11 Aralık 2010 Cumartesi

Düşünme hızında çalışmak

Web dünyadaki becerikli insanların önüne çıkacak fırsatların daha eşit olmasını sağlayacaktır.Eğer bugün bir kişinin yıllık gelirini tahmin etmeniz istense, bunun için tek bir soru sormanıza izin verilse,soracağınız nazik sorunun"Hangi ülkede yaşıyorsunuz?" olması gerekir.Bu sorunun nedeni ülkeden ülkeye çok büyük değişiklikler gösteren maaşlardır. 20 yıl sonra, birinin gelirini tahmin etmeniz gerektiğinde soracağınız en uygun soru"EĞTİMİNİZ NE ?" olacaktır.

Bill GATES

7 Kasım 2010 Pazar

Kimyonun yararları

(ÇÜ) Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tamer Tetiker, ''Türk mutfağında önemli bir yere sahip olan kimyon, başta mide ve bağırsak gazı olmak üzere birçok rahatsızlığa doğal çözüm sağlıyor'' dedi.

  • Prof. Dr. Tetiker, birçok baharat gibi kimyonun da yemeklere lezzet vermesinin yanı sıra bileşimindeki maddelerden dolayı vücut metabolizmasına olumlu katkı sağladığını ifade etti.
  • Kişilerin herhangi bir metabolizmal hastalığa yakalanmadan bu tür baharatları tüketerek, sağlıklarını güvenceye alabileceklerini belirten Prof. Dr. Tetiker, kimyonun içerdiği özellikler bakımından bağırsak gazı olmak üzere birçok rahatsızlığa doğal çözüm sağladığını vurguladı.
  • Türk mutfağında önemli bir yere sahip olan kimyonun, başta mide ve bağırsak gazı olmak üzere birçok rahatsızlığa doğal çözüm sağladığına dikkat çeken Prof. Dr. Tetiker, "Hindistan ve Meksika mutfağında da önemli yere sahip olan kimyonun ağrı kesici özelliğinden bahsediliyor. Çinliler de bu baharatı geleneksel tıpta mide şişkinliği, gaz şikayetleri için yıllardır kullanıyorlar" dedi.
  • Tetiker, "Kimyonun, fareler üzerinde yapılan çalışmalarda kan şekerini düşürücü etkisinden de bahsediliyor" diye konuştu.
  • Kimyonun, özellikle bulgurlu gıdaların mide ve bağırsaklarda yarattığı gaz ve sıkışma hissini en az düzeye indirdiğini vurgulayan Prof. Dr. Tetiker, kimyonun, idrar söktürücü, sinirleri uyarıcı, iştah açıcı veterletici etkisinin de bulunduğunu kaydetti.
  • Bebekler için
  • Mide ve bağırsak gazı şikayetlerinin kadınların hamilelik dönemlerinde yoğunlaştığını belirten Prof. Dr. Tetiker, "Bu dönemde kimyon kullanımını öneriyoruz. Ayrıca, bebek ve çocuklarda da sindirim güçlüğü durumunda kullanılabilir. Bebeğini emziren annelerde ise kimyonu özellikle tavsiye ediyoruz. Çünkü, annenin aldığı gaz yapıcı gıdalar süte de geçtiği için bebeğe verdiği rahatsızlık annenin sindirim sisteminde oluşan rahatsızlıktan daha fazla oluyor" diye konuştu.
  • Kimyonun midesi hassas kişilerde irritasyon (tahriş) denilen rahatsızlıklara yol açabileceği uyarısında bulunan Prof. Dr. Tetiker, "Bu nedenle her gıda maddesinde olduğu gibi kimyonun tüketiminde de aşırıya kaçılmamalı. Bunun dışında kimyonun bilinen bir yan etkisi bulunmuyor" dedi.
  • Kimyon
  • Akdeniz kökenli ve maydanozgiller familyasından olan kimyon, Orta Anadolu, Eskişehir ve Konya dolaylarında üretiliyor.
  • 15-60 santimetreye kadar uzayan kimyon bitkisi, yaz mevsiminde şemsiyeler şeklinde beyaz ve pembe renkte çiçek açıyor.
  • Bu çiçekler olgunlaştığında, kimyon adıyla baharat olarak sarımsı esmer renkli tohumlar veriyor. Güneşli ve kısmen gölgelik yerleri, suyu iyi akıntılı toprakları

merhabalar hocam çok haklı ben 56 yaşında bir bayanım kimyonu anneannem anneme tavsiye etmiş ve o yıllardan beri ben mutfağımdan hiç eksik etmiyorum vede şimdiye kadar mide bağırsaklarımdan hiç şikayetim olmadı,et yemeklerinde kuru bakla gillerdede gaz yapmaması için kullanıyorum sağlık vede lezzet veriyor bir ateşin verdiği.sıtma için bire bir yarım çay kaşığıkimyon 1 diş sarmısak azıcık tuz bir parçaekmeğin içine koy ve ye 30 dakikasonra sonuç mükemmel syn açıklayıcı bilgilerinizden dolayı allah sizden razı olsun

26 Aralık 2009 10:52

5 Kasım 2010 Cuma

GÜNLÜK EL PROGRAMI

Yalnız bir şeye çok ihtiyacımız vardır.Çalışkan olmak.Milleti çalışkan yapmak.Servet ve onun doğal neticesi olan refah ve sadet yalnız çalışkanın hakkıdır.

Mustafa Kemal ATATÜRK

GÜNLÜK EL PROGRAMI

:

SAAT

PROGRAM

UYGULAMA

YENİ PROGRAM

06:00-07:00

Kitap oku

Kitap Okumalısın

07:00-08:00

Kahvaltı, egzersiz

Sorun yok

08:00-17:00

İş- okul

Mecburum

17:00-18:00

Eve gel- Dinlen

Sorun yok

18:00-19:00

Yemek ye

Sorun yok

19:00-20:00

Ders çalış

Ders Çalış

20:00-21:00

Bilgisayarda çalışma

Derslerinle ilgili Çalışma.

21:00-22:00

TV. İzle

Dinlenme

22:00-23:00

Okulda Gör. Derslerini

Derslerini Tekrar etmelisin

23:00-06:00

Uyu

Sorun yok

Yarını güvence altına almaya çalış; zira insanın ölümünden sonra düşmanlarına servet bırakması, hayatında dostlarına muhtaç olmasından iyidir.

31 Ekim 2010 Pazar

Duygusal zekanızın derecesi hakkında kabaca da olsa, bir fikriniz olmasını istiyorsanız, bu kısa test sizin için faydalı

Mümkün olduğunca dürüst davranarak cevap verdiğinizde, aynı kademedeki arkadaşlarınızın, yöneticilerinizin ve size bağlı çalışan kişilerin, size karşı olan bakış açılarını ölçebilirsiniz. Kendinize 1 ile 4 arası puan verin. 4= Tamamen bana uygun 3= Uygun 2= Uygun değil 1= Hiç uygun değ

1. Zor anlarda bile, genellikle sakin ve olumlu kalabilirim.

2. Stres altındayken bile, elimdeki iş üzerinde sağlıklı düşünebilir ve işimin üzerine odaklanabilirim.

3. Hatalarımı kabul edebilirim.

4. Genellikle veya her zaman verdiğim taahhütleri yerine getirir ve verdiğim sözleri tutarım.

5. Hedeflerime ulaşmada kendi sorumluluğumu bilirim. 6. İşimde dikkatli ve düzenliyimdir.

7. Düzenli olarak, farklı kaynaklardan orijinal fikirler ortaya çıkarmak isterim.

8. Yeni fikirler üretmede iyiyimdir.

9. Karmaşık talepleri ve değişen öncelikleri kolaylıkla idare edebilirim.

10. Amaçlarıma ulaşmak için, güçlü bir eğilimle sonuç odaklıyımdır.

11. Teşvik edici hedefler belirlemeyi severim ve onlara ulaşmak için hesaplanmış riskler alabilirim.

12. Benden genç insanlardan da tavsiye alarak, performansımı nasıl geliştirebileceğimi öğrenmeye çalışırım.

13. Kurumsal ve önemli bir hedefe ulaşabilmek için fedakarlıklarda bulunmaya hazırım.

14. Şirketin misyonunu kabul eder ve onunla özdeşleşebilirim.

15. Ekibim, bölümüm veya şirketimin değerleri kararlarımı etkiler ve yaptığım tercihleri ortaya koyar.

16. Şirketimin genel hedeflerimi ileriye götürmek için aktif olarak uygun fırsatlar peşinde koşarım ve diğerlerinin bana yardım etmesine izin veririm.

17. Şu anki işimde ihtiyaç duyulan ve benden beklenen hedeflere ulaşmak için uğraşırım.

18. Engeller ve aksilikler beni kısa bir süre için yolumdan alıkoyabilir ancak durduramaz.

19. Kırmızı çizginin ötesine geçerek, eskimiş kuralları çiğnemek bazen gereklidir.

20. Yepyeni bir işe kalkışmak bile olsa, orijinal bakış açılarını yakalamak isterim.

21. Koşullar değiştiği takdirde, bende taktiklerimi çabucak değiştirebilirim.

22. Bazı işlerin daha iyi yapılmasının yollarını bulma ve belirsizlikten kurtulmak için, yeni bilgiler peşinde koşmak en iddialı olduğum şeydir.

23. Başarısızlık korkusu yaşayacağıma, başarı ümidiyle hareket ederim.

24. Üzüntü verici duygular ve dürtülerim işimde elimden gelenin en iyisini yapmama engel olur.

25. Genellikle kendimin ya da başkalarının kişisel kusurları için sorunlar ortaya çıkarmam

Değerlendirme: 70 puanın altında alınan puan, bir problem olduğunu gösterir. Puanınız çok düşükse, ümitsizliği kapılmayın. Artık duygusal zekanın geliştirilebildiğini biliyorsunuz. Duygusal zeka, aslında hepimizin farklı derecelerde yaşam boyu geliştirdiğimiz bir şeydir. Buna olgunluk da diyebilirsiniz

30 Ekim 2010 Cumartesi

Duygusal Zekâsı Yüksek Çocuk Yetiştirmenin Altın Kuralıarıekâsı

Yüksek Çocuk Yetiştirmenin Altın Kuralları

Çocuklar her an değişebiliyorlar. Bir an oldukça neşeliyken, beş dakika sonra ağlayıp kızgın bir boğa gibi oyuncaklarını odanın içinde oradan oraya fırlatabiliyorlar. Özellikle engellendikleri zaman ne yapacakları kestirmek oldukça güç. Birçok ebeveyn gibi siz de, bu sinir bozucu dönemlerde nasıl tepki vermeniz gerektiğini bilmenin zor bir şey olduğunu düşünebilirsiniz. Aslında hiç de zor değil. Tek yapmanız gereken yazımızı okumak! Uzmanlar bu çocukluk çağı çöküşlerinin aslında çocuğunuza erken yaşta -duygusal gelişiminde sıçramalar ve ilerlemeler kaydettiğinde- kendisini nasıl sakinleştirebileceğini ve güçlü duygularını nasıl kontrol edebileceğini öğretmek için en iyi fırsat olduğuna inanıyorlar ve ailenin güvenli çemberinin bu hayat derslerini öğretmek için en iyi ve en güvenli yer olduğunu düşünüyorlar. O halde ne yapmak gerek? Psikolog John Gottman “Duygusal Zekâsı Yüksek Çocuk Yetiştirmek” adlı kitabında, çocuğunuza öfke, engellenme ya da karışıklık gibi büyük duyguları anlamasına ve kontrol altına almasına yardım ettiğinizde, onun duygusal zekâ bölümünü ya da duygusal IQ sunu da geliştireceğinizi söylüyor. Gottman ayrıca, yüksek duygusal zekâya sahip bir çocuğun daha düşük duygusal IQ ya sahip bir çocuğa göre, duygularıyla çok daha iyi başa çıkabileceğini, yoğun duygusal rollerden kendisini soyutlayabileceğini, başkalarını anlayabileceğini ve iyi ilişkiler kurabileceğini ve güçlü arkadaşlıkları çok daha kolay şekillendirebileceğini söylüyor. Diğer uzmanlar da, duygusal IQ nun çocukları kişilerarası ilişkilerini başarılı bir şekilde yönlendiren, kendinden emin, sorumluluk sahibi ve başarılı yetişkinler olmalarındaki önemi noktasında hem fikirler. Peki, çocuğunuzun duygusal IQsunu geliştirmesine nasıl yardımcı olabilirsiniz? Gottman çocuğunuza duygularını analiz etmesini ve çatışmalarını kontrol etmesini öğretirken kullanabileceğiniz bir dizi adımlardan oluşan “duygusal koçluk” adını verdiği bir taktiği öğretiyor. İşte bu taktiğin işleyişi: • Çocuğunuz size nasıl hissettiğinden bahsettiğinde ona yakın dikkat gösterin ve daha sonra sizinle paylaştıklarını ona geri yansıtın. • Eğer zamanınızın büyük bir kısmını yeni doğan bebeğinizle harcadığınız için çocuğunuzun kendisini terkedilmiş hissettiğinden şüphelenirseniz, örneğin, ona her şeyin yolunda olup olmadığını sorun, eğer o da sizinle aynı fikirdeyse, ona “Haklısın. Annen bebekle gerçekten çok ilgileniyor.”diyebilirsiniz. • Daha sonra, onun söylediklerini anladığınızı göstermek için kendi hayatınızdan örnekler verin. Ona kendi kardeşiniz babanızla eğlence parkına gitmeye başladığında ve siz gidemediğinizde nasıl hissettiğinizi ve kendi anne babanızın sizi daha iyi hissettirmek için neler yaptığını anlatın. Bu, çocuğunuza herkesin bu duyguları yaşayabileceğini ve geçireceğini anlatacaktır. Çocuğunuzun duygularını adlandırmasına yardım edin Çocuklar sınırlı kelime haznesi ve sebep-sonuç ilişkisini kavramadaki yetersizliklerinden dolayı, sık sık duygularını tanımlamakta sıkıntı yaşıyorlar. Çocuğunuzu, ona duygularını tanımlaması için etiketler vererek duygusal kelime haznesini oluşturması konusunda cesaretlendirebilir siniz. Eğer parka gidemediği için düş kırıklığına uğramış gibi davranıyorsa “Bunun için üzülüyorsun, öyle değil mi?” diyebilirsiniz. Ayrıca onun bazı şeylerle ilgili güçlü duygularının çatışmasının normal olduğunu bilmesini sağlamalısınız – örneğin, kreşteki ilk haftası boyunca hem heyecanlanmış hem de korkmuş olabilir. Eğer çocuğunuz sebepsiz yere üzgün ve sinirli görünüyorsa, büyük resme bakmayı ve onu üzen şeyin ne olabileceğini düşünmeyi deneyin. Son zamanlarda nasıl hareket ettiniz? Siz ve eşiniz onun bulunduğu ortamda hiç tartıştınız mı? Eğer her şeyin yolunda gittiğinden emin değilseniz, o oyun oynarken izleyin ve onu dinleyin. Çocuğunuzun duygularını onaylayın Çocuğunuz, sizinle birlikte bir puzzle yapamadığı için çıldırmış hale geldiğinde ve öfke nöbeti geçirdiğinde, ona “ Bu kadar üzülmeni gerektirecek bir şey yok” demek yerine bu tepkisinin normal olduğunu kabul edin. “Bir puzzle’ı bitiremediğinde bu durum senin gerçekten sinirlerini bozuyor, öyle değil mi?” deyin. Ona tepkilerinin yakışıksız ve haddinden fazla olduğunu anlatarak, onları bastırması gerektiğini hissettirin. Öfke nöbetlerini öğrenme araçlarına dönüştürün Eğer çocuğunuz dişçiyle randevusu olduğunu duyduğunda sinirleniyorsa, onu muayene için hazırlayarak duygularını kontrol etmesine yardım edin. Onunla neden korktuğu, muayene boyunca neleri bekleyebileceği ve neden gitmeye ihtiyaç duyduğu hakkında konuşun. Ona bir zamanlar ezberden okuma öncesi yaşadığınız korku sahnesini ya da yeni bir işe başlarken yaşadığınız paniği ve arkadaşlarınızdan birinin sizi daha iyi hissettirdiğini anlatın. Duygular hakkında konuşmak çoğu yetişkinde olduğu gibi çocuklar için de aynı şekilde işler. Problem çözmeyi öğretmek için çatışmaları kullanın Çocuğunuz sizinle ya da diğer çocuklarla kafa kafaya gittiğinde, sınırlarını netleştirin ve daha sonra ona çözüme yönelik rehberlik edin. Örneğin, “Tahtadan kuleni devirdiği için kız kardeşine kızgın olduğunu biliyorum, fakat ona vuramazsın. Seni bu kadar kızdıran başka ne olabilir?” diyebilirsiniz. Eğer çocuğunuzun bir fikri yoksa ona seçme hakkı tanıyın. Öfke kontrolü uzmanı Lynne Namka çocuğunuza gergin olduğunda öncelikle karnını, çenesini ve yumruklarını kontrol etmelerini, “öfkeyi içinden atmak için” derin nefes almalarını ve kontrolü yeniden elde ettikleri için kendilerini mutlu hissetmelerini söylemenizi tavsiye ediyor. Daha sonra, Namka, çocuğunuza içindeki öfkesini dışarı atması için, örneğin “Sen bu şekilde bağırdığında çok öfkeleniyorum” gibi bir şeyle başlayabilir, güçlü bir ses kullanmasına yardım etmenizi söylüyor. Çocuklar, ancak diğer insanları öfkeleri yüzünden incitmedikleri sürece, öfkelerinin kabul edilebilir olduğunu bilmelidirler. Sakin kalarak ona örnek olun Çocuğunuz duygularını dışa vurduğunda nasıl tepki verdiğinizi de kontrol etmek isteyeceksiniz. Kızgın olduğunuzda incitici sözler kullanmamanız önemlidir. “Beni deli ediyorsun” demek yerine “Bunu yaptığında beni üzüyorsun” demeyi deneyin, böylece çocuğunuz problemin kendisi değil, davranışı olduğunu anlayacaktır. Çocuğunuzun kendine olan güvenini sarsacak şekilde aşırı suçlamalardan kaçınmaya dikkat edin. Ve bunlardan başka, kendi duygularınızla etkileşim halinde olun. Bazı ebeveynler çocuklarını rahatsızlık verici durumlardan ve zorluklardan koruyabilmeyi umarak kendi negatif duygularını görmezden gelirler. Fakat kendi gerçek duygularınızı saklamanız sadece çocuğunuzun kafasını karıştıracaktır. Örneğin, sinirliymiş gibi davranmadan sinirlendiğinizi itiraf ederek, çocuğunuza her zor duygunun kontrol edilebileceğini gösterebilirsiniz

Önce IQ ile ölçüldü insan zekası. Sonra duygusal zeka (EQ) gündeme geldi. 'Başarının anahtarı insanın duygusal zekasına bağlı' dendi. Şimdi ise yepyeni bir kavram ortaya atılıyor; başarma zekası. Yale Üniversitesi psikologlarından Robert Sternberg, 'Başarma zekası' isimli kitabında, iş ve özel hayatta başarılı olabilmek için neden sadece IQ ve EQ'nun yetmediğini anlatıyor. IQ, kişinin beyin kapasitesini ve kavrama yeteneğini belirliyor ve testlerle ölçülebiliyor. Emotional Intelligence diye anılan duygusal zeka ise kişinin kendisini tanıyarak çevresiyle iletişim kurma kapasitesini belirliyor. Dr Daniel Goleman'ın 'Emotional Intelligence' isimli kitabıyla ortaya attığı duygusal zekayı ölçebilecek testler bulunmuyor, ancak duygusal zeka kendini beş şekilde belli ediyor. YILDIZLAR ORTA ZEKALI Kendini tanımak; kendi duygularını ve bunun diğerleri üzerindeki etkilerini anlamak. Kendini kontrol etmek; istenmeyen olay ve ruh halinin üstesinden gelmek. Motivasyon: İşe tutkuyla bağlanıp çalışmak. Empati; Diğer insanların duygusal makyajlarını anlama kabiliyeti. Sosyal yetenekler; iletişim ve ilişkiler kurma yeteneği. Daniel Goleman, 'IQ ve teknik yetenekler hâlâ hangi meslekte başlangıç yapabileceğinizi belirliyor, ancak işi ne kadar iyi yapabileceğinizi değil' diyor. Goleman'a göre kariyer dünyasında başarıyı yakalamanın yolu 'duygusal zeka'dan geçiyor. Ancak Amerikalı Robert Sternberg ise kitabında bir adım daha ileri giderek başarı için 'başarma zekasını' ortaya atıyor. Amerikalı psikologa göre IQ ve EQ başarı için yeterli değil. Gerçi araştırmalara göre IQ'su yüksek insanlar, yani zeki kişiler genelde hayatlarında daha başarılı oluyor, iyi bir meslek seçip, rahat bir yaşantı sürüyorlar. Ancak mesleğinde yıldızlaşan yöneticiler, genelde ortalama zekaya sahip kişiler arasından çıkıyor. Hamburglu iş danışmanı Werner Sarges de bu konuda hemfikir. Sarges, 'Öyle yöneticiler var ki, IQ'ları 100 civarında, yine de çok iyi iş çıkarıyorlar' diyor. Çünkü bu yöneticiler yaratıcı çözümler bularak sorunların üstesinden gelmesini biliyorlar. Robert Sternberg'e göre kariyer hayatında başarı sağlamanın üç temel şartı var. IQ, yaratıcılık ve pratik zeka. Mesela başarma zekasına sahip kişiler, meseleyi tüm boyutlarıyla ortaya koyarak, en önemli sorunun üstüne gitmeyi biliyorlar. Yanlış sorunlarla uğraşıp detaylarla boğularak vakit kaybetmiyorlar. Sternberg teorisini şöyle açıklıyor; 'Zeka testleri, beyinsel engelli çocukları davranış bozukluğu olan çocuklardan ayırt etmek için geliştirildi. IQ kişinin gelecekteki başarısı konusunda fazla birşey söylemiyor. Başarı zekası ise başarılı olmak için gerekli özellikleri kapsıyor. Hepimiz yüksek IQ'lu, ama yaşamında fazla ileriye gidememiş insanlar tanırız. Testlerle ölçülebilen analitik zekayla birlikte kişinin yaratıcı ve pratik zekaya da sahip olması gerekir. Bu yetenekleri geliştirmeyi ve dengelemeyi beceren kişi, hayatta da yol alır.' Yaratıcılığın genelde diğer kişiler tarafından iyi karşılanmadığını belirten Sternberg, 'Bu nedenle insan fikirlerini, doğru zamanda diplomatik ve ölçülü bir şekilde ifade etmeli. Bu da pratik zeka gerektirir. Birlikte yaşadığı, çalıştığı kişilerin nasıl tepki verebileceğini önceden kestiren kişi hangi fikirlerin kabul görme şansı olduğunu bilir' diyor. BAŞARMA ZEKASI Yeni ortama ve değişimlere ayak uydurmanın en önemli yaratıcı ve pratik yeteneklerden biri olduğuna işaret eden Sternberg, başarma zekasının kişilere öğretilebileceğini kaydediyor. Başarma zekasını geliştirmek için çeşitli davranış formları olduğunu ifade eden Sternberg, 'Mesela eleştirel olmak, risk üstlenmek, doğru zamanlarda ısrarcı olmak; bir problemi çözmeye çalışırken, 'gerçekten doğru problemle mi uğraşıyorum' diye sormak -bu, iş hayatı kadar özel yaşam açısından da geçerli- Yönetici, politikacı ya da ebeveyn olarak öncelikleri iyi belirlemek; başarma zekasının gelişimi okul eğitimiyle sona ermez, yaştan bağımsız olarak onu geliştirebiliriz' şeklinde konuşuyor. Sternberg başarma zekasının iyi anlaşılabilmesi için de şu örneği veriyor; İki seyyah, ormanda yürüyüşe çıkmış. Birden bire karşılarında kocaman bir ayı belirmiş. Hayvan saldırdı saldıracak. Biri tabana kuvvet koşmaya başlamış. Diğeri ise oturup koşu ayakkabılarını giymeye çalışıyormuş. Kaçan, ‘‘Şimdi niye ayakkabılarla oyalanıyorsun?’’ diye sormuş beriki de cevap vermiş ‘‘Niye mi? Benim senden daha hızlı olmam gerekiyor da ondan’’

İşyerinde Duyguları Yönetebilmek Duygusal Zekayı Kullanabilmek

İlk kez John Mayer ve Peter Salovey´in 1989´da yayınladıkları makalelerinde kullandıkları Duygusal Zeka kavramı, içinde barındırdığı duygu kelimesinden yola çıkarak sanılabileceği gibi "duygusal olmak" anlamına kesinlikle gelmemektedir. Öncelikle; Duygusal Zeka, bildiğimiz ve alışık olduğumuz şekliyle, bilgi edinme, hatırlama, analitik düşünme ve problem çözme gibi Akılsal Zeka kavramı altında birleşen çeşitli bilişsel becerilere sahip kişiler için kullandığımız ´akıllı kişi´ kavramına yeni bir tanım getirir. Yaşamda başarılı olabilmesi için "akıllı kişi"lerin bu özelliklerin yanı sıra sahip olmaları gereken kişisel ve sosyal özellikleri bize hatırlatır. Duygusal Zeka kavramı, kısaca "kişinin hem kendi duygularının, hem de karşısındaki kişilerin duygularının farkında olması, onları anlaması, tanımlaması, kaynakları ve nedenleriyle bağlantılandırması, duygularını yönetmesi ve onlardan gerek kişisel alanda gerekse kişiler arası ilişkilerinde etkin bir biçimde yararlanması" olarak açıklanabilir ve görüldüğü üzere içinde "kişisel farkındalık", "empati" (kendini karşısındaki kişinin yerine koyarak, onun duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlaması), "duygu yönetimi" ve "ilişki yönetimi" gibi hem kişisel ve hem de sosyal yetkinlikleri barındırır. Duygusal Zeka´nın akıl kavramının karşıtı olmadığının anlaşılması son derece önemlidir. Hem duygu hem de zeka kavramlarını içeren Duygusal Zeka, bilişsel beceriler ile hisleri bir araya getirmeyi hedefler. Bu, kalbin akıl karşısında kazandığı bir zafer değildir, akıl ile kalbin bir birleşmesidir. Başka bir deyişle, Duygusal Zeka kişinin duygularını karşılaştığı problemleri çözmek ve daha etkin, başarılı ve mutlu bir yaşam sürmek için yol gösterici olarak kullanmasıdır. Duygusal Zeka´nın temelindeyse ünlü Yunan filozofu Socrates´in de söylediği gibi öncelikle ´kişinin kendisini tanıması´ yatar. Kendini tanıyan, duygu ve düşüncelerinin farkında olan, güçlü ve geliştirilmesi gereken yönlerini bilen bir kişi kendi duygu, düşünce ve davranışlarını yönetebilir ve kişiler arası olumlu ve yapıcı ilişkileri kurabilir. Duygusal Zeka yaklaşımı çerçevesinde büyük önem taşıyan "Yönetmek" kavramı, sadece yöneticilerin kendilerine bağlı çalışanları yönetmesi anlamıyla sınırlı kalmamakta, tersine, en önemli farkı yaratanın öncelikle kişinin kendini yönetmesi olduğunun altını çizmektedir. Uzun yıllar boyunca, kişilerin özel yaşamlarında önemli bir yere sahip olan duyguların, geleneksel bir yaklaşımla, iş yaşamında önemsenmediğini, göz önüne alınmadığını, tersine gereksiz ve pek çok durumda da zarar verici sayıldığını görüyoruz. Oysa günümüzde, kişinin duygusal farkındalığı, duygularını yönetebilme ve güvene dayalı, sağlıklı ilişkiler kurma becerisi, başka bir deyişle gelişmiş bir Duygusal Zeka´ya sahip olması işyerinde başarının anahtarı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün organizasyonlarda, insana verilen önemin artmasıyla başlayan insan kaynakları yönetimine geçiş sürecinin ardından ve yeni yönetim anlayışlarındaki farklılaşmalarla birlikte duyguların iş yaşamında yerinin ve öneminin daha fazla kavrandığına tanık oluyoruz. Duygusal Zeka özellikleri, işe alım süreçlerinden performans yönetimi, kariyer gelişimi, eğitim gibi pek çok İnsan Kaynakları Yönetimi aşamasında belirleyici ve önemli birer kriter olarak kullanılıyor. Örneğin, işe alım sürecinde pek çok şirket tarafından yöntem olarak tercih edilen "Yetkinlik Bazlı Mülâkat Teknikleri" ve "Değerlendirme Merkezi" (Assessment Center) uygulamalarında ölçülen iletişim, duyarlılık, inisiyatif kullanma, zorluklar karşısında dayanıklılık, olumlu düşünme, motivasyonu koruma, kişiler arası ilişkilerde başarılı olma gibi yetkinliklerin çoğunun kişisel ve kişiler arası alanlara ilişkin olduğunu ve potansiyel bir çalışanın iş yaşamında elde edebileceği başarıyı öngörebilmek için temelde kişinin Duygusal Zeka özelliklerinin ölçülmesinin hedeflendiğini görüyoruz. Benzer bir biçimde, performans değerlendirme ve terfi aşamalarında da çalışanların teknik yeterliliklerinin yanı sıra Duygusal Zeka özelliklerinin önemle dikkate alındığını ve verilen karar üzerinde büyük rol oynadığını izleyebiliyoruz. İşyerlerinde karşılaştığımız, belki de yaşadığımız bazı durumları düşünelim: Eğitimli, alanında deneyimli ve gerekli tüm teknik bilgiye sahip bir yöneticinin astlarıyla etkin iletişim kuramaması, onları motive ederek harekete geçirememesi; şirketin farklı departmanlarından iki çalışan arasında yaşanan çatışmanın uzun süreli ve çözümsüz bir gerilime dönüşmesi, olumsuz etkilerin şirket genelinde hissedilmesi; bir çalışanın zaman zaman yaşadığı duygu patlamalarının ekip üyeleri tarafından anlayışsızlıkla karşılanması; şirket çalışanıyla yaptığı uzun bir görüşmenin ardından müşterinin anlaşılmadığı hissini paylaşarak şirketle ilişiğini kesmek isteğini dile getirmesi. Bu ve benzer durumlarda başarısız olunmasının ardında yatan etkenleri incelediğimizde, yöneticinin ya da çalışanın kişisel farkındalığa sahip olmadığını, olumsuz koşullar altında (stres karşısında, çatışma durumunda, kriz anlarında v.b.) kendine ve duygularına hâkim olamadığını, olaylara tek taraflı yaklaşarak çalışanların, yöneticilerin ya da müşterilerin durumlarına ve ihtiyaçlarına duyarlılık göstermediğini (empati kuramadığını) ve kişinin astlarıyla, yöneticileriyle, öteki çalışanlar ve müşterilerle olumlu kişiler arası ilişkiler kurmadığını görüyoruz. Başka bir deyişle, çalışanın başarısızlığında büyük oranda kişinin Duygusal Zeka´sını etkili kullanmamasının rolü olduğunu söyleyebiliyoruz. Duygusal Zeka üzerine yayınladığı ve büyük beğeni toplayan kitaplarıyla tanınan, kavramının geniş kitlelere yayılmasını sağlayan psikolog - gazeteci - yazar Daniel Goleman da "Working with Emotional Intelligence" (1998) başlıklı kitabında, 181 şirkette yürütülen ve çeşitli işleri ve yetkinlikleri kapsayan araştırmaları değerlendirerek, yüksek performans için gerekli yetkinliklerin %67´sinin Duygusal Zeka bağlantılı yetkinlikler olduğunu belirtmektedir. Bu bağlamda, alanımızda bilgili, tecrübeli ve yetkin bir çalışan olmamız doğal olarak bize belirli bir altyapı sağlar; ancak unutmayalım ki sadece bu özelliklere sahip olmamız işyerinde başarılı olmamız için yeterli değildir. Bir yandan kendimizi tanımamız, güçlü ve geliştirilebilecek yönlerimizin farkında olmamız, duygularımızı ve davranışlarımızı yönetmemiz, öte yandan da öteki çalışanlara, astlarımıza, yöneticilerimize ve müşterilerimize empatiyle yaklaşarak onların duygu ve düşüncelerini anlamamız gereklidir; ancak bu yaklaşım bizi işyerinde kurduğumuz ilişkilerde başarılı olmaya götürür. Duygusal Zeka´sını kullanan, başka bir deyişle kendi duygularını tanıyan ve yönetebilen, başkalarının duygularına, istek ve ihtiyaçlarına duyarlı olan yöneticiler ve çalışanlar, işyerlerinde güvene dayalı kişiler arası ilişkiler kurmaktadırlar; bu doğrultuda fikirlerini açık ve doğrudan dile getirmekte, hem kendilerini hem de birlikte çalıştıkları kişileri ve müşterilerini istenilen sonuca yönelik olarak rahat bir biçimde harekete geçirebilmekte, zor şartlar altında olumlu düşünme tarzını koruyarak motivasyonun yüksek olmasını sağlamakta ve çatışmaları, olumlu atmosferi koruyarak, çözüme yönelik olarak sonuçlandırmaktadırlar. Dolayısıyla, bu becerileriyle Duygusal Zeka´sı gelişmiş çalışanların şirketlerinin başarısında rolleri ve katkıları büyüktür. Kurdukları teknik altyapı, kapsamlı bilgisayar ağı, güçlü pazarlama ve iletişim stratejileriyle temelleri atılan benzer şirketler arasındaki farkı bu şirketlerde çalışanlar yaratmaktadır. Ne mutlu ki, Duygusal Zeka öğrenebileceğimiz ve geliştirilebileceğimiz yetkinlikleri içeriyor. İş yaşamında başarılı olmak ve şirketlerimize artı değer katmak için, çalışanlar olarak bize bu becerilerimizi geliştirmek düşüyor. Şirket olarak da çalışanların Duygusal Zeka´larını geliştirmek için atılacak önemli adımlar arasında, çeşitli kişisel ve kişiler arası yetkinlikleri konu alan eğitim programları düzenlemek, yöneticilerin astlarını ´coaching´ sürecinde yönlendirmeleri gibi uygulamalar yer alıyor. Shakespeare dünyayı bir sahne, insanlarıysa birer oyuncu olarak tanımlamıştır. Evet, bu yaşam bizim yaşamımız; sahnedeki oyuncular olarak başarımızsa Duygusal Zeka´mızı ne oranda kullandığımıza bağlı. Üst düzey iletişim ve etkili kişiler arası ilişkiler kurmamızın yanı sıra, potansiyelimizi gerçekleştirmemizi, amaçlarımıza, isteklerimize ulaşmamızı, değerlerimizi keşfetmemizi ve onları yaşama geçirmemizi sağlayan Duygusal Zeka´mızı geliştirmek de bizim elimizde; bunun için kendimizi tanımaya ve geliştirmeye istekli, öğrenmeye açık olalım. Ayrıca unutmayalım ki, iş yaşamı ile özel yaşamın dengesi de büyük önem taşımaktadır. Bu becerileri yaşamımızın her iki alanında da sergilediğimizde birey olarak mutluluğumuz, üretkenliğimiz ve başarımız artmaktadır. Öyleyse, diyebiliriz ki; işyerinde ve tüm yaşamda başarının anahtarı: Duygusal Zeka´yı kullanabilmek ve duyguları yönetebilmektedir... İşyerindeki duygusal zekanızı belirlemek ister misiniz? Bunun için bir testimiz var. Aşağıdaki 25 soruyu cevaplandırdığınızda, sosyal beceri ve farkındalığınızı ölçmüş olacaksınız. Duygusal zekanızın derecesi hakkında kabaca da olsa, bir fikriniz olmasını istiyorsanız, bu kısa test sizin için faydalı olacaktır. Mümkün olduğunca dürüst davranarak cevap verdiğinizde, aynı kademedeki arkadaşlarınızın, yöneticilerinizin ve size bağlı çalışan kişilerin, size karşı olan bakış açılarını ölçebilirsiniz. Kendinize 1 ile 4 arası puan verin. 4= Tamamen bana uygun 3= Uygun 2= Uygun değil 1= Hiç uygun değil 1. Zor anlarda bile, genellikle sakin ve olumlu kalabilirim. 2. Stres altındayken bile, elimdeki iş üzerinde sağlıklı düşünebilir ve işimin üzerine odaklanabilirim. 3. Hatalarımı kabul edebilirim. 4. Genellikle veya her zaman verdiğim taahhütleri yerine getirir ve verdiğim sözleri tutarım. 5. Hedeflerime ulaşmada kendi sorumluluğumu bilirim. 6. İşimde dikkatli ve düzenliyimdir. 7. Düzenli olarak, farklı kaynaklardan orijinal fikirler ortaya çıkarmak isterim. 8. Yeni fikirler üretmede iyiyimdir. 9. Karmaşık talepleri ve değişen öncelikleri kolaylıkla idare edebilirim. 10. Amaçlarıma ulaşmak için, güçlü bir eğilimle sonuç odaklıyımdır. 11. Teşvik edici hedefler belirlemeyi severim ve onlara ulaşmak için hesaplanmış riskler alabilirim. 12. Benden genç insanlardan da tavsiye alarak, performansımı nasıl geliştirebileceğimi öğrenmeye çalışırım. 13. Kurumsal ve önemli bir hedefe ulaşabilmek için fedakarlıklarda bulunmaya hazırım. 14. Şirketin misyonunu kabul eder ve onunla özdeşleşebilirim. 15. Ekibim, bölümüm veya şirketimin değerleri kararlarımı etkiler ve yaptığım tercihleri ortaya koyar. 16. Şirketimin genel hedeflerimi ileriye götürmek için aktif olarak uygun fırsatlar peşinde koşarım ve diğerlerinin bana yardım etmesine izin veririm. 17. Şu anki işimde ihtiyaç duyulan ve benden beklenen hedeflere ulaşmak için uğraşırım. 18. Engeller ve aksilikler beni kısa bir süre için yolumdan alıkoyabilir ancak durduramaz. 19. Kırmızı çizginin ötesine geçerek, eskimiş kuralları çiğnemek bazen gereklidir. 20. Yepyeni bir işe kalkışmak bile olsa, orijinal bakış açılarını yakalamak isterim. 21. Koşullar değiştiği takdirde, bende taktiklerimi çabucak değiştirebilirim. 22. Bazı işlerin daha iyi yapılmasının yollarını bulma ve belirsizlikten kurtulmak için, yeni bilgiler peşinde koşmak en iddialı olduğum şeydir. 23. Başarısızlık korkusu yaşayacağıma, başarı ümidiyle hareket ederim. 24. Üzüntü verici duygular ve dürtülerim işimde elimden gelenin en iyisini yapmama engel olur. 25. Genellikle kendimin ya da başkalarının kişisel kusurları için sorunlar ortaya çıkarmam. Değerlendirme: 70 puanın altında alınan puan, bir problem olduğunu gösterir. Puanınız çok düşükse, ümitsizliği kapılmayın. Artık duygusal zekanın geliştirilebildiğini biliyorsunuz. Duygusal zeka, aslında hepimizin farklı derecelerde yaşam boyu geliştirdiğimiz bir şeydir. Buna olgunluk da diyebilirsiniz.

İnnovasyondan Başka Çıkar Yolumuz Kalmadı Gibi

İş dünyası olarak zor günlerden geçiyoruz. Doğrudur, makro ekonomik göstergeler hiç fena değil. Ama mikro ekonomik göstergeler can acıtıyor. Geçen ay gazetelerde TİM Başkanı Oğuz Satıcı'nın çok çarpıcı bir açıklaması vardı: "Yetmiş küsur milyar dolar ihracatın yalnızca 1.2 milyar doları kâr diye." "Yani" diyor Satıcı, "memlekete döviz getiriyoruz da geriye kala kala üç beş kuruş kâr kalıyor." Dün akşam televizyon ana haberlerinde kumaş üreticileri, satıcıları ve kullanıcıları ile yapılan bir dizi röportajı seyrediyorum. Kumaş satıcısı da kullanıcısı da Çin malı kumaşların yerli üretilenlerden %75 daha ucuz olduğunu ve durum bu olunca da ister istemez Çin malını tercih ettiklerini söylüyor. Benzer hikaye bol. Kimse doğru düzgün para kazanamıyor. Elbette ekonomik döngünün bir tecellisi olarak -örneğin çimento gibi- bazı sektörler şu sıralar güzel para kazanıyorlar, ama bunu onlar da biliyor ki bu durum 'döngüsel' bir durum. Yani bir-iki sene sonra tekrar eski sıfır kâr günlerine geri dönülecek. Para kazanamıyoruz. Bunu yalnızca "nerede eski kârlar" şeklinde algılamayın, çünkü para kazanmak artık sadece eskiye kıyasla zor değil, bizatihi çok zor. Bırakın eski kârları bir yana, önümüzdeki senenin yatırımını çıkaracak kadar parayı kenara koymak bile aslanın ağzında. Peki bunun sebebi ne? Çok basit: Emtialaşma. Bu lafı sanırım bu ülkede ilk etmiş olan ve halâ en fazla kullanan kişiyim. Emtialaşma, hangi sektörde olursanız olun, ürettiğiniz ürün veya hizmetin benzerlerinden bol miktarda bulunması durumunu ifade eden bir terim. İngilizcesi commoditization. Bu durum öylesine hızlı ve yaygın bir durum ki, bugün teknoloji sektörü bile emtialaşma ile yakınen tanışmaya başlamış durumda. Yani ham bez üretimi nasıl emtia özellikli bir üretim ise, notebook bilgisayar sektörü de benzer bir şekilde emtia özelliği kazanmış durumda. Emtia özellikli sektörlerin sorunu şu. Sizin ürettiğiniz ürün ya da hizmetin neredeyse tıpatıp aynısı olan bir dolu mal da piyasada bulunduğu için, müşteri bu bolluk arasında öncelikle kendi ihtiyacını bunlardan hangisinin karşılayacağını irdeliyor. Ve bakıyor ki hepsi de, ufak tefek farklılıkları hariç, temelinde bu ihtiyacı bire bir karşılayabiliyor. O zaman gidip bu benzer mallar arasından en ucuz ve en kolay ödeme şartları olanı tercih ediyor. Siz istediğiniz kadar benim malım çok iyi falan diye bağırıp durun, kimsecikler aldırmıyor. Zira sizin malınızın ne olduğu kimsenin umurunda değil. Burada önemli olan müşterinin sizin malınız hakkında ne düşündüğü. Eğer sizin malınızı rakibin malıyla aynı olarak görüyorsa, o zaman haliyle ikisi arasında en ucuz olanını tercih etmesinden doğal bir şey yok. Siz kendiniz aynı bostanın domatesini satan iki satıcıdan birisine daha fazla para öder misiniz? İşte sevgili işadamı ve yönetici okuyucularım, karşı karşıya bulunduğunuz durum aynen bu. Eğer henüz pazarda rakibiniz yoksa hiç merak etmeyin çok yakında mantar gibi biteceklerdir. Yeter ki sizin şimdilik para kazandığınızı görsünler. Hemen yanıbaşınızda belirecekler ve fiyatınızı kıracaklardır. Bu ne yazık ki kader gibi bir şeydir: Kaçamazsınız. İşte innovasyon konusu tam bu noktada devreye giriyor. Yani, emtialaşma baskısı altında fiyatlarınızı aşağıya çekme ve vadelerinizi uzatma baskısı altında olduğunuz noktada, imdadınıza yetişen en değerli kavram olarak karşınıza çıkıyor. Hepiniz gayet iyi biliyorsunuz ki piyasada henüz olmayan, henüz kimsenin aklına gelmeyen bir ürün ya da hizmet bulur da bunu satmaya başlarsanız, kazancınız birden bire iyileşecek. Yani herkesten 'farklı' bir şey yaptığınızda fiyatınızın herkesinkiyle aynı olması gerekmeyeceğini çok iyi biliyorsunuz. Yani, bu emtialaşma ve bunun sonucunda ortaya çıkan fiyat düşürme baskısından kurtulmanın en iyi yolunun 'farklılaşma' olduğunun hepiniz farkındasınız. Farkındasınız farkında olmasına ama, bunu nasıl yapacağınıza dair elinizde bir yol haritası yok. Olsa, eminim her yüz şirketin en az beş tanesi bu farklılıkları yakalamak için haritayı izlemeye koyulacak. İşte 'innovasyon' dediğimiz konu, aradığınız bu yol haritası. Zira farklılığı ancak ve ancak innovasyon ile yaratabilirsiniz. Farklılık da size fiyat baskısına karşı koyma ve hatta fiyatlar üzerinde belli ölçüde bir kontrol sahibi olma imkanı verir. Farklı olduğunuz sürece fiyatları belirleme yetisi müşteride değil, büyük ölçüde sizde olur. İşte innovasyon günümüzde bu sebeple hayati öneme haiz bir konudur. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Az önce ben "her yüz firmadan beş tanesi farklılaşmanın yollarıyla, yani innovasyonla ilgilenecektir" dedim. Şimdi diyeceksiniz ki "abi, madem bu kârsızlık derdi herkesin derdi, neden o zaman herkes ilgilenmesin?" Problem de zaten burada. Özellikle büyük firmaların en belirgin ortak özelliği "atalet" dediğimiz eylemsizlik durumu. Emekliliğine sadece beş sene kalmış olan Genel Müdür abimizin böyle innovasyon, farklılaşma gibi şeylerle ilgilenmesini beklemek elbette hayal olur. Ama şirket para kazanamıyor? Ne yapsın genel müdür kardeşim, bu mesele onu değil patronu ilgilendirir. Nihayetinde para patronun değil mi? Acı ama, durum ne yazık ki böyle. İçinde bulunduğumuz global piyasa koşulları emtialaşmayı her sektöre sokmuş vaziyette ve bu yüzden para kazanamıyoruz. Bu sıkıntıdan kurtulmanın yolu farklılaşmak. Farklılaşmak ise ancak ve ancak innovasyonla, yani olmayanı yapmakla mümkün. Ama özellikle büyük şirketlerimizde var olan 'atalet', innovasyonun karşısında en çetin düşman olarak duruyor. Tabii, ülkemizin karşısında da. İşsizliğin bu denli büyük bir sorun olduğu ülkemizde şirketlerin büyümeleri ancak ve ancak innovasyonla mümkün. Hatta öyle ki, şirket evliliklerini bile innovativ (yenilikçi) bir şekilde gerçekleştirebilenler daha hızlı büyüyebiliyor. Eğer siz kendi şirketini daha karlı, daha hızlı büyüyen ve piyasa değeri sürekli yükselen bir şirket haline getirmeyi düşünen bir patron, genel müdür ya da yönetici iseniz beni okumaya devam edin. Yok eğer yalnızca gününü doldurmaya çalışan biriyseniz, size söyleyecek güzel sözlerim yok. Zaten sizin de beni okumaya hiç niyetiniz yok. Farklılaşmaya inananlar için ise söyleyecek çok fazla sözüm var. O yüzden gelin, innovasyon kavramını biraz daha anlaşılır kılmak için hemen işe başlayalım. **** İnnovasyon AR-GE midir? Yoksa çok daha bizden bir şey midir? Hemen cevap vereyim. İnnovasyon -ki tanım olarak "para kazandıran yaratıcılık ve yenilikçilik" anlamına gelir- duruma göre ArGe (Araştırma-Geliştirme) olabilir de, olmayabilir de. Ama elbete burada bizim bugüne dek anladığımız 'laboratuvar' bazlı ArGe kavramından bahsediyorum. Bize bugüne dek büyük düşünür abilerimiz ne dedi? "Türk firmaları Ar-Ge yapmadıkları için yeni teknoloji geliştiremezler ve o yüzden de dünyada geri kalmaya mahkumdurlar". Yıllarca bu masalı dinleyip durduk. Yani ne yapmamız gerekiyormuş bu abilerimize göre? Şirketlerimizde dev laburatuvarlar kuracakmışız, yepyeni teknolojiler, aktif ilaç hammaddeleri, dünyada kimsenin aklına gelmeyen ara mallarını keşfedip üretecekmişiz. Yani elektrik ampulü gibi şeyler bulmayı hedefleyen Ar-Ge birimlerimiz olmadıkça teknoloji yarışında kazanma şansımız yokmuş, falan filan. Bence bu masalları bir tarafa bırakıp hızla işimize bakmanın zamanı geldi ve geçiyor. Bu anlatılan masallar dünya ekonomisini eski bir dönemine ait öyküler. Evet, doğrudur, bir zamanlar Xerox gibi, IBM gibi, Bell Labs gibi şirketler dev ArGe laboratuvarlarında patentlenebilecek en fazla yeniliği geliştirmek, bunların patentini almak ama çoğunu da ticari hale çeviremeyip ziyan etmek sürecini yaşadılar. Ama geçen yıllar bize gösterdi ki sadece kendine ait teknolojileri kendi başına geliştirmeye kalkmak büyük bir ahmaklıktı. Zira dünyada her şeyi sizin firmanızın bilmesi mümküm olamayacağından, dünyada sizin araştırdığınız konuda fikir sahibi olanlardan yararlanmamak olsa olsa şımarıklık olabilirdi. İşte bu nedenle bugünün küresel dünyasının düşüncesini yansıtan "açık innovasyon" kavramı ortaya çıktı. Artık teknolojiler nerede üretiliyor olurlarsa olsunlar, onlara çok farklı yollarla ulaşabilmek mümkün hale geldi. Bu anlamda bir diğer husus da, innovasyon dediğimiz şeyin illa ki yeni bir teknoloji ile ilgili olması gerekmediği konusu. İnnovasyon sizin şirketinizi farklı kılmak için gerekli bir şeydir ve farklılık para kazanmanın en önemli belirleyenidir. İnnovasyon işte bu açıdan gereklidir. Sizin geliştireceğiniz farklılık size ciddi para kazandıracaksa bu, yeni bir ürün ya da yeni bir teknoloji yoluyla olabileceği gibi, yeni bir pazarlama yöntemi, yeni bir iş modeli, yeni bir süreç gibi çok farklı alanlardaki yenilikler yoluyla da olabilir. O nedenle innovasyonu bir 'farklılaşma' aracı olarak görmek gerekir ve bunun için de yalnızca teknoloji innovasyonu değil, çok daha farklı innovasyon yollarını izlemeniz mümkündür. O yüzden ben size bu farklılaşmayı elde etmenizi sağlayacak bir innovasyon mönüsünü vermek istiyorum. İçinden size ve şirketinize en uygun olanını seçmek yine size kalmış. 'İnnovasyon' gibi genelde çok muğlak olan bir konuyu bu şekilde farklı 'kategoriler' olarak ele almamın çok önemli ikinci bir başka yararı daha var. Aşağıda gördüğünüz bu kategorizasyon, innovasyon konusunu çok daha anlaşılır kılabiliyor ve size bu konuda bir şeyler yapabilme özgüveni ile kullanabileceğiniz uygulama reçeteleri verebiliyor. Zira madem büyümek için innovasyon yeteneklerine sahip olmak elzem, o zaman bu yeteneklerin neler olması gerektiğini ayrıntılı olarak kavramak gerekir. İnnovasyonu bu şekilde farklı türlere ayırmak, kavrama kolaylığı sağlayacaktır. *** Emrinize âmade innovasyon türleri Bu bölümde sizler için, farklı 'durum'larda birini veya bir bileşkesini kullanabileceğiniz sekiz farklı innovasyon türü tanımlamak istiyorum. Aşağıda bunların tümünü örnekleri ile açıklıyorum. 1. Radikal ve 'Düzen Bozucu' (Stratejik) İnnovasyonlar: Radikal innovasyonlar genelde yepyeni ve devrimci teknolojiler içeren ve yepyeni pazarlar yaratılmasına yol açan innovasyonlar olarak tanımlanıyorlar. Bunlar Silikon Vadisi türü buluşlardan tutun da, bir fırtına gibi esen Pokemon oyuncaklarına kadar çok farklı buluşları kapsayabiliyor. Yepyeni pazarlar yaratmakla sonuçlanan bu innovasyonların bazıları yüksek teknolojiler ve radikal bilimsel buluşlar gerektirirken, bazıları az sonra Garden Life örneğinde anlatacağım türden 'stratejik' buluşlarla da yeni pazarlar yaratılması sonucunu doğurabiliyor. Stratejik innovasyonlar da aynen radikal innovasyonlarda olduğu gibi yepyeni pazarlar yaratma sonucunu getirebiliyorlar. Zaten büyüme arzusundaki şirketlerin en büyük hayali de daha önce hiç olmayan pazarları keşfetmek değil mi? Yani cep telefonu gibi hiç yoktan sektörler yaratmak değil mi? 2. Uygulama İnnovasyonları: Bu da Türk şirketlerinin rahatlıkla başvurabileceği ve bu sayede fark yaratabileceği önemli bir başka innovasyon türü. Uygulama innovasyonları, mevcut teknolojileri alıp onları yepyeni pazarlar (kategoriler) geliştirmek amacıyla kullanmayı içeriyorlar. Örneğin Tandem şirketi kendi üretmiş olduğu hataya-toleranslı bilgisayarlarını bankacılık piyasasına uyarlamak suretiyle ATM adı verilen otomatik para çekme makinelerini geliştirmiş ve böylelikle daha önce hiç olmayan yepyeni bir piyasa yaratmıştır. Aynı şekilde General Motors firması, ABD silahlı kuvvetleri tarafından askeri birliklerin ve özellikle de deniz-altıların yerlerini saptama amacıyla geliştirilmiş olan Global Konum Belirleme Sistemi'ni (Global Positioning System, GPS), otomotiv piyasasına uygulamış ve bugün çok başarılı bir ürün olan OnStar adlı otomotiv yardım hizmetini geliştirmiştir. Bu innovasyon türü de bizim firmalarımız için değerlendirilebilecek önemli bir fırsat alanı oluşturuyor. Yani, başkaları tarafından geliştirmiş olan temel teknolojileri alıp öyle bir şekilde birleştirebilirsiniz ki, bugüne dek kimsenin aklına gelmeyen yepyeni uygulama alanları keşfedebilirsiniz. 3. Ürün İnnovasyonu: Bu innovasyon türü hepimizin yakından aşina olduğu bir tür. Mevcut bir ürünü alıp bir üst seviyeye çıkarıyorsunuz. Örneğin Nokia yepyeni ve çok daha üstün özellikli bir cep telefonu çıkarıp yeni bir pazar yaratıyor, ya da Intel sürekli olarak bir üst model işlemciyi piyasaya sürüyor, veya Toyota yepyeni araba modelleri ile önceki arabanızı 'eski' hale getiriyor. Ürün innovasyonu alanında odaklanma farklı şekillerde olabiliyor. Bu, mevcut ürünün performansını arttırmak üzerine olabileceği gibi (örneğin Windows XP gibi), maliyetleri düşürmek üzerine de olabiliyor (örneğin HP'nin inkjet yazıcılarını çıkarması gibi), kullanım kolaylığını arttırmak üzerine de (örneğin Palm el bilgisayarları), ya da herhangi diğer bir şekilde ürün iyileştirmesi üzerine de. Bu konuda da yapabileceğiniz çok şey var. 4. Süreç İnnovasyonu: Bu innovasyon türü genelde bizler için bir miktar yabancı, ancak çok önemli büyüme fırsatları taşıyabilecek bir alan. Burada yapılan şey, mevcut ürün ya da hizmetleri çok daha verimli ve çok daha etkin bir şekilde piyasaya sunma yöntemleri geliştirmek. Örneğin Dell şirketi başarısını çok etkin bir tedarik edebilme ve yine benzer şekilde etkili bir evlere teslim sistemini geliştirmesine borçlu. Bu başarının temeli ise 'PC tedarik zinciri' ile 'sipariş yerine getirme' süreçlerini saat gibi işleyebilecek bir yapıya kavuşturmasında yatıyor. Yani bir anlamda Dell şirketinin başarısı, yepyeni bir tedarik zinciri fikrini hayata geçirmiş olmakla birlikte, bu tedarik zinciri içinde geliştirdiği süreç innovasyonları ile sağlanmış. Benzer şekilde dünyanın hem en büyük şirketi ve haliyle de en büyük perakendecisi olan Wal-Mart şirketi, belli alanlarda stoklarını 'vendor' adını verdiğimiz tedarikçi şirketlere yönettirmekte ve bu alanda, yani 'vendor stok yönetim' sistemleri üzerinde durmaksızın süreç iyileştirme çalışmaları yapmakta. Süreç innovasyonu konusu Türk şirketleri için çok bakir bir fırsat alanı. 5. Deneyim İnnovasyonu: Her innovasyonun esasen yeni bir fikir, hiç olmayanı bulmak ve hiç yapılmayanı yapmak ile ilgili olduğunu hatırlatarak 'deneyim' innovasyonunu şu şekilde tanımlayabilirim: müşterilerin 'mevcut' ürün ve hizmetleri kullanma 'deneyimlerini' çok keyifli, çok hoş veya çok güvenilir hale getirecek buluşlar. Örneğin KOTON firmasında eşleri alış-veriş yaparken beylerin keyifle vakit geçirebilecekleri ve ücretsiz içki içebilecekleri Amerikan bar fikri bir deneyim innovasyonudur. Ya da DHL kurye firmasının paketlerinizin nerede olduğunu izlemenize olanak veren 'tracking' sistemi de bu hizmetin sizde yarattığı çok olumlu bir deneyimdir. Bu tür 'deneyimsel' buluşlar üç farklı kategori halinde karşımıza çıkmaktadır: (a) hoşlandırıcılar (KOTON), (b) tatmin ediciler (Amazon.com) ve (c) güven vericiler (DHL,FedEx). Bu alanda da bizim şirketlerimiz için yapılabilecek şeyler oldukça fazladır. 6. Pazarlama İnnovasyonu: 'Müşteriyle temas' süreçlerinin iyileştirilmesini içerir. Buradaki yaratıcı fikirler pazarlama iletişimi alanında geliştirilebileceği gibi (örneğin 'Babam ve Oğlum' filminin çok başarılı kulaktan kulağa pazarlamasında olduğu gibi) alış-veriş etkinliği alanında da geliştirilebilir (örneğin Amazon.com'un ya da e-Bay'in işlem etkinlikleri gibi). Öte yandan emtialaşmaya başlayan sektörlerde yeni bir dinamik yaratmak için de kullanılabilirler, T-Box veya Twigy terlik örneğinde olduğu gibi. Ya da kanıksanmış bir pazarlama karması olan bir sektörde, pazarlama karmasını yeniden tasarlamak gibi. Buna en güzel örnek Tariş tarım kooperatifinin zeytinyağı pazarında geçtiğimiz yıllarda geliştirdiği pazarlama modelidir. Bu modelde ürünler segmente edilmiş, şişeler yeniden ve çok farklı olarak tasarlanmış, perakende zeytinyağı butiği fikri oluşturulmuş ve bu sayede şirketin zeytinyağı fiyatı pazar liderinin yarısı iken kısa zamanda başa baş hale gelebilmiştir. 7. İş Modeli (Business Model) İnnovasyonu: Mevcut bir değer önerisini yeniden tanımlamak ya da bir şirketin değer zinciri içindeki rolünü/yerini yeniden tanımlamak şeklinde açıklayabileceğimiz 'business model' innovasyonları, zor durumda olan pek çok şirketi inanılmaz bir şekilde dönüştürüp başarıya ulaştırmıştır. Starbucks'ın kahvehane modeli yepyeni bir iş modelidir. Keza Gillette firması 'ustura' üretmekten jilet bıçağı üretmek şeklinde değer zincirindeki rolünü yeniden tanımlamış ve bu yeni iş modeli ile çok başarılı olmuştur. 8. Yapısal (Structural) İnnovasyon: Piyasada meydana gelen radikal bir gelişmeden istifade edip sektör ilişkilerini yeniden tanımlama şeklinde geliştirilen bir innovasyon türüdür. Örneğin Citigroup, bankacılık sektöründe 1980'li yıllarda ülkemiz de dahil dünyanın pek çok ekonomisinde yaşanan mevzuat liberasyonundan (deregülasyon) istifade edip, çok farklı ve çeşitli finansal enstrümanları tek bir çatı altında müşterilerine sunmaya başlamış olan ilk bankaydı. Yani, bir tür finansal süpermarket haline gelen ilk banka. Daha sonra pek çok finansal kuruluş Citigroup'un bu innovasyonunun benzerini hayata geçirdi. Ancak Citigroup'un ilk ABD'de geliştirdiği bu innovasyon, bu şirketi bir gece içinde eski tarz bankalar ve sigorta şirketlerinin korkulu rüyası haline getirmişti. Yapısal innovasyon aynı zamanda, bir şirketin mevcut iş modelini kökten değiştirmesi ve bambaşka bir iş modeline dönüşmesi amacıyla da kullanılmaktadır. Bu, özellikle çöküş içindeki sektörlerde sıkça başvurulan bir innovasyon türüdür. Benim sizlere önerim, tüm bu innovasyon türlerinin ayrıntılı olarak anlatıldığı "Mor İnek Nasıl Büyüsün: Kârlı Büyümenin Kitabı"- isimli kitabımı okumanız. Tüm kitapçılarda satılıyor. Özele söylersem, innovasyon ve pazarlama, kendi faaliyet alanınız içinde kârlı büyümenin en temel belirleyenleridir. Her şirket bu iki konuda yetkinliklerini mutlaka geliştirmelidir. Ayrıca unutulmamalıdır ki innovasyon dediğimiz zaman kastettiğimiz şey her zaman Silikon Vadisi tarzındaki radikal innovasyonlar değildir. Her sektörde, her şirketin farklı durumlarda hayata geçirip başarı sağlayabileceği çok farklı innovasyon türleri mevcuttur. Kârlı büyümeyi arayan şirketler innovasyon konusunda ve özellikle de bu farklı tür innovasyonların neler oldukları ve hangi durumlarda en iyi sonuçları verdikleri konularında yetkin olmalıdır. *** Düzen değiştirici bir Türk innovasyonu: Garden Life balkon projesi Benim kitaplarıma ya da konferanslarıma yönelik en sık aldığım eleştirilerin başında "Türkiye'den yeterince örnek yok" yorumu gelir. Aslında bu sadece benim değil, business konusu ile ilgili bir şeyler yazmaya çalışan herkesin karşısına çıkan en basmakalıp, en klişeleşmiş ve bence en kişiliksiz eleştiridir. Yazı yazıp, fikirlerini cesurca tüm toplumun önüne çıkarabilen çalışkan kişilerin aldığı ikinci bir yaygın eleştiri de, bu yazılanların mutlaka Amerikalı birinden 'araklanmış' fikirler olduğu suçlamasıdır. Bu aşağılık kompleksi de toplumumuzda çok yaygın bir problemdir. Zira bu eleştirileri yapan garibanlara göre yeni fikirleri sadece Amerikalılar geliştirebilir ama Türk milletinin böyle bir yeteneği yoktur. O nedenle de bir yazar toplumda çok ilgi gören bir şey yazmışsa, bu yazar bunu mutlaka Amerikalı birinden apartmış olmalıdır. Zavallılığın bir türü yok ki... Yerli örnek konusuna dönersek, bu konuda görüşüm aynen şöyledir: Benim için örnek örnektir. Yerli olmuş, yabancı olmuş, dünyadan gelmiş veya aydan inmiş hiç aldırmam. Örnek vermekteki amacım, anlatmaya çalıştığım soyut kavramın okuyucumun kafasında daha iyi canlanmasını sağlamaktır, başka bir şey değil. Ayrıca kaldı ki, güzel bir iş fikri Türkiye'de yoksa ve ben ister ABD'den, isterse İngiltere, Fransa, Hindistan, Brezilya veya Japonya'dan güzel bir iş fikrini anlatsam ve bizim girişimcimizin kafasında bu çarpıcı ve bilinmeyen iş fikri yepyeni şimşekler çaktırsa daha iyi değil mi? Yabancı örnek vermek, bu konuda yerli örnek yoktur anlamına da gelmez. Türkiye'de başarılı ve yaratıcı firmalar vardır. Sayılarının az olması, bunların iyi örnekler oluşturmayacağı anlamına da gelmez. Turkishtime dergisi önümüzdeki sayılarda bu tür örnekleri sizler için araştırıp yayınlayacak. Ama ben bu sayıda sizlere çiçeği burnunda, fırından daha henüz çıkmak üzere olan çok çarpıcı ve rekabet düzlemini değiştirecek olan harika bir yerli innovasyon örneğinden söz etmek istiyorum: Garden Life® Balkon Projesi. Garden Life®, Türkiye'nin ithal bahçe mobilyası satan ilk kuruluşu. Yüzde yüz Türk sermayeli, ve sadece bahçe mobilyasına odaklanmış olarak çalışan bir kuruluş. Yani pek çok diğer mobilya firması gibi hem bahçe hem salon, hem iç hem de dış mobilya satan bir yer değil. 1993 yılında kurulmuş ve o günden bu tarafa sektörün açık ara birincisi olmuş. Ama yukarıda söylediğim emtialaşma baskısı hiç bir sektörü rahat bırakmadığı gibi, bahçe mobilyası sektörünü de rahat bırakmamış. Özellikle de Çin Halk Cumhuriyeti'nin Dünya Ticaret Örgütüne girmesi sebebiyle Çin kökenli taklit bahçe mobilyaları her sektörde olduğu gibi bu sektörde de hızla baş göstermeye başlamış. Daha önce Garden Life şirketinin bayisi olarak çalışan kişilerden bazıları bayilik yapmak yerine kendileri de ithal mobilyacı olarak Garden Life'a rakip işletmeler kurmaya başlamışlar. Sonuçta sektörde her ne kadar Garden Life lider bile olsa, rekabet eden oyuncu sayısı hızla artmış. Artan rekabet ise, ister istemez fiyatları da aşağı doğru çekmeye başlamış. Ancak şirket bu konuda bence harika bir buluş (innovasyon) ile Mart 2006'da mobilya pazarına girme hazırlığında. Bu innovasyon, 'düzen bozucu' bir innovasyon. Ya da okuduysanız, tam bir Mavi Okyanus yaratma girişimi. Mavi Okyanus, Chan Kim ve Renée Mauborgne adlı iki yazarın geçen yıl yayınladığı ve best-seller olan çok güzel bir strateji kitabı. Kitabın alt başlığı ise şöyle: "Hiçbir Rakibin Bulunmadığı bir Pazar Segmenti Nasıl Yaratırsınız ve Rekabeti Geçersiz Hale Getirirsiniz? Yazarlar, bu fikirlerini ilk kez açıkladıkları 1997 tarihli bir Harvard Business Review makalesinde Mavi Okyanus kavramı yerine 'Değer İnnovasyonu' kavramını kullanıyorlardı. Yani, pazarda daha henüz olmayan yepyeni bir değer önerisi geliştirmek. Mavi Okyanus daha hoş bir metafor olmakla birlikte yazarların bu kavramla önerdikleri şey aslında yine bir innovasyon. Diyorlar ki, günümüzde hemen hemen her sektör, mevcut ve yeni gelen rakiplerin birbirleri ile kıyasıya rekabet ettikleri, ve bu haşin rekabet sebebiyle ortalığın kan gölüne döndüğü yerler olma özelliği taşıyor. İçinde köpek balıklarının bolca olduğu, yem bulmanın neredeyse imkansız hale geldiği bu tür sektörlere mantıklı olarak 'kırmızı okyanus' adı veriyorlar. Kırmızı okyanuslar, haliyle, çok çaba ve az neticeyi ifade ediyorlar. Yani sıfır kâr bölgelerini. İşin gerçeğini isterseniz pek çok sektörün durumu bu. Kârlılık ve büyüme, ancak ve ancak bu kanlı rekabetten kurtulmakla mümkün olacağına göre, odağınızı bu tür kanlı okyanuslara değil, içine hiç bir köpekbalığının olmadığı Mavi Okyanuslara yöneltirseniz, o zaman fiyat baskısından kurtulup tekrar kâr bölgesine geçebilirsiniz. İşte Mavi Okyanus kitabının temel argümanı bu: İçinde hiç rakip olmayan yepyeni sektörler veya alt-sektörler bulabilmek. Yani innovasyon: Değer innovasyonu. İşte Garden Life şirketinin 'Balkon Projesi' bu anlamda tek kelimeyle bir Mavi Okyanus. Fikrin çıkış noktası "bahçe mobilyası pazarını nasıl büyütebiliriz" sorusu ile başlıyor. İşin aslına bakarsanız bahçe mobilyası pazarı çok hızlı büyümeyen bir sektör. En azından geçen yıl ve bu yıl için durum bu. Zira memlekette bahçeli villa sayısı mantar gibi artmıyor. Ama Garden Life ilk yıllarında, sektörün de ilki olduğu için, pazarda çok ciddi bir penetrasyon sağlamış. Pazar, perakende ve kontrat (oteller) pazarı olmak üzere temelde ikiye ayrılıyor. Bugün itibariyle yalnızca perakendede değil, kontrat pazarında da büyüme sıkıntısı var. Bunun nedenleri ise, birincisi, otellerin bu mobilyaya nispeten doymuş olmaları. İkincisi ise, birçok otelin doğrudan kaynağından ithal etme yoluna gitmeye başlamaları. Yine de, büyüme hızı düşük de olsa, Garden Life hem sektörün en eskisi olması nedeniyle ve hem de çeşit bolluğu ve güven sebebiyle kendi büyüme hızı oldukça yüksek olan bir firma. Aynı zamanda da pazar gelişmelerini iyi okuyabilen bir şirket. Farklılaşma konusunda da oldukça iyiler. Şöyle bir düşünceyle başlıyorlar bu balkon işine: Bizim mobilyalarımız açık hava mekanlarında kullanıldığına göre, başka hangi açık hava mekanlarına bunları satabiliriz? Oteller, kafeler, parklar vs. geçildikten sonra sıra balkonlara geliyor. Biliyorsunuz memleketimizde balkonların genel hali perişanlık. İnsanlar balkonlarını daha çok ardiye amaçlı kullanıyorlar. Ve doğrusu buralar evlerin en cazibesiz mekanları oluyor. Ama herkesin de bir bahçe özlemi içinde olduğu doğru. Tek problem herkesin bahçesi yok. Fakat hemen herkesin bir ya da birkaç balkonu var. "O zaman" diyor şirket, "bu balkonları bahçeye dönüştürmelerini sağlarsak, insanlar bu mekanlarda daha fazla zaman geçirmek isterler ve onlara bir keyif imkanı verebiliriz". Peki bunun nasıl yaparız? Balkonlara uygun bahçe mobilyası tasarlayıp üreterek. Peki böyle bir sektör var mı? Hayır, yok. Balkon mobilyası sektörü diye bir şey ülkemizde de, bildiğimiz diğer ülkelerde de yok. Zaten Türkiye özellikle apartman yaşantısını yaygın olarak benimsemiş olan bir ülke. Bunun bir başka sonucu da balkon sayısının çok fazla olması. Yani çok büyük bir pazar ile karşı karşıyayız. İşte size innovasyon. Ama innovasyon sadece yeni bir fikir geliştirmekle ilgili değil, bu yeni fikri para kazandıracak bir iş modeline çevirmekle de ilgili bir şey. O zaman ikinci aşamadaki sorgulama geliyor: Balkonlar için ne tür mobilyalar tasarlanmalı ve fiyat seviyeleri ne olmalı? Birinci sorunun cevabı açık: Boyutları büyük olmayan, mümkün olduğunca hafif mobilyalar tasarlanmalı. Bu da, mevcut bahçe mobilyalarının balkonlar için uygun olamayacağını, ve bu nedenle de ayrı bir balkon mobilyası 'line'ının tasarlanması gerektiğini söylüyor. Şirket bu saptamadan hareketle bu mobilyaların kaynağı olan Endonezyalı üreticilere daha küçük boyutlu ve daha dayanıklı, hafif balkon mobilyaları tasarlamaları için sipariş veriyor. Yaklaşık 20 farklı yemek takımı modeli ile bir dizi oturma takımı modeli ve aksesuar. Bu mobilyalar sadece tik (teak) değil, tik-alüminyum karışımı veya akasya-alüminyum karışımı mobilyalar olabileceği gibi, doğal ya da yapay hasır örgü mobilyalardan da oluşuyor. Yukarıda sözünü ettiğim fiyatlama konusunda ise bunların fiyatlarını neredeyse herkesin alabileceği bir düzeyden başlatıp, lüks mobilya almak isteyenlerin tercih edeceği daha pahalı türlere kadar çeşitlendiriyorlar. Giriş modeli dört sandalye bir masa balkon yemek takımının fiyatı 295 YTL. Üstelik 18 taksit! Yani alamayacak müşteri kitlesi çok küçük. Şirket bu projeyi iyi bir reklam ve tanıtım kampanyası ile bu ay piyasaya çıkaracak. Böylelikle de Mart 2006 tarihinden önce mevcut olmayan bir 'balkon mobilyası' sektörü böylelikle doğmuş olacak. Bence muhteşem bir innovasyon, muhteşem bir yeni iş fikri. Gerçek bir "değer innovasyonu", gerçek bir Mavi Okyanus. Üstelik bildiğim ülkeler arasında bir tek Türkiye'de geliştirilmiş olan bir fikir. Yani son derece bizden bir örnek. Demek ki olabiliyormuş. Buyurun size Türkiye'den bir örnek! TİM Mart 2006

Bu Yazının alındığı Site adresi: http://www.donusumkonagi.net/makale

22 Eylül 2010 Çarşamba

DUYGU KÜMELERİ

DUYGU NEDİR ?

Oxfort İngilizce sözlüğüne göre duygu’nun tanımı “Herhangi bir zihin,his,tutku çalkantısı yada devinim;herhangi bir şiddetli uyarılmış zihin durumu.

DUYGU KÜMELERİ

Öfke: Hiddet,hakaret,içerlenme,hınç ve kin,rahatsızlık,alınganlık,düşmanlık ve belki de en uç noktada, patolojik nefret ve şiddet.

Üzüntü: acı,keder,neşesizlik,kasvet,melankoli,kendine acıma,yalnızlık,can sıkıntısı,Umutsuzduk ve patolojik olduğunda şiddetli depresyon.

Korku: Kuruntu,sinirlilik,tasa,hayret,şüphe,uyanıklık vicdan azabı,huzursuzluk,çekinme,ürkme,dehşet;patolojik olduğunda ise fobi ve panik.

Zevk: mutluluk,coşku,rahatlama,tatmin,haz , sevinç,eğlenme gurur,tensel zevk, vecd hali,heyecan,aşırı zindelik,kapris en uç noktada mani.

Sevgi:Kabul görme,dostluk,güven,iyilik,yakın ilgi,sadakat,hayranlık,aşırı tutkuluk,muhabbet

Şaşkınlık:Şok ,hayret, afallanma, merak.

İğrenme:Hor görme,aşağılama,küçümseme,tiksinme,nefret etme,hoşlanmama ,itici bulma.

Utanç:Suçluluk,mecburiyet,hayal kırıklığı,pişmanlık,küçük düşme,üzülme,çile ve nedamet.

DUYGUSAL ZEKANIN GELİŞİMİNİN AMACI:

Duygusal Özbilinç:

  • Kendi duygularını tanımlamak ve adlandırmakta ilerleme kaydetme.
  • Hislerinin nedenlerini daha iyi anlayabilme.
  • Hisler ve hareketler arasındaki farkı kavrayabilmek.

Duygu Yönetimi:

  • Engellenmişlik,çaresizlik duygusuna daha iyi katlanabilme ve öfkeyi idare edebilme..
  • Sözlü aşağılanma,kavga ve sınıfı engelleme gibi davranışların azalması.
  • Kavga etmeden, öfkeyi uygun bir biçimde daha iyi ifade edebilme.
  • Okuldan uzaklaştırma ve atma cezalarının azalması.
  • Saldırgan ya da kendine zarar veren davranışların azalması..
  • Kendisi, okul ve ailesi hakkında daha olumlu hisler.
  • Stresle daha iyi baş edebilme.
  • Daha az az yalnızlık ve sosyal kaygı.

Duyguların Verimli kullanımı:

  • Sorumluluğun artışı.
  • İşe daha iyi odaklanıp dikkatini verme.
  • Başarı testlerinden daha yüksek puanlar..

Empati Duyguları Okuma:

*Ötekinin(Arkadaşının) bakış açısını daha iyi kavrayabilme.

*Empatinin ve başkalarının daha iyi dinleyebilme.

İlişkileri Yürütme:

  • ilişkileri analiz etme ve anlama yeteneğinin artması.
  • Anlaşmazlıklarda çözüm ve uzlaşma yeteneğinin artması.
  • İlişkilerde sorunları daha iyi çözebilme.
  • İletişimde daha iddialı becerikli olma.
  • Daha popüler ve dışa dönük; arkadaşlarıyla daha cana yakın ve ilgili olma.
  • Arkadaşları tarafından daha fazla aranır olma.
  • Daha ilgili ve düşünceli olma.
  • “sosyalleşmeden yana” ve gruplarla daha uyumlu olma.
  • Daha fazla paylaşma, işbirliği ve yardım severlik..
  • Diğerleriyle ilişkide yardımseverlik.
  • Diğerleri ile ilişkilerde daha demokratik olmak.
  • “”Yükselen bir gel-git dalgası , tüm tekneleri kaldırır.sadece sorunluları olanları değil.

ÖZBİLİM MÜFREDATI

Özbilinç: Kendini gözlemleme ve duygularını tanıma;duygular için bir sözlük oluşturma;duygular,düşünceler ve tepkiler arasındaki ilişkiyi bilmek.

Kişisel karar verme:hareketlerini incelemek ve sonuçlarını bilmek;bir kararın, düşünceden mi yoksa duyguda mı kaynaklandığını bilmek; bu içgörürleri cinsellik ve uyuşturucu konulara uygulamak.

Duyguları idare etmek:”Kendi kendisiyle konuşmayı”izleyerek içinden geçen kendini aşağılama gibi olumsuz mesajları yakalamak.Bir hinsin temelinin farkına varmak. öfkenin altında yatan incinme gibi);korku,kaygı,öfke ve üzüntü ile baş etmenin yollarını bulmak.

Stresle Baş Etme: Egzersizin, yönlendirilmiş imgelerin gevşeme yöntemlerinin değerini öğrenmek.

Empati: Başkalarının duygularını ve endişelerini anlayıp onların bakış açısından bakmak;insanların görüşleri arasındaki farklılıklara değer vermek..

İletişim: Duygular hakkında etkili bir şekilde konuşabilmek; iyi bir dinleyici ve sorgulayıcı haline gelmek; bir başkasının yaptıkları ya da söyledikleriyle,kendi tepkilerini ya da yargılarını ayırt edebilmek;suçlamak yerine”ben” mesajlarını gönderebilmek.

Kendini açma: İçtenliğe değer vererek bir ilişkide karşılıklı güven kurmak.,özel duyguları hakkında konuşmanın ne zaman güvenli olduğunu bilmek.

İçgörü: Duygusal hayatındaki ve tepkilerindeki eğilimleri tanımak,başkalarındaki benzer eğilimlerin farkına varmak.

Kendini Kabul:kendisiyle kurur duymak ve yine kendini olumlu bir bağlamda görmek;güçlü ve zayıf yanlarını tanımak;kendine gülebilmek.

Kişisel Sorumluluk:Sorumluluk almak;kararların ve hareketlerin sonuçlarını görmek.Duygularını ruh haklerini kabullenmek;taahhütlerini yerine getirmek.(Ders Çalışmak.)

Kendini öne Sürme:Endişe ve hislerini öfkelenmeden ya da edilgenleşmeden ifade etmek.

Grup dinamiği:İş birliği her zaman ve nasıl lider, ne zaman takipçi olacağını bilmek.

Anlaşmazlık Çözümleme: Diğer çocuklar,aile ve öğretmenlerle adil bir biçimde mücadele edebilmek; bir uzlaşma sağlamakta kazan / kazan modeli uygulanmalı.

Bu yazı:Daniel GOLEMAN’ın Duygusal Zeka Kitabından alınmıştır.