullanılarak tarımda yeni faaliyet alanları açılacak. Projenin maliyeti yaklaşık 100 milyon mark. Atom santralına uyarlayacak olursak; bir atom santralını böyle 30 projeyle, yani santral maliyetinin yarısıyla ikame etmek mümkündür. Evleri ısıtmak yada başka şeyler için uranyum veya petrol satın almanıza da gerek yok. Ayrıca atmosfere hiç karbondioksit ve radyoaktif madde verilmeyeceği için, çevre açısından da hiç bir sakınca taşımamaktadır.

Hiç yorum yok: