19 Aralık 2012 Çarşamba

2500 YIL ÖNCE TURFAN’DA UYGUR TÜRKLERİ TARAFINDAN YAPILMIŞ 5000 Km KARIZ KANALI



 
  Göçebe barbar uygarlıktan nasibini almamış diye tanıtılan anlatılan .Türk Milleti aslında medeniyeti yaratan insanlar olduğu ortaya çıkıyor.Matematiğin Fiziğin mühendisliğin ileri düzeyde olduğu yerleşik tarımla uğraşan bir toplum.Zaten araştırmalar ve bulgularla ilk tarım toplumlarının dolayısı ile köylülerin şehirlilerin orta asyada kurulduğu bilim çevrelerince ispatlanmıştır.
 Turfan’da yapılan karız kanallarının Derinliği 110 metreden başlıyor. Kanal çölün altından ağ gibi örülmüş. Yer altı su kanallarının toplam boyu 5000 Km. bu kanal ağında belli aralıklarla kuyular açılmış kuyular 90,80,70,60 en son Turfan’da (Sebzelerin, Meyvelerin bol olduğu yere TURFANDA denilmesinin nedeni Doğu Turkistada ki TURFAN’DA şehrinden geliyor.)10 metrenin altında sistem tamamı ile yer çekim kuvveti ile çalışıyor.
    ÇİN’LİLER  bu kanalların ülkelerinde ki üç harikadan biri olarak gösteriyorlar. Bu kanalların bundan 2500 yıl önce M.Ö 500’ lerde UYGUR TÜRKLERİ  tarafından yapılmış. Eğim ,Açı, suyun akışının sağlanması doğru yolda gidilip gidilmemesi bunların yapılması için bir bilim gerekli.
KAYNAK: http://www.facebook.com/photo.php?v=413913935310507&set=vb.105161782858670&type=2&theater

8 Aralık 2012 Cumartesi

Ekolojik Zekâ'


İnsanoğlu bir kararın eşiğinde: Yeni bir uygarlık kurabilecek mi? 'Ekolojik Zekâ'nın yazarı Daniel Goleman'a göre yanıt: Muhtemelen, evet...


İSTANBUL - The New York Times’ın eski bilim muhabiri, iki defa Pulitzer Ödülü’ne aday gösterilen ve Amerikan Psikoloji Derneği’nin Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alan Goleman, iş ilkelerini ve tüketim alışkanlıklarını değiştirecek yeni bir zekâyı hayatlarımıza sokuyor. 
Goleman’ın ilk kitabı olan ‘Duygusal Zekâ’, tüm dünyada 5 milyondan fazla sattı. Üçlemenin ikinci kitabı ‘Sosyal Zekâ’ydı ve şimdi de son kitabı ‘Ekolojik Zekâ’ Türkçe olarak da yayımlandı. Daniel Goleman’ın öne sürdüğü bu kavram geçtiğimiz günlerde Time dergisi tarafından ‘Dünyayı Değiştiren 10 Fikir’den biri seçildi. 
İnsanoğlu, bir kararın eşiğinde. Kentler oluşturup kültürler inşa ederken kullandığı zekâsını, bugün yeni bir uygarlık için kullanabilecek mi? Yeşil bir sıfat değil, bir fiil olabilecek mi? Yılların gazetecisi Bill Moyers, bu sorunun yanıtını Daniel Goleman’la birlikte arıyor. 

Kitabını bitirdiğimde şöyle bir not aldım: Satın aldığımız ve kullandığımız şeyler genellikle gizli bir fiyat etiketine sahip. Ve eğer bu etiketi okumazsak, çocuklarımız bir felaketle karşı karşıya gelecek. Doğru mu? 
Doğru. Üzücü olan nokta, mağazalarda gördüklerimiz, evlerimize aldıklarımız, her gün kullandığımız tüm o mallar, alıştığımız tüm o dost ürünler, çevre, sağlık, ekosistemler ve onları bizzat üreten kişiler üzerindeki etkileriyle ilgili gizli bir mirasa sahipler. Bu durum, ürünün içe-riğindeki malzeme üretildiği anda başlayan bir süreçtir. Üretimden, taşımaya, oradan kullanıma ve çöpü boylamasına giden bir süreç. Bu sürecin her adımında, bir ürünün tüm ömrünü kapsayan yeni bir metodoloji uygulanıyor. Buna yaşam döngüsü analizi adı veriliyor. 

Ama bu yeni bir şey değil ki. Yani, uzun zamandır biliyoruz ki her birimiz zamanın kumları üzerinde karbon ayakizleri bırakıyoruz. Bu bahsettiğin şeyde yeni olan nedir? 
Bence iki şey yeni. Bunlardan biri, yaşam döngüsü analizi herhangi bir noktadaki karbon ayak izinin çok ötesine gidiyor. Örneğin, bir cam şişeyi analiz ediyorlar ve üretiminde 1959 adım olduğunu görüyorlar. Her adımın çevre, sağlık ve insanlar üzerinde çok büyük etkileri var. Bu nedenle, öncelikle etkinin ne olduğuna dair daha geniş ve daha doğru bir bakışa sahip oluyoruz. 
İkincisi, ki bu büyük bir gelişme, artık alışveriş yaparken bu bilgiye ulaşabiliriz. Yani, daha iyi karar vermek için enformasyonu kullanabiliriz. 

Nasıl? 
Harika bir web sayfası var. Adı GoodGuide. GoodGuide.com. 200 veri tabanından yararlanıyor ve bunları bizim için özetliyor. Bir ürünün çevre sağlığını nasıl etkilediğini ve sosyal etkilerini, aynı türdeki diğer ürünlerle karşılaştırarak puan veriyor. 10 puan en iyisi, bir puan en kötüsü. Bu da bizeradikal şeffaflık denen şeyi sağlıyor. Bir anda hepimiz karbon ayakizlerinden haberdar olduk. Şimdi de tam olarak hangi ürünün daha iyi olduğunu bilebileceğiz. 

Markete gittiğimde elimde GoodGuide’ımı taşımamı ve bir şey almadan önce web sayfasına bakmamı mı istiyorsun? 
Bunu bir defa yapman yeterli. Yani her hafta, her ay muhtemelen aynı şeyleri alıyorsun, ben öyle yapıyorum. 
Ancak insanlar Wal-Mart’a bir nedenle gidiyor, o da en ucuz ürünü bulabilmek. Bu malın üretimi esnasında Çin’de neler olup bittiği hakkında düşünmüyorlar. Walton ailesinin bu marketi inşa etmek için kestiği ağaçları düşünmüyorlar. Malı onlara satan kasiyerin ne kadar kazandığını düşünmüyorlar. En ucuz olanı almayı düşünüyorlar. Sorunun arkasındaki varsayımı sorgulamama izin ver. Bu varsayım, daha pahalı olanın daha iyi olduğu düşüncesi. Skin Deep isimli bir web sayfası kimyasallar açısından kişisel bakım ürünlerini değerlendiriyor. Bir şişe şampuanın içinde 50 bileşim var. Web sayfasında bunların her biri tıbbi bir veritabanında inceleniyor. Örneğin bu kimyasal, farelerde kansere neden oluyor mu? Şampuanlar, saç bakım ürünleri, rujlar gibi çeşitli ürünlerin ne kadar tehlikeli olabileceğini ve en güvenlisinin hangisi olduğunu değerlendiriyor. Örneğin bir bebek şampuanının. 
Bu da bize daha iyi olanla ilgili bir karar verme şansı tanıyor. En iyi ve en kötü 10 şampuana baktım ve tahmin et ne gördüm. En pahalı olan şampuan, en kötüler listesinin başında geliyor. Yani, fiyat ile güvenliği her zaman eş tutamazsın. 
Tüketim malzemesi üreten en büyük firmalar, neden oldukları en kötü etkinin ne olduğunu görmek için yaşam döngüsü analizini zaten kullanılıyor. Büyük bir deterjan firması, ürettikleri deterjanın ılık suda kullanılması gerekliliğinin çevreye verdikleri en kötü zarar olduğunu gördü. Ne yaptılar? Soğuk suda da aynı ölçüde iyi temizleyen bir deterjan ürettiler. Yani, bu düşünce biçimi şirketlerde de rağbet görüyor. Aslında, şirketler bu konuda tüketicilerden daha önde. 

Yani yaşam döngüsü analizi yapılmış ürünler için bir pazar oluştuğunu mu söylüyorsun? 
Bana göre bu biraz daha farklı. Ürünlerimiz ve aldığımız mallarla ilgili, ekonomide asimetri dediğimiz şey oluyor. Yani, satıcılar alıcıların bilmediği şeyleri biliyor. Yakınlarda ekonomide bir gerileme yaşadık çünkü ‘toksik kazançlar’ vardı. Bankalar ne olduklarını tam anlamadıkları şeyler satın aldılar ve bunlar zehirliydi. 

Ve satıyorlardı da. Örneğin mortgage... 
Kesinlikle, aynı zamanda da satıyorlardı. Evimize aldığımız şeyler için de durum böyle. Bir anlamda toksik ürünler satın alıyoruz. Çevre sağlığına zararlı ürünler. Ve bu konuda hiçbir fikrimiz yok. Sonra bir an geliyor ve devrimsel olan da işte bu radikal şeffaflık denilen şey doğuyor. Artık tüketiciler ürünün içinde ne olduğunu biliyor. GoodGuide’ı kullanınca iki muhteşem şey yapabilirsiniz. Birincisi, bir tıklamayla firmaya o markayı neden almadığınızı ya da onların ürününü neden tercih ettiğinizi söyleyebiliyorsunuz. 
Bu çok güçlü bir enformasyondur. Aynı zamanda tüm arkadaşlarınızı da bundan haberdar edebilirsiniz. Bu enformasyon yayıldıkça, ekolojik açıdan ‘temiz’ olmak pazar payıyla ilgili bir mesele haline gelecek. Ve şirketler bunun ayak seslerini duyuyorlar. 

İyi olan, iyi iş yapacak 
Bu masa Twitter’sız bölge. Ama belki de Twitter’ın düşünebileceğim ilk faydalı kullanım biçimini söyledin bana. 
Twitter bunun için uygun bir mecra... Ve böylesi bir enformasyonu edinip daha doğru tercihlerde bulunma gerekliliği duyduğumuzda, üç şeyi de yapmak durumundayız. 
Bunlardan birincisi, satın aldığımız ürünlerin sebep olduğu etkiyi bilmek. 
İkincisi, gelişmeleri desteklemek. 
Ve üçüncüsü, ki en önemlisi de bu, enformasyonu paylaşmak. Tanıdığınız herkese anlatın. Çünkü bunun önemsenmesini sağlayacak şey budur. Bu konuya pazar payını değiştirebilecek kadar önem verilmesini sağlayacak budur. 
Bunun böylesine önemli olmasının nedeni, şu anda şirketlerde ‘sürdürülebilirlik’ ile ilgili büyük bir farkındalık yaşanması. Bazıları, ahlaki açıdan doğru olduğu için böyle yapılması gerektiğini söylüyor. Diğerleri ise “Bana paradan bahset. Bunun üzerinden para kazanamayız” diyor. Ancak pazar payı değiştikçe, şirketlerdeki bu tartışmanın dayanak noktası da değişecek, çünkü artık doğru olanı yapmak pazara hâkim olmakla aynı anlama gelecek. İyi olanı yapmak, iyi iş yapmak anlamına gelecek. Sebep olunan tüm etkiler açısından bu, iş mantığı için radikal bir dönüşüm. (Radikal) 

‘Böcekler gibi düşünmelisiniz’ 
Enformasyonu paylaşmaktan bahsettiğinde, kitabında okuduğum bir bölüm aklıma geldi. Söylediğin şey beni şaşırtmıştı. Böcekler gibi düşünmemiz gerektiğini yazmışsın. Belki bu şekilde ifade edince söylediğin şeyi biraz basitleştirmiş oldum ama böceklerin ‘kolektif akılları’ndan bahsediyorsun değil mi? 
Evet, öyle. Bütün ürünlerin sebep olduğu tüm etkileri tek bir kişinin bilmesine imkân yok. Tek bir kişi, neleri satın almanız gerektiğini bilemez. Bu bilgiyi tek bir kişi sizinle paylaşamaz. Bunu hep beraber yapmalıyız. Ne kadar çok paylaşırsak, iyileşmeye o kadar çok yaklaşırız. 
Öncü karıncalar, en güçlü feromon izini takip eder. Burası, yiyeceğin olduğu yerdir. Bence bizim için de aynısı geçerli. Yani bu konuda her birimizin birer uzman olması gerekmiyor. 

Açıkçası kitabın beni üzdü. 
Öyle mi? Neden? 

Çünkü ‘yeşil’i bir serap olduğunu yazıyorsun. Yeşil diye sunulan şeylerin çoğunun bir yutturmaca olduğunu söylüyorsun. Bense burada The New York Times’ın yeşil zekâ dediği şeyi geliştirmek için didiniyorum. Ve yeşil ekonomiyi destekliyorum. 
İçini rahatlatayım o zaman. Yeşile atılan her adımın yararı vardır. Fakat yeşil şeylere duyduğumuz çekim, ekolojik etkiler konusunda bilinçlenmenin başladığı bir geçiş dönemi, ancak bu bilinçlenme henüz kesinlik, derinlik, kavrayış ve açıklıktan yoksun. Endüstriyel bir ekolojistin itiraf ettiği gibi ‘Çevre Dostu’ terimi asla kullanılmamalı. İmal edilen her şey sadece görece böyledir. Kimsenin ekolojik etkileri düşünmediği bir çağın mirasıyla baş başayız. 

Endüstri çağı... Büyük büyük annem için hayatı hayal edemeyeceği ölçüde rahatlatan çağ... 
Kesinlikle. Ve bugün bize gizli bir bedel ödetiyor. Kireçtaşının ve bazı kimyasalların 48 saat çok yüksek bir sıcaklıkta ısıtılmasıyla elde edilen beton 1820’lerde bulundu. Camı da benzer bir işlemle elde ediyoruz. Kumu, kostik sodayı ve başka maddeleri karıştırıyor, 24 saat boyunca ısıtıyoruz. Yani çok büyük bir enerjiden bahsediyoruz. Büyük annelerimizin hayatını kolaylaştıran bu parlak fikir, bugün ne yazık ki küresel ısınmanın başlıca nedenlerinden biri. 

Geçen gün manava gittim. Bana verdikleri plastik torbayla eve döndüm. Seninle görüşeceğimi bildiğim için kendimi suçlu hissettim çünkü plastik torbalar hakkında hepimizin bildiği şeyleri ben de biliyorum. Yok olması 500 ila 1000 yıl sürüyor. 
Kesinlikle. Evet. 

Sonra keşke kesekâğıdı isteseydim diye düşündüm. Ama kitapta kâğıdın da tercih edilmemesi gerektiğini okudum. 
Evet, işte sorun burada. Doğa, insanın imal ettiği hiçbir ürünü sevmiyor. Doğanın işleyişinde atık yok. Markete her gidişinde aynı bez torbayı kullanırsan, yani 1000 kesekâğıdı ya da 1000 plastik torba yerine bir bez torba kullanırsan doğa bu işten kârlı çıkar. 

İşte yüzde 100 organik pamuk tişörtüm. Verdiğim para gerçekten içime oturmuştu. Ta ki kitabını okuyana dek. 
Ben de onlardan bir tane satın aldım. Organik pamuk kullanılması çok iyi. Çünkü böcek ilacı kullanmadıkları ve çevreyi zehirlemedikleri anlamına geliyor. Suya karışarak sudaki canlıların ölümüyle sonuçlanan kimyasal gübreler kullanılmıyor. 
Olumsuz taraf ise boyalı bir tişört olması. Tekstil boyalarının çoğu zehirlidir. Aslında boyahanelerde çalışan işçiler arasında lösemi oranının daha yüksek olduğunu uzun zamandır biliyoruz. Yani demek istediğim, bugün tamamen saf olan neredeyse hiçbir ürün yok. Ama bunu umursarsak belli bir noktaya varabiliriz. 

Benim deneyimim, insanların genelde sadece enformasyonla eyleme geçmedikleri yönünde. Bazı duygusal yatırımlara da ihtiyaç duyuyorlar. 
Doğru. Bence saklı etkiler, özellikle endüstriyel kimyasalların sevdiklerimiz üzerindeki etkileri hakkında daha çok bilgi sahibi oldukça, bu zehirleri ailemizin içine sokmak istemeyeceğiz. Evlerimize sokmak istemeyeceğiz. Bence en büyük duygusal yatırım bu. Küresel ısınma bir adım daha ileriye yönelik bir tehdit. Ama önemsediğim kişilerin sağlığı şu ana dair bir tehlike. 
Sen bir bilim muhabirisin. Biz Amerikalıların ekolojik zekânın mesajına gerçekten kulak verdiğimize bir muhabir olarak seni ikna edecek herhangi önemli bir kanıt var mı? Yani, satın aldığımız ve tükettiğimiz ürünlerin gizli maliyeti hakkında düşünmeye başladık mı? Şirketlerin dümen kırdığına dair hiç gerçek bir kanıt var mı? 
Oldukça umut verici bulduğum noktalardan biri nesil farkı. Sen ve ben plastiklerin sevildiği, tüketimin el üstünde tutulduğu bir çağda büyüdük. Saklı etkilerinin farkında değildik. Gençler, yani küresel ısınmanın gölgesi altında büyüyen insanlar, dünyayı korumak için ellerinden geleni yapma konusunda çok daha istekli. Ayrıca, sosyal ağları da hünerle kullanıyorlar. Gereken değişimi yaratacak bilgi paylaşımının ardındaki motor bence budur. Ve bu değişim, şirketler tarafından sadece tercihen uygulanabilir bir şey olmayacak, onlar için zorunlu hale gelecek. 

10 Kasım 2012 Cumartesi

TÜRKÇE KONUŞAN VE BİRBİRLERİYLE AKRABALIĞI OLAN TÜRKLER





  Doğu Sibirya’da Lena civarında Yakutlar, Yenisey boylarında Kırkızlar, Baykal gölünün güneyinde yaşayan Buryatlar, Tuvalar, Gansu’daki Salarlar ve Sarı Uygurlar, Doğu Türkistan Uygurları, Batı Türkistan’daki Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler,Başkurtlar, Tatarlar, Türkmenler, Moldavlar, Çavuşlar, Ukrayna’daki Aga Oğuzlar. Kafkasya’daki Çerkezler, Dağıstan Tatarları, Azerbaycanlılar, Avarlar, İranda’ki Azeriler, Türkmenler, Aga Oğuzlar. Afganistan’daki Özbekler, Türkmenler, Moğollar, Irak’taki Türkmenler ve Türkiye’deki Türklerden İbarettir.
 İsimlerini saydığımız bu Türk halkları, Asya’nın doğusundan batısına ve güneybatısına kadar uzanan devasal bir coğrafyada yaşamaktadırlar.. Türk halklarının çoğunluğu günümüzde Müslüman ve sünnidir.Toplam Nüfusu:150  milyon . Bu Türk Halkı Altay Dil Ailesine aittir.Günümüzdeki Nüfusu İse 220 Milyon civarındadır. Irkı yönden ise beyaz ırkın Turani(HUN-TÜRK) tipine mensuptur.

Kaynak:UYGURLAR Tarihi Yazarı:TURGUN ALMAS Çeviren:D.Ahsen Batur. 

8 Kasım 2012 Perşembe

İnsan dünyasında ne kadar değişme ve ilerleme varsa daha aşağı dünyada da o kadar vardır;

İnsanın yavaş yavaş, hiç durmadan mükemmeliyete doğru ilerlediği tasavvurunun geçmişi belki de iki yüzyılı bile bulmaz. Schopenhauer bunun bir yanılsama olduğunu düşünür. O durağan diyebileceğimiz bir insan görüşüne sahipti. Nesiller birbirini takip eder, fakat büyük ölçüde aynıdırlar. İnsan belli değişmez niteliklere sahip olduğu için, büyük ölçüde diğerleri—maymun, aslan, herhangi bir ağaç yahut bitki—gibi bir türdür. Gittikçe daha mükemmel meşe ağaçlarına ya da daha mükemmel aslanlara doğru bir ilerleme yoktur; giderek daha mükemmelleşen insan diye bir şey de olamaz.

Böyle bir görüş insan hayatını anlamından yoksun bırakmaz, fakat anlam değişime uğrar. Bir ara şartlar elverişlidir ve mükemmel bir ağaç ile karşılaşırız. Dolayısıyla uygun şartların bir araya gelmesiyle nadir zaman aralıklarında (görece mükemmel) insan türünün mükemmel örnekleriyle karşılaşırız. İnsan hayatının anlamı bu örnekleri vücuda getirmesinde aranmalıdır—bunlar zamanın taçyapraklarıdır; fakat bunlar zorunlu olarak zamana bağlı evrim denen şeyin sonunda görünmezler, orada burada, şartlar elverişli olduğunda ortaya çıkarlar. […] Değişimler bilgidedir, iradede değil; bir taş parçası ne kadar altına dönüşürse kötü insanlar da o kadar iyiye döndürülebilir, kedi fare yakalama dürtüsünü ne kadar kaybederse bir kimse bencilliğine de o kadar ikna edilebilir ya da bundan vazgeçirilebilir.

Schopenhauer insanların karakterlerinin makul düşüncelerle telkinde, ricada bulunarak, yalvararak yakararak vb. değişebileceğine inanmanın çocukça olduğunu düşünür; bilgi artabilir, fakat hepsi bundan ibarettir. Dolayısıyla toplum köklü ve esaslı biçimde değişmeyecektir. Bencilliğin devam edeceğini ve muzırlığını sürdüreceğini beklemek gerekir; kalabalıklar yine kendilerini feda edecek ve ıstırap çekeceklerdir ve ancak serbest vakit, deha için fırsat böyle doğabilir. İnsanın yeryüzünde payına düşen yine büyük ölçüde yanılsama ve sukutuhayalden ibaret olacaktır; hastalık, yaşlılık ve ölüm mukadder akıbet olarak hâlâ herkesi bekleyecektir. Dâhilerin herkesin nadiren tadabileceği mutlu anları olacak ve ölümsüz eserler üreteceklerdir; kendini unutan, nefsini inkâr eden, seven ve hizmet eden ermiş neşeyi bilebilir, fakat im Grossen und Ganzen insanlık bugün nasılsa büyük ölçüde yine öyle olmaya devam edecektir.

Okur belki de insan dünyası hakkında bütün bunların yeterli olduğunu söyleyecektir. Fakat Schopenhauer’in doğa ile ilgili görüşü daha rahatlatıcı değildir. Doğayı gözlemlemek, şeylerin idealarını görmek, görünen her şeyin güzelliğini hissetmek başka bir şey—fakat bizzat onlar gibi olmanın nasıl bir şey olduğu başka bir sorudur. Tek bir anlamsız eğilimle ebediyen düşen ya da düşmeye çalışan bir taş olmak nasıl bir şeydir? Ne mutlu ona ki bilinçsiz! diyebiliriz. Uçan, sakınan, birleşen, ayrılan şu kıpır kıpır kimyasal elementler, fırlayan, sıçrayan, tıslayan şu elektrik kıvılcımları, dur durak bilmeksizin didinip duran ve hep yenilen, kalıcı hiçbir şey yoğuramayan, sırf onların da geçip gittiğini görmek için hep eskilerin yerini alacak yeni şeyler doğuran, asla bir hedefe ulaşmaksızın, bireyler kadar türlerin de kaybolduğunu görmeye mahkûm ve ellerinden çıkan son kalıcı ürünlerin yerinde yeller eserken zamana tahammül etmek zorunda olan şu yaşamsal güçler olmak nasıl bir şeydir? Başından mukadder sonu bilmedikleri—insanda kısmi bilince ulaşanlar hariç—hiç bilmedikleri için belki de mutludurlar! Ve bu, aşağı hayat formları arasındaki görünürde kaçınılmaz çatışma hakkında hiçbir şey söylemiyor.

Schopenhauer Darwin’in kafamıza soktuğu şeyleri daha önce biliyordu ve varlıkların birbirini tüketerek ayakta kaldıkları, her yırtıcı hayvanın diğerinin canlı mezarı olduğu ve hayatını—kaçınılmaz sonları böyle bir ölüm olan—bütün bir diziye borçlu olduğu bir dünya ruhunda bir tür dehşet uyandırmış olmalıdır. Vahşi bir hayvan, hatta avını yakalayan bir hayvan, bir tür korkunç güzelliğe sahiptir—sanat bunu sık sık ele alıp işler; fakat böyle bir hayvan olmak—bu bir tarafa, onun avı olmak nasıl bir şeydir? Bu düşünce neredeyse midemizi bulandırır, ve insanlar bu tür şeylerin cereyan ettiği ve neredeyse kural haline geldiği bir dünyanın mümkün en iyi dünya olduğunu söylediklerinde Schopenhauer cevap verir: Saçma, apaşikâr bir saçmalık. Çünkü ne yanından bakarsanız bakın hep böyle görünür: hayvanlar kısmen birbirleriyle beslenirler; insanlar kısmen hayvanlarla beslenir; birbirleriyle beslenmeyen hayvanlar veya insanlar da daha aşağıdaki akrabaları olan bitkilerle beslenir; bitkilerin kendisi canavarca bir iştihadır, sessiz sedasız toprağı ve suyu tüketirler. İnsan toplumunda bu denli yaygın olan kardeşlikten uzak mücadele bütün dünyaya hâkimdir—her yerde karşımıza çıkan aç bir iradedir; ve hepsi tek ve aynı türden olduğundan Schopenhauer onu Grek efsanesinin çocuklarını yiyen, yani kendi etini tüketen Thyestes’ine benzetir. İnsan dünyasında ne kadar değişme ve ilerleme varsa daha aşağı dünyada da o kadar vardır; ebediyen aslan bir aslan, kaplan bir kaplan, yılan bir yılan olarak kalır. William M. Salter (Schopenhauer, Felsefe ve Din)

5 Ekim 2012 Cuma

BUNU YILDA BİR KEZ YAPIN




Özellikle Rus doktorların tavsiye ettiği kalp ve damar hastalıkları reçetesi mucizevi sonuçlar veriyor. Bitkilerle doğal tedavi yöntemine son derece önem veren Rus tıp dünyası, bu formülü yüzlerce yıldır kullanıyor ve son derece başarılı sonuçlar elde ediyor. Limon suyu ve sarımsak
la yapılan karışım, damar sertlikleri, damar yağlanması, damar tıkanıklıkları ve tans
iyon gibi sorunları kalıcı olarak ortadan kaldırıyor.


Türkiye'deki bazı doktorlar da hastalarına bu formülü öneriyor.


EVİNİZDE KENDİNİZ YAPABİLİRSİNİZ!

- 2 Litre hiç su katılmamış sıkılmış saf limon suyu

- 40 diş soyulmuş ve ezilmiş sarımsak (Mümkünse Anadolu'da yetiştirilmiş ithal olmayan sarımsaklardan)


- Ağzı sıkı kapanan 2 litrelik kavanoz (2 litrelik pet şişeler de kullanılabilir)güneş ve gün ışığı görmemesi için dışına alüminyum folyo kapatın.

HAZIRLANIŞI

2 Litrelik kavanoz ya da pet şişeyi dolduracak kadar limon satın alın. Limonların suyunu iyice sıkıp şişeye doldurun. Soyulmuş 40 diş orta boy sarımsağı yıkamadan ve ezerek limonun içine atıp şişenin kapağını sıkıca kapatın. 25 gün boyunca normal ılık bir yerde tutun ve her gün birkaç kez çalkalayın. Yaklaşık 25 gün sonra sarımsakların limon suyunun içinde eridiğini göreceksiniz.


25 gün sonra hazır hale gelen karışımdan her sabah kahvaltıdan yarım saat önce yarım çay bardağı için. Bunu hergün düzenli olarak ve mümkünse aynı saatte yapın. Bu karışımın içine asla başka bir madde (şeker, tuz, tatlandırıcı vs. katmayın)



YÜZDE 100 KANITLANMIŞ FAYDALARI

1- Tüm damar iltihaplarını (vasküler) tedavi ediyor, tıkanan damarları açıyor, damar sertliklerini ve hipertansiyonu
önlüyor.


2- Kolesterol ve lipidi düşürüyor, zararlı yağların yakılmasını sağlıyor, kilo verdiriyor (bazal metabolizmayı hızlandırıp yağların yakılmasını sağladığı için iştahı açıyor.), vücuttaki şeker oranını dengeliyor, pankreasin yenilemesini sağlıyor.


3- Böbrek ve safra taşlarını eritiyor, idrar söktürüyor, vücuttaki şişkinliği yok ediyor ve dokularda ödem oluşmasını engelliyor.


4- Helycobeacter pylori adlı ülser mikrobunu öldürerek mide ve oniki parmak bağırsağı ülserinin kesin tedavisini
yapıyor.

5- Tüm romatizmal iltihabi önleyor, her tür romatizmal ağrıları dindiriyor, kireçlenmeyi önlüyor, eklem yüzeylerinin
yenilenmesini sağlıyor ve her türlü ağrıyı kesiyor.


6- Beyin hücreleri ve tüm sinir sistemlerini yeniliyor, sinirdeki aksiyon potansiyelini düzenleyip ileri-refleks hızını artırıyor, felç ve inme riskini azaltıyor.

7- Vücudun bağışıklık sistemini son derece mükemmel hale getiriyor ve her türlü alerjiyi, özellikle de damarsal kökenli ve strese bağlı cilt alerjilerini kökünden engelliyor. Kanser oluşumlarına karşı tüm vücudu koruyor.

Dipnot: Kan inceltici kullananlar "dr danışmadan" denemesin,düşük tansiyon problemi olanlar çok dikkat etmeli...

N O T : İlacı hazırlayanın babasının koroner by-pass ile üç damarı değişecekken bu ilaç sayesinde %100 tıkalı damarları açılmış ilaç hazırlandıktan sonra sarımsaklar erir, koku etrafa yayılmaz. Kullanan üç kişi ile görüştüm hep son derece memnun olduklarını adeta gençlik iksiri olduğunu söylüyorlar.

*************************************
Paylaşıma yapılan yorumlardan 4 tanesi :
Ali Bulut: Bu bilgileri 5 yıl önce Suriye'nin köylerinden derlemiştim. Rus doktorlar yeni keşfedip dünyaya kendileri bulmuş gibi yansıtmışlardır. (Tezimde de var) 17 Ağustos, 11:23
--------------------------------------------
Leyla Müjde Sultan : ben 2 yıl üst üste yaptım içimide hoş limon ve sarmısak aromalı, tansiyon haplarımı bıralktım kalp ilaçlalrımı bıraktım yan etkisi yok tamamen doğal sarmısak ve limon ne zararı olurki doktorlar altarnatif tıpa sıcak bakmıyorlar çünkü hastaları iyileşince onların ekmeği kesilir eşentiyon alamazlar ilaç yazmayınca saygılar... limonda asit falan kalmıyor deneyin içimi çok hoş sarmısak kokusu falan yok..

-------------------------------------------------------
Yasar Alkan: Sunu soylemem gerekli bu karisimi babannemin annesi bile kullanirmis ve birgun asiri mide kanamasi gecirdim tekkikler sonucu midemde unser ve damar tikanikligi cikti bana ameliyat dediler babannemde bana hemen bunu kullanacaksin dedi israr etti doktoru ihmal etme ama bunu 2 ay kullan kontrollere git dedi bana 2 hafta sonra vefat etti mekani cennet olsun o anda bile hayatin boyunca o karisimi icmemi istedi ve inanin doktorum bana nasil olur dedi ve acikladim kendiside kullanmaya basladi 6 senedir hala her sabah icerim tavsiyem sudur bunu kullanin ve sadece anlatilanlar degil herseye faydasi var ozelliklede cilde saygilarimla...........

-----------------------------------------------------
Yenal Kullap: (Aile hekimi) BEN ÜŞENDİĞİMDEN YAPAMADIM AMA TAŞKENTİN AİLE HEKİMİ DOKTOR ARKADAŞIM KENDİ DE UYGULUYOR HASTALARIMIZDAN İKİMİZ DE ÇOK OLUMLU SONUÇLAR ALDIK YARIM ÇAY BARDAĞI AÇ KARINA HERKEZ İÇEBİLİR
20 Ağustos, 07:32
---------------------------------------------------
‘ALLAH’ Şifayı Hemen Yanı Başımızda Yaratacak Kadar:
‘ŞAFİİ,MERHAMETLİ,HAKİM,ALİMDİR’
 — Nurcan Kendirli BaranEmine Yaşa IşıkSinan Emin ve 21 diğer kişi ile birlikte.

26 Eylül 2012 Çarşamba

KANSERİN ÖLÜM VİTAMİNİ B17

Buğday çimi ekin... Buğday şırası için.

Kanseri engelleyen besinlerin başında atalarımızın Orta Asya`da içtikleri Buğday şırası geliyor. Klasik tedavi yöntemlerini reddeden tüm doktorların ortak iddiası, buğday çimi yenilmesi ve buğday şırası içilmesi. Pakistan`daki Hunzakut Prensliği`nde kanserden ölüm yok. Ayrıca Hunzakutlular, acı badem ve kayısı çekirdeğini yiyorlar ve kansere yakalanmıyorlar.

Türkiye`de acı badem ve kayısı tüketilen bölgelerde kanser vakalarının azlığı dikkat çekiyor.
Ödemiş`le Salihli arasında, binbir efsaneye konu olmuş Bozdağ`ın eteklerinde cennet gölcük kıyısında kanseri yenen, bu zaferi kazandıktan sonra mücadelesi herkese örnek olsun diyerek bir de kitap yazan Doktor İlhami Güneral ile sohbetimiz sürüyor. Önemli olan bağışıklık sisteminin güçlendirilmesidir.
Bağışıklık sistemini güçlendirmek çok da zor bir şey değildir.

Buğday müthiş bir kanser ilacıdır. Buğday şırası kanseri önler ve bu önemli bir bitkisel tedavi aracıdır. Buğday çimi, bol klorofil maddesi dışında 100 kadar vitamin, mineral ve besin maddesi içerir. Taze olarak kullanılan Buğday çiminde, aynı ağırlıktaki portakaldan 60 kez daha fazla C vitamini ve aynı ağırlıktaki ıspanaktan 8 kat fazla demir bulunmaktadır.
Buğdayın bir başka özelliği ise kandaki toksinleri nötralize eden maddeler içermesidir.
Sıvı oksijenle dopdolu olan buğday çimi doğanın en güçlü anti kanseri olan `laetril` içermektedir.

Izgara etler ve füme besinlerin kanserojen maddeler taşıdığı kanıtlanmıştır. (Japon Bilim Adamı Nagivara)
Japon Bilim Adamı Nagivara, taze buğday çiminde bu maddeyi etkisiz hale getiren enzimler ve amino asitler bulmuştur.

- Buğday çimini evde üretebilir miyiz?
- Evde de üretilebilir, küçük bir saksıda bile üretilebilir ve olduğu gibi yenebilir, evde üretemeyenlere tavsiyemiz ise buğday şırası üretmeleri...
- Buğday şırasını herkes üretebilir mi?
- Evet herkes üretebilir.

İsterseniz tarif edelim.
Bir bardak aşurelik buğday, önce tertemiz yıkanarak bir litrelik cam kavanoza konur.
Üzerine 3 bardak su -klorlu olmamak şartıyla- ilave edilir.
Kavanozun ağzı bir tülbentle kapatılarak serin bir yerde 24 saat bekletilir.
Bu ilk su kullanılmaz, dökülür.
Kavanoza yeniden 3 bardak su ilave edilir.
24 saat bekletildikten sonra oluşan yarı gazozlu su içilmek üzere bir kaba aktarılır.

Böylece bir bardak aşurelik buğdaydan kış aylarında günde 5 kez, yazın ise günde 3 kez şıra alınır. Buğday şırasının lezzeti bazılarına itici gelebilir. O takdirde her şıra bardağına bir C vitamini tableti eklenirse, nefis bir içecek ortaya çıkar.
- Az önce sözünü ettiğimiz `laetril` buğday çiminden başka nelerde bulunur? Çünkü anlaşılıyor ki, `laetril` kanserin tedavisinde en etkin maddelerden biri...
Elmanın çekirdeğini de yiyin!
- Evet, Türkiye`de en kolay laetril`e ulaşabileceğimiz yer acı badem ve kayısı çekirdeğidir.

Ayrıca laetril elma çekirdeğinde de vardır. Elmanın çekirdeği yenilirse çok da iyi olur. Amerika`daki ilaç sanayinin maşaları bu `laetril` adlı ilacı yasaklatmayı başarmışlardır ama Meksika`da satılan `laetril` bu ülkeden alınıp kaçak olarak ABD`ye sokulmaktadır.
Laetril, vitamin ve minerallerle verildiğinde çok daha iyi sonuçlar alınmaktadır. `Kanserin Ölümü` adlı kitabında Manner, laetril ile yüzde 90 başarı kazandığını söylemişti.
- Acı badem ve kayısı çekirdeği de laetril içeriyor öyle mi?
- Evet öyle. Türkiye`de acı badem ve kayısı çekirdeğinin sıkça tüketildiği yerlerde resmi bir istatistik yok ama kanser vakalarının az olduğuna inanılıyor. Resmi istatistik yapılan bir ülke var...
Pakistan`a komşu küçük bir prenslik olan Hunzakut`ta şimdiye kadar hiç kanser olayına rastlanmadı.
Hanzakut`un özelliği temel besinleri kayısı ve kayısı çekirdeği...

- Dünyada bugün kullanılmakta olan kemoterapi ve radyoterapi bağışıklık sistemini bozduğunu iddia ediyorsunuz alternatif tedavilerin bir sıralamasını yapsak en öne hangisini koyarsınız?
- Önceliği bağışıklık sistemini güçlendiren tedavilere veririm, daha sonra biyolojik tedaviler ve bitkisel tedaviler gelir.
Bağışıklık sistemi konusunda Alman doktor Issel`in tüm beden tedavisi bugün bu ülkedeki 60/70 klinikte başarı ile uygulanmaktadır.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Bir kere okumama alışkanlığını bırak ve oku!



Bir akşam eve geldiğimde Eşim Akşam yemeğini servis ediyordu. Elini tuttum ve ona söyleyeceğim şeyler olduğunu söyledim. Masaya oturdu ve sessizce yemeği yemeye başladı. Ve yine Gözlerinde o korkuyu gördüm.

Bir an da kasıldım ağzımı açamıyordum ama düşüncelerimi söylemem lazımdı. Ben boşanmak istiyorum. Sinirlenmedi Sözlerime karşılık vermedi, sadece sebebini sordu.

Bir cevap veremedim ve buna çok sinirlendi elinde ki Çatal Bıçakları fırlattı. Bana bağırdı ve Adam olmadığımı söyledi. Bu akşam tek kelime konuşmadık. Eşim bütün Gece ağladı. Farkındaydım Evliliğimiz ne olacağını merak ediyordu, ama onu tatmin edecek bir şey söyleyemeyecektim. Ben Jane'e aşık oldum, eşimi sevmiyorum artık.

Bu vicdan azabıyla bir Evlilik sözleşmesi hazırladım, Evi, Arabayı ve Şirkettin 30% ona verecektim. Sözleşmeye kısa bir süre baktı ve yırttı. 10 yıl hayatımı paylaştığım bu Kadın bana yabancı olmuştu. Onun harcadığı zamana ve enerjiye üzülüyordum, ama geri dönemezdim, Jane'e çok aşık olmuştum. Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, bu benim beklediğim bir tepkiydi. Onun ağlaması benim hafiflememe sebep olmuştu. Bir süredir aklımdan geçiriyordum boşanmayı, bu fikir bende saplantı haline gelmişti ve şimdi bu duyguyu daha da güçlü hissediyordum ve doğru karardı.

Bir sonra ki akşam eve geç gelmiştim ve Eşimi Masada yazı yazarken gördüm. Çok uykum vardı ve Akşam yemeğini yemeden uyumaya gittim. Jane ile geçirdiğim o kadar saat beni yormuştu. Bir ara uyandım ve onu hala yazı yazarken gördüm Masa da. Ama bu benim Umurumda değildi ve başımı çevirip uyumaya devam ettim. .

Ertesi sabah bana Şartlarını yazı halinde sundu. Benden hiç bir şey istemiyordu, sadece boşanmamızı ilan etmek için 1 ay müsaade istedi ve bu zamanda normal bir Aile gibi davranmamızı istedi. Bunun sebebi Oğlumuzun 1 ay sonra Sınavların olması ve bu dönemde ona bu yükü bindirmemekti. Bu kabul edilebilinir. Bir şey daha vardı, benden onu Evlilik Gecesinde onu kapıdan içeriye nasıl taşıdığımı hatırlamaktı, ve 1 ay boyunca her sabah onu Yatak odasında Kapıya kadar taşımamı istedi. Kafayı yediğini düşündüm, ama son günlerimizin iyi geçmesi acısından, kabul ettim.

Sonra bu şartlardan Jane bahsettim, yüksek ses ile gülüp bunun çok saçma olduğunu ve eninde sonunda Boşanmayı kabul etmek zorunda kalacağını söyledi.

Eşimle boşanma konusunu açtığımdan beri Fiziksel temasta bulunmadık. Bu sebepten ilk gün onu kucağıma alıp kapıya götürdüğümde tuhaf bir duygu yaşadım. Oğlumuz arkamızda duruyordu ve alkış yapmaya başladı 'Babam Annemi kucağında taşıyor' bu onu çok sevindirmişti, Sözleri canımı acıtmıştı... Yatak odasından Evin Kapısına kadar 10 metre taşıdım. Eşim gözlerini kapattı ve kulağıma' Oğlumuza boşanmamızdan bahsetme' diye fısıldadı. Bende başımı öne eğerek tamam dedim, ve içime bir üzüntü çöktü. Kapı önünde onu bıraktım Eşim Otobüs durağına gitti ve onu İşe götürecek olan Otobüsü bekledi. Bende tek başıma Ofise gittim.

2. Gün bu oyunu oynamak bize daha kolay gelmişti. Eşim başını Göğsüme yasladı, ve onun kokusunu duydum. Birden Eşime uzun süredir bakmadığımı anladım. Ve onun Evlendiğim zaman ki kadar Genç olmadığını fark ettim. Yüzünde hafif çizgiler oluşmuş saclarına ak düşmüştü. Gecen yıllar öylesine yanından geçmemişti, O an kendime ona bununla neler yaptığımı sordum.

4. Gün onu kucağıma aldığımda bir güven duygusu yaşadım. Bu bana Hayatının 10 yılını Hediye eden Kadın.

5. Gün bu güven duygusu daha da büyümüştü. Bundan Jane bahsetmedim. Günler geçtikçe onu taşımak daha da kolaylaşmıştı, belki de bu sayede yaptığım antrenman dan dolayıdır bu.

Bir Sabah onu ne giyeceğini düşünürken izledim. İsyan ederek her gün kıyafetlerin biraz daha bol geldiğini söyledi. Birden onun ne kadar süzüldüğünü ve kilo verdiğini fark ettim. Demek ki onu her sabah daha kolay taşıyabilmemin sebebi buydu. Birden yüzüme yumruk gibi vurdu. Bu kadar Acıyı ve Üzüntüyü Kalbinde taşıyordu. Farkında olmadan başını okşadım. O an Oğlumuz da geldi ve ' Baba Annemi taşıman lazım ' dedi. Bu hayatımızın bir parçası olmuştu, Babasının Annesini odadan Kapıya taşıması. Eşim Oğlumuzu yanına çağırdı ve ona sıkı sıkı sarıldı. Ben başımı cevirdim, son anda kararımdan vazgeçmek istemiyordum. Onu kucağıma aldım ve Yatak odasından Kapıya kadar taşıdım. Elini enseme koymuştu ve ben onu sıkı sıkı tutmuştum. Tıpkı Evlendiğimiz gün gibi.

Artık Huzursuzlaşmıştım bu kadar kilo vermesinden. Son Gün onu kucağım da taşıdığımda hareket etmedim. Oğlumuz okuldaydı ve Eşime Hayatımızda ki yakınlığın ne kadar eksildiğini söyledim. Ofise gittim arabadan fırladım kapıyı kilitlemeden bunun için zaman yoktu. Her anın kararımı değiştirmesinden korkuyordum ve Merdiven den yukarı koştum, yukarı varınca Jane kapıyı actı. Ona Karımdan boşanmayacağımı söyledim.

Şaşkın bir ifadeyle elini anlıma koydu ve ' Senin ateşin mi var' diye sordu. Üzgünüm Jane ama ben artık boşanmak istemiyorum dedim. Evliliğimizin renksiz kalması sevgi eksikliğinden değil, birbirimizin değerini unuttuğumuzdan dı. Şimdi aklıma geldi ki, ona Evlendiğimiz Gün kapıdan içeri taşıyınca ömrümün sonuna kadar Sadakat yemini verdiğimi........ Jane olayı anlayınca yüzüme bir tokat attı ve kapıyı kapatarak ağlamaya başladı. Hemen aşağı koşup ilk Çiçekçiye gidip Eşime bir Buket çiçek aldım, üzerinde ki Karta da'''seni her Sabah hayatımın sonuna kadar taşıyacağım'''' .

Eve vardığımda yüzümü bir gülümseme kapladı, elimde Çiçeklerle yatak odasına gittim ve Eşimi yatağın üstünde Ölü buldum. Eşim aylardır Kanser ile savaşıyordu ve ben Jane ile ilgilenmekten bunu fark etmemiştim. Fazla yaşamayacağını bildiği için, beni Oğlumun bana negatif tutumundan korumaya çalışmıştı . En azından Oğlumun gözünde iyi bir Eş olarak kalmamı istemişti.

İlişkide ki küçük şeylerdir önemli olan. Villalar, arabalar çok paralar değil . Bunlar hayatı kolaylaştırır ama asla Mutluluğun temeli olamazlar.

İlişkine zaman ayır ve ilişkinin güven ve huzur anlamına gelecek şeylere meşgul ol.

Mutlu bir beraberlik yaşa.

Bunu Paylaşmazsan sana birşey olmaz......
Ama paylaşırsan belki bir Evlilik kurtarırsın.
Çoğu Hayatların yıkılmasının sebebi, İnsanların Hedefe ulaşmaya az kala pes etmesindendir.

29 Mayıs 2012 Salı

SU SAVAŞLARI GELİYOR



Su ile gıda arasında güçlü bir bağlantı vardır. Hepimiz günde çeşitli şekillerde

ortalama 4 litre su tüketiriz. Bir günlük gıda üretimimiz için ise bunun 500

katı, yani 2000 litre su gerekir. Bu da kullanılan suyun %70 inin neden

sulamaya gittiğini açıklar. Kalan %20 sanayide, %10’u da konutlarda

kullanılır. Talep artmakta olduğundan sektörler arası rekabet de artmakta,

kaybeden taraf hep tarım olmaktadır.

Tekrar tekrar aynı hikaye ile karsılaşıyoruz: petrolde ve minerallerde olduğu

gibi üstel büyüme suda da küresel ölçüde sorun yaratmaktadır. Akıllı

mühendislikle artık istenen miktarda bütün suyu dünyanın her yerine

götürmek mümkün değil, kısacası su yetmiyor.

Suya olan talebin artısı nüfus artısı ile paralel ilerlemektedir. Her yıl dünya

nüfusuna katılan 8,3 New York’a eşdeğer 70 milyon kişi karnını doyurmak

zorundadır. Örneğin 1 kilo buğday üretimi için 1000 litre su harcanır.

1/1000’lik bu oranın nüfus artısıyla birleşmesi dünya çapında talebi

arttırmaktadır.

En fazla aşina olduğumuz su kaynakları göller, akarsular, barajlar seklinde

yüzeydedir. Bunların en güzel tarafı kendilerini yağan yağmurlarla, karlarla

yenilemeleridir. Yalnızca su son 40 yılda dünya nüfusu iki katın üstüne çıktığı

için bu kaynaklar yeterli olmaktan çıkıp yetersiz olma yolundadır. Neredeyse

bütün önemli akarsulara barajlar kurulmuş, setler çekilmiş, yolu değiştirilmiş

veya bölünmüş, bazı küçük akarsular da hepten kurumuştur. Mesaj açıktır. Su

kaynakları nüfusta yeni bir ikiye katlanmayı kaldıramaz. Eninde sonunda su

nüfus artısına ve ekonomik büyümeye sınır getiren baslıca faktör olacak.

Öte yandan, en önemli su kaynakları Akifeler halinde toprağın altındadır.

Akifeler göz önünde olmadıklarından pek az kişi oralarda neler olup bittiğinin

farkındadır. Oysa bunlar da hızla tükenme yolundadır.

Aslında Akifeler de petrol gibi binlerce yılda oluşmuş fosil kaynaklardır.

Kendini yenilemesi ultra yavaş olduğundan bir kere tükendi mi geri dönüsü

yoktur. Buna rağmen dünyanın her yerinde sürdürülemez oranlarda yer yüzüne

pompalandıklarından bir süre sonra yeterli su sağlayamaz durumu

geleceklerdir.

Amerika’nın ihraç ettiği her bir ton tahıl aslında bin ton su demektir. O yüzden

bazı kurak ülkeler tahılı kendi çatlamış topraklarında yetiştirmeye

çalışmaktansa ithal etmeyi tercih etmektedirler. Yeni kuyular açmaktan veya

tuzlu suyu arıtmaktan daha ucuzdur.

Akifeler olmazsa, Suudi Arabistan’daki gibi kurak tarım alanları tamamen

terk edilir, daha ılıman bölgeler de susuz tarıma dönmek zorunda kalırlar ki bu

da verimde önemli düşüş demektir.

Yarın öbür gün tahıl kıtlığının nerelerde yoğunlaşacağını tahmin etmek için

bugün suyun nerelerde azalmakta olduğuna bakmak yeter. Dünyanın en

kalabalık ülkeleri olan Çin, Hindistan, Pakistan ve Meksika’da, Orta Dogu ve

Kuzey Afrika’nın tamamında yer altı suları hızla tüketilmektedir.

Bu değerli kaynağın böylesine çarçur edilmesinin bedelini ödemenin vakti

gelmektedir. Sonuç hem bu ülkeler için hem de önemleri dolayısıyla tüm

dünya için felaket olacaktır demek abartı değildir.

Su sıvı olduğundan ve kolayca aktığından bir özelliğinin farkında olmayız hiç;

su ağırdır. Kenarları 1 m olan bir küp su 1 ton çeker. Aşağı akısı kolaydır ama

yukarı çekmeye kalktığınızda ağırlığını fark edersiniz.

Suyu çok derinlerden yeryüzüne çıkarmak enerji yoğun bir işlemdir. Tarımda

kullanılan enerjinin %13’ü sulamaya gider. Hindistan’ın bazı bölgelerinde

kullanılan toplam enerjinin yarısı git gide derinlere kaçan suyun çıkarılmasına

harcanmaktadır. Akifeler boşalıp kuyular derinleştikçe harcanan enerji miktarı

da artacaktır ki bu da artan petrol fiyatlarıyla paralel gıda maliyetlerine

yansıyacaktır.

Bizatihi enerji üretiminde de çok su harcanır. Nükleer ve kömür santrallerini

soğutmak için muazzam miktarda su kullanırlar. Bir kilo watt saat elektrik

üretimine 8 litre su gider. _sin tuhafı en fazla suyu hidroelektrik santralleri

“tüketir” zira barajlarda buharlaşma yoluyla çok fazla su kaybı olur.

Bulunduğumuz noktada sormamız gereken şey “Su kaynaklarımızı sürekli

büyümeye imkan verecek şekilde nasıl yönetebiliriz?” değil, “Su kullanımımız

bir gün sınıra ulaşacağına göre bu sınıra kendi şartlarımızla mı yaklaşmalıyız

yoksa doğanın şartlarıyla mı? ” olmalıdır.

7 milyarı asan ve bu hızlı artışla 2050 de 9 milyar olması beklenen dünya

nüfusu artan su ihtiyacını nereden karşılayacak? Uluslar su için kavgaya, hatta

savaşa girecekler mi? Su kıtlığında ve dolayısıyla mahsul ve gıda kıtlığında

neler olabileceğini tahmin etmek güç değil. Onun için ne pahasına olursa olsun

Büyüyelim mantalitesini terk etmenin zamanı çoktan geldi.

www.ozetkitap.com



10 Mayıs 2012 Perşembe

OKUMANIZ GEREKEN BİR HİKAYE

KESİNLİKLE OKUMANIZ GEREKEN BİR HİKAYE OKUDUKTAN SONRA ZATEN PAYLAŞIRSINIZ




Yıl 1943.

Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.



... Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:



“Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.



– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?

– Alıyorum.

– Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten…



23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.



O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir.



Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var.



O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır.



İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.



Kütüphaneye de bir yazı asar:



“Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.”



Köydeki çocuklar şaşırır.

Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var.



Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.



“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der.



Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir.



Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.



Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar.



Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.



Zenith ve Singer’e mektup yazar:



“Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.



Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.



Girişimcilik ne biliyor musun?



Bulunduğun yere yenilik katmalısın.



Mutlaka adım atmalısın.



Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.



Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.



www.kitaptiri.com



OKUMAK VE OKUTMAK ADINA GÜZEL BİR ŞEYLER OLUYORSA

NE MUTLU BİZE...Devamını Gör

Beğenmekten VazgeçBeğen · · Paylaş

27 Nisan 2012 Cuma

DÜNYA SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YÖRÜNGEDEN NE KADAR UZAKLIKTA?








Brundtland Raporu’ndan, 1992’de Rio de Janeiro, Brezilya’da düzenlenmiş olan

... Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’ndan (Rio Dünya Zirvesi) ya da Rio

ilkelerinin teyit edildiği 2002 Johannesburg Zirvesi’nden bu yana gerçekten ne değişti?

1990 – 2010 arasında gerçekleşen değişimlere genel eğilimler açısından bakarsak;

Ozon tabakasının incelmesi önemli ölçüde yavaşlamıştır, 1980 öncesi

seviyelerine 2060 ile 2075 arasında döneceği tahmin edilmektedir.

Antarktika üzerinde büyük bir ozon “deliğinin” fark edildiği 1980’lerin sonlarından

itibaren, dünyanın koruyucu tabakası olan stratosferik ozonun incelmesi en önemli

çevresel kaygılardan biri haline gelmiştir. Ozon tabakası giderek iyileşmekte..

1992-2010 döneminde dünya ekonomisinin toplam GSYİH’sı %75 ve kişi

başına geliri % 40 büyümüştür ancak dünya nüfusun en zengin %10'luk kısmının

ortalama geliri en yoksul %10’luk kısmın gelirinin yaklaşık dokuz katıdır.

Gelişmekte olan ülkelerde 2000 ve 2008 yılları arasında yetersiz beslenen

insan sayısı yaklaşık 20 milyon artmıştır. Başta Afrika ülkeleri olmak üzere açlık

artmaya devam etmektedir.

Dünyada 7 milyar nüfusu bile rahatça besleyecek yeterlilikte küresel gıda üretimi

gerçekleştirilmektedir. Ancak, gıdaya ulaşım bir sorun olarak devam etmektedir. Bir

yandan açlık giderek artarken diğer yandan gıda fiyatları da sürekli artmaktadır.

Her yıl 5,2 milyon hektar orman alanı kaybedilmektedir.

Kaybedilen ya da dönüştürülen orman alanları 1990’larda yıllık yaklaşık 16 milyon

hektar iken, 2000-2010 yılları arasındaki kayıplar yıllık yaklaşık 13 milyon hektardır.

Ormansızlaşma oranı azalma belirtileri gösterse de, dünya hala alarm verici şekilde

orman alanlarını kaybetmektedir.



Dünya nüfusunda toplam yetişkinlerin %16’sı - 793 milyon insan (üçte ikisi

kadın) hala temel okuma yazma becerisine sahip değildir.

1999-2008 döneminde okur-yazarlık oranları artmasına rağmen artış oldukça yavaş

seyretmektedir.



En az gelişmiş ülkelerde bu artış 6 yıl olarak gerçekleşmişken, bu ülke vatandaşları

dünya ortalamasından 11 yıl daha az yaşamaktadır



884 milyon kişi temiz suya erişimden yoksun ve dünya nüfusunun sadece

57’si temiz içme suyu elde edebiliyor.

Dünya nüfusunun %20’sinin, yani 1,3 milyardan fazla insanın, güvenilir

elektriğe erişimi yoktur.

2,7 milyar insan ise hala pişirme ihtiyaçları için geleneksel biyoyakıt kullanmaktadır.

Geçtiğimiz yıllarda, ısınma ve ulaşımda kullanılan yenilenebilir enerjinin payı artmış ve

küresel toplam enerji tüketiminin %16’sına ulaşmıştır.







_ Dünya enerji ihtiyacı 2010 yılında %5 artmıştır. Yani, CO2 emisyonu yeni bir rekora

taşındı.

_ Fosil kaynaklı yakıtların kullanımını gerektiren projelere verilen devlet sübvansiyonları

400 milyar Dolar’ a ulaştı. Buna rağmen elektriğe ulaşımı olmayan insan sayısı aynı

kaldı. Dünya nüfusunun %20 si hala elektrik kullanamıyor. Bu yüzdenin sayısal

karşılığı: 1,3 milyar insan.

_ OECD üyesi olmayan ülkeler nüfus artışının %90’ından, ekonomik büyümenin %70

inden ve 2010 – 2035 arasında ortaya çıkacak olan enerji ihtiyacının %90’ından

sorumlular.

_ 2035 yılında Çin’ in kişi başı enerji tüketim miktarı Amerika’nın yarısı seviyesinde

olurken toplam enerji tüketimi Amerika’ dan %70 daha fazla olacak.

_ Yenilenebilir enerji, enerji ihtiyacındaki artışın ancak yarısını karşılamaya yetiyor.

_ 2017 yılına kadar gerekli önlemler alınmadığı takdirde 2035 yılında beklenen ısı artışı:

6oC. Aynı senaryo önlemler alınsa bile 2oC’lik bir ısı artışını öngörüyor.

_ Kritik CO2 salınımının %80 ine çoktan ulaşılmış durumda; enerji ihtiyacı hızla artarken

enerji verimliliği ile ilgili maalesef önemli bir başarı elde edilemedi. Bunun manası şu:

2035 yılı için öngörülen CO2 emisyonuna 2017 de ulaşılmış olacak.



2030 yılında dünya nüfusunun en az 1.3 milyar kişi daha artacağı, gıda ‘da % 50, su’da

% 40, enerji’de %35 oranında bir açığın oluşacağı bugünden biliniyor ise; daha ne

bekliyoruz? 2030’larda; açlık ve susuzluktan komşu ülkelere 100 milyonlarca insanın

zoraki göçlerini engellemek için çıkacak savaşları mı?



www.ozetkitap.com

Devamını Gör

http://www.ozetkitap.com/

www.ozetkitap.com

16 Nisan 2012 Pazartesi

BİZİ BÜYÜK BİR SAVAŞ BEKLİYOR

Ahmet Şefik Mollamehmetoğlu




LÜTFEN BU METNİ SABIRLA SONUNA KADAR, ÖNYARGISIZ OKUYUN, İSTERSENİZ PAYLAŞIN... HANGİ ZEMİNİN ÜZERİNDE OTURDUĞUNU VE HANGİ MİRASI ALDIĞINI BİLMEYEN SADECE BAŞKALARININ KÖLESİ OLUR... İşte o müthiş metin:



Atatürk'ten İsmet Paşa'ya





"SEVGİLİ Paşam, Cumhuriyet'in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın.



Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız.



Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet'le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60'ı geçiyor.



Nüfusun % 80'i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan'dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek.



İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet'in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz.



Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyet'e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız.



Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun!"





Tarih 30 Ekim 1923... Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa'yı Köşk'e davet eder. Ülkenin genel durumu hakkında hazırlattığı raporları İsmet Paşa'ya böyle sunar. Atatürk ve arkadaşlarının devraldıkları ülke işte böyle perişan durumdaydı. 10 Kasım'da parlak nutuklar atarak, bağlılıklarımızı bildirerek andığımız Atatürk'ün nasıl bir mucize yarattığının bilincinde miyiz? Bugün ona sahip çıkabiliyor muyuz? Yoksa sadece nutuk mu atıyoruz?





(*) Cumhuriyet-Türk Mucizesi, ikinci kitap-TURGUT ÖZAKMAN

— Göksal Sönmez ile birlikte.



1 Şubat 2012 Çarşamba

ÇOCUĞUNU DİNLEMEYEN ANNE VE BABALAR YÜZÜNDEN HAPİSHANELERİMİZ TIKLIM, TIKLIM DOLUDUR.


Dinlemeyen toplum olunca, tanınmayan toplum oluruz ve o toplumda yetişen insanlar kendi değerlerini bulamazlar.



Ailede dinlenmeyen çocuk,kendisini dinleyen arkadaşlarına uyar.Kötü alışkanlıkları onlara uyarak geliştirir.Gençleri dinlemeyen toplum ancak suç işlediği zaman onları varsayar ve polisiyle hapishanesiyle onları karşılar.

Kaynak :Doğan CÜCELOĞLU İçimizdeki Biz kitabının (sayfa 209 )



30 Ocak 2012 Pazartesi

BAŞARININ SIRRI



Bir şeyi başarmak istiyorsan, risk alınmalıdır, çünkü yaşamda en büyük tehlike hiç risk almamaktır.Hiç risk almayan kişi, hiçbir şey yapamaz, hiçbir şey elde edemez ve hiçbir şey olamaz. Acı çekmekten kaçınabilir, ama elbette öğrenemez, gelişemez duyumsayamaz, değişemez, sevemez yaşayamaz.Kendi zincirlerine bağlanmış bir köledir. Özgürlüğü yitirmiştir.



Kaynak: John Maxwell ‘IN Kazanan TUTUM kitabı sayfa (84)



5 Ocak 2012 Perşembe

Moore Yasası Nedir.

Moore YasasıVikipedi, özgür ansiklopediAtla: kullan, ara




Moore YasasıMoore Yasası, Intel şirketinin kurucularından Gordon Moore'un 19 Nisan 1965 yılında Electronics Magazine dergisinde yayınlanan makalesi ile teknoloji tarihine kendi adıyla geçen yasa.



Her 18 ayda bir tümleşik devre üzerine yerleştirilebilecek bileşen sayısının iki katına çıkacacağını, bunun bilgisayarların işlem kapasitelerinde büyük artışlar yaratacağını, üretim maliyetlerinin ise aynı kalacağını, hatta düşme eğilimi göstereceğini öngören deneysel (ampirik) gözlem.



1965 yılında, "mikroişlemciler içindeki transistör sayısı her yıl iki katına çıkacaktır" diyen Moore, daha sonraları 1975 yılında bu öngörüsünü güncellemiş ve her iki yılda bir iki katına çıkacak şekilde düzeltmiştir. Moore "18 ayda bir" ifadesinin de kendisi tarafından söylenmediği konusunda da ısrar etmiştir. Kendisi tarafından hiçbir zaman yasa olarak tanımlanmayan ifadesi, Kaliforniya Teknoloji Üniversitesi profesörü ve yüksek ölçekli indirgeme konusunun öncülerinden biri olan Carver Mead tarafından bu şekilde adlandırılmıştır.



Sözün ilk söylendiği 1965 yılından bu yana bu yasa çoğunlukla geçerli olmuştur. Yasa temel olarak bir tümleşik devrenin fiziki boyutunun devreyi oluşturan transistör sayısının karesiyle değiştiği anlamına gelir. Örneğin tümleşik devre bünyesindeki transistör sayısı iki katına çıkarsa devrenin boyutu dört katına çıkar.



Optik litografi yöntemi ile üretilen tümleşik devrelerde günümüzde silisyum yongalar üzerinde 65 nanometre (1 nanometre = 10-9m) boyutuna kadar büyüklüklerde, yani yaklaşık olarak 600 silisyum atomu boyutunda yapılar oluşturulabilmektedir. Kullanılan morötesi ışık dalga boylarının, atom fiziksel boyutlarının sınırlılığı ve küçük yapıların yüksek frekanslarda çalıştırılmasında ortaya çıkan çalışma düzensizlikleri, yeni bir tümleşik devre teknolojisi geliştirilemez ise Moore yasasının kısa bir süre içerisinde geçerliliğini yitireceğini göstermektedir.



Gordon Moore, 13 Nisan 2005 tarihinde kendisi ile yapılan bir söyleşide, öngörüsünün kısa bir zaman içinde geçerliliğini yitirebileceğini ifade etmiştir.



Nisan 2005'te Intel firması 19 Nisan 1965 tarihli Electronics Magazine dergisi sayısını satın almak için 10.000 ABD Doları teklif etmiştir

Bu Kaynak Adresi:http://tr.wikipedia.org/wiki/Moore_Yasas%C4%B1