29 Ağustos 2009 Cumartesi

KALİTELİ EĞİTİM

Zorlama zorlamayı doğurur.Etkili öğretim toplumumuzda başarılması en güç işlemlerdir. İşlem ne kadar zor olursa olsun,by nesnenin yada kişinin niteliği, yöneten kişiye asla direnmemesidir.Örnek elmas kesmek büyük beceri gerektirir, ama elmas, kesen kişiye asla direnmez. Edilgindir ve herhangi bir tavır sergilemez.Doktorun hastası ya da kuaförün sandalyesinde oturan kişi de nesne niteliğindedir çünkü genelde doktora ve kuaföre direnmezler hatta işlemi yapmasında o kişiye yardımcı olurlar. Öğrenci yönetilmeye oldukça dirençlidir.Denetim kuramı ,tüm davranışımızın,sevgi ve güç gibi temel gereksinimlerimizi karşılamaya yönelik olduğunu açıklamaktadır.Öğretmenler bu kuramı iyi anlarlarsa,etkili yönetim becerilerini öğrenmeleri zor olmayacak.Düzeltemediğiniz ya da düzeltemeyeceğinize inandığınız şey için suçlamak son derece engelleyici bir olgudur.Çalışanlarca haksız görülen her ödül sistemi gücenme ve tatsızlık yaratır.Elbette öğrenciler öğretmene ne kadar az direnirse öğretmenin işi o kadar kolaylaşır.Önemli bir sonuç da öğretmenleri nesne gibi yöneten kapasitelerini kullanmalarına olanak vermeyen ve onları yetkin profesyoneller olarak görmeyen bir anlayışın egemenleşmesidir.Merkezileştirilen ders programları,merkezileşen sınav sonuçları ve standartlaştırılan öğretmen davranışları öğrencilere ve bizlere eğitimin nasıl olması gerektiğini tutkuyla gösteren öğretmenleri engellemeye yarar.Öğrenciler dahil çalışanların kaliteli iş yapmaları için,kendilerinden istenen çalışmanın ,gereksinimlerini karşılayacağına inandıracak biçimde yönetilmeleri gerekir.bu ne kadar gerçekleşirse ,onlarda o kadar sıkı çalışır.Ben doğru bildiğim yoldan gider, kavramsal ağırlıklı öğretim verir ve öğrencilerimi düşünmeye ve düşüncelerini savunmaya teşvik edersem ,öğrencilerim, değerli bir şeyler öğrenme fırsatına sahip olurlar.Bir işi en zor yapan unsurlardan biri, inandıklarınızdan vazgeçmeniz gerektiğini duyumsamanızdır.Öğretim, büyük özveri isteyen ve öğretmenin yaşam boyu eğitimini gerektiren çok zor bir iştir.Bundan azı yeterli olmayacaktır.Patronca yönetimi liderce yönetimle değiştirmek gerekir. PATRONCA YÖNETİMİN DÖRT ANA UNSURU 1-Patron genellikle işçilere danışmadan onların yapacağı işleri ve standartları belirler.Patronlar uzlaşma çalışmasına girmezler, işçi patronun tanımladığı işe kendini uyarlamak zorundadır. 2-Patron işçilere işin nasıl yapılacağını göstermek yerine söyler ve daha iyi nasıl yapılabileceğini işçiye pek sormaz. 3-Patron ya da patronun görevlendirdiği biri,işi denetler ya da işe değer biçer.Patron tarafından bu değerlendirmeye dahil edilmeyen işçiler, yalnızca durumu kurtaracak kalitede iş çıkarmakla yetinirler. 4- İşçiler direndiğinde, patron baskı çoğunlukla ceza uygular ve hemen hemen istisnasız olarak onları söylenenleri yapmaya zorlar. Böylelikle çalışanlarla yöneticilerin karşıt olduğu bir çalışma ortamı yaratır. Güçlünün güçsüze egemen olmaya çalışması doğal bir olgudur ve öğrenciler hemen her zaman öğretmenlerden daha genç ve daha az bilgilidirler.Bu yüzden daha güçsüzdürler. Kalite üretkenlik artışına yol açar. Öğretmenlerin şunu söylemesine olanak verecek kadar,sayıda ,çalışmaya istekli öğrenci bulunmamasıdır..Bakın bütün bu öğrenciler,söyleneni yaptığı için başarılı oluyorlar, ama bu öğrencilerin başarısı yönetilme tarzları değil,ailelerindeki yetişme tarzlarıdır.Bu başarı, yönetilme tarzlarına karşı gerçekleşir.Patronca yönetim etkili olsaydı, çok daha fazla öğrenci başarılı olurdu.Ama öğretmenler bu yaklaşımın farkında olsalar bile, denetim eksikliğinden çekindikleri için bundan kuşku duyarlardı.Geleneksel patron anlayışıyla denetimi iç içe görürler;bu denetimden vazgeçme düşüncesi patronca yönetenleri rahatsız eder.Genç insanlar genelde uzun erimli hedefler için sıkı çalışmaya yatkın değildir.Büyük bir çaba harcamak için kısa zamanda alacakları bir karşılık isterler. LİDERCE YÖNETİMİN ÖZÜ:İkna ve sorun çözmedir.Lider yönetici tüm enerjisini çalışanların, kaliteli iş çıkarmanın kendi yararlarına olduğunu anlamalarını sağlayacak biçimde sistemi işletmeye yönlendirir. 1-Yönetici,amacın tutarlılığı ve örgütün sürekliliğinden sorumludur.Yöneticinin sorumluluğu burada çalışanların geleceğinin söz konusu olduğunu görmektir.( Okullarımızı ,tüm öğrencilerin yüksek kalitede eğitim almasını sağlayacak biçimde yönetmek toplum olarak sorumluluğumuzdur) 2- İş sistemindeki işçiler.Yönetici sistemin olası en düşük maliyetle en düşük kaliteli ürünü üretmesi için sistem üzerinde çalışmasıdır. LİDERCE YÖNETİMİN DÖRT ANA UNSURU 1-Lider, işçileri,yapılacak işin kalitesine onu yapmak için gereken zamana yönelik tartışmalarını sağlar ki işçiler ise katkı yapma fırsatına sahip olabilsinler.Lider, işi,çalışanın becerilerine uydurmak için sürekli çaba gösterir. 2-Lider(ya da Liderin görevlendirdiği işçi) Lider işi gösterir ya da örnekler ki işi yapacak olan işçi yöneticinin tam olarak ne beklediğini görebilsin. Aynı zamanda çalışanlardan sürekli, işin daha iyi nasıl onabileceğine yönelik katkıları belirler. 3-Lider işçilerin kendi çalışmalarının kalitesini denetlemelerini ister.Lider, işçilerin işin kalitesinden anladıklarına inandığını ve bu yüzden işçilere bu konuda kulak vereceğini hissettirir. 4-Lider ,işçilere hem en iyi araçları sunar,hem de karşıtlık ve zorlama içermeyen bir ortam oluşmasına öncülük eder. Bir Kalite okulunun ideali ,hiçbir öğrencinin öğrenmeyi zamana kurban etmemesi olmalıdır.Yani hiçbir öğrenci belli bir ana kadar öğretilenleri iyice kavramadıkça yeni bir şey yüklemeyecektir. Dersin bir yıllık akışına uyamayacak olanları erkenden saptamak ve onları erkenden saptamak ve onları iki yıla yayılacak bir ders sunmak. Bir yıllık dersin bazı öğrencileri, iki yıllıklardan daha kaliteli çalışma sergileyebilir; bununla birlikte bu uygulamaya alt derste de kalite sağlanmış olur.Böylece,gerektiğinde zamana yayılan öğretimin kalitesi artmış olur. Başarılı bir lider Yönetici olmak için, kendi tarzını geliştirmeniz gerekir;sizin için işe yarayacak tarz budur. Öğrenciler, ancak öğretmenin kendi yararlarına olduğunu inandıklarında seslerini keserler.N e kadar önemli olduğuna inanırlarsa,kendilerinden isteneni o kadar çok ve o kadar iyi yapacaktırlar. Etkili bir Lider yönetici, bu bilgiyi kullanarak çalışanların ve gerçekte tüm insanların aradığı ile kendisinin yapılmasını istediği şeyi bütünleştirmeye çalışır.Tüm canlılar kendi türlerinin temel gereksinimleriyle güdülenirler. Öğrenciler, hoşlanmadıkları ve ilgi duymadıkları bir öğretmen için düşünmedikleri şeyleri,sevdikleri ve ilgi duydukları bir öğretmen için yapacaklardır.Tüm insanların genetik yapılarına işlenmiş beş temel gereksinimle doğarlar. 1-yaşamını sürdürme 2-Sevgi 3-Güç 4-Eğlence 5-Özgürlük Yaşam boyu bu gereksinimleri karşılamaya çalışırız.Kendimi zorladım diye düşünsek de,gerçekte kendimize yönelik baskı uygulamayız. Burada söz konusu olan ,bizim için zor olan bir şeyi yapmayı seçtiğimizdir.Genlerimizin hem biyolojik olarak hem de yaşama çabamızı belirlemesi açısından büyük etkisi vardır ki ve bu sav,denetim kuramına özgüdür.kuzeyli bir göçmen kuşun,kışın hep güneye uçmaya çalışması gibi, bizde gereksinimlerimizi en iyi karşılayacak hayatı yaşamaya çalışırız. Okulda yapmamız istenenler, bu gereksinimlerin en az birini karşılamıyorsa, bizden bunları istiyen öğretmeni umursamayız ve işi kötü yaparız ya da hiç yapmayız. Davranışımız doğduğumuzdan beri, gereksinimlerimizin ya da daha fazlasını en iyi karşılayacağına inandığımız hedefe yöneliriz. Yaşamımızı, bu temel gereksinimleri nasıl karşılayacağımızı öğrenmeye çalışarak geçiniriz,ama çoğumuz,özellikle de gençken ,bu gereksinimlerin tam olarak ne olduğunu bilemeyiz.Bununla birlikte, bunlara yönelik duygularımızın farkındayızdır.Sorun şudur ki genetik gereksinimler daha sonrasına yönelik hiçbir şey bilmez.Bu gereksinimler,bizi sürekli şu yada iyi hissettiren şeyi yapmaya iterler.Okulda önemli hissetmenize yol açan şey nedir ? Devlet okullarındaki kaliteli çalışmaların çoğunu huzurlu evlerin öğrencileri yaparlar.Daha az avantajlı öğrenciler hem evde hem okulda patronca yönetimin yıkımını yaşarlar. Ne yazık ki okul çoğu için evin dışında gereksinimlerini büyük ölçüde karşılayabilecekleri tek yerdir.Okuldan,gereğinden çok daha az şey elde edince, birçoğu ,toplum için hem yük hem de tehlike oluşturur.Kızgın ortam büyük enerji tüketir. Hem liderce yönetim hem de aile desteği daha sıkı çalışan öğrenciler yetiştirecektir.Daha çok ailenin eğitimin değerini bilmesi ve bu yönde destekleyici olması elbette harika olurdu.Öğrencileri okulda yaptıklarıyla gereksinimlerini daha iyi karşılayabilmelerine olanak verecek biçimde yönetmektir.Öğrenciler öğrenme çabası içindedirler ama aynı zamanda gürültülü olabilirler. Bu durumda, Lider öğretmen onları yalnızca sessiz çalışmanın iyi çalışma olduğuna inanan yöneticiden korur. DOSTÇA BİR İŞYERİ VEYA EĞİTİM YERİ Huzur bozucu öğrenciler çok yaygın olmasa da, yönetilmesi en zor olanlardır..Ama bu öğrencilerin sınıftan destek görmemelerini sağlayacak biçimde yönetim sergilerse öğretmenin huzursuzluğu önlemesi zor değildir.Bunu başarmak için lider öğretmen, öğrencinin kendisine karşıt olarak görmesine yol açacak tavırlardan kaçınır.Öğrenci öğretmeni karşıt olarak görürse,ya huzur bozmaya devam eder, ya da huzursuzluğu destekler.Hiç huzur bozmayan iyi öğrenciler bile bu öğrencilere arka çıkabilirler.Saygı ve incelik lider yöneticilerin,çalışanlara yaklaşımının temelidir. Bu yaklaşımın temelinde, incelikli davranmanız.Öğrencileri dinlemeniz ve istemediğiniz bir şey yaptıklarında bile onları eleştirmemeniz yatar. Öğrencileri küçük düşürmek ve onlarla alay etmek yoktur.. Kullandığınız dile de dikkat etmeniz çok enemledir. Bir öğrenci ne kadar saygısız davranırsa davransın, siz saygısızca tepki vermeğin. Öğrenciler sizi saygısız görmek istemez; yoksa size saygı duymazlar. Kuralı çiğneyen öğrencinin belli bir sorunu var sizce ?”Her seferde evet diyeceklerdir.. Bu soruna en iyi yaklaşımı sorun.Bu soruna yönelik tek yaklaşım nedir ?”Yanıt” onu çözmek olacaktır.Sizde yapmak istediğiniz tamda bu olduğunu söyleyin.Sonra sorun” bu sorunu nasıl çözesiniz? Soruna taraf olan her ikisinin yapması gereken nedir ? taraf olan her ikisinin sorunu çözümü için çalışması gerektiğini söyleyin ve konuyu toparlayın.Sınıfa geç gelen öğrencilere sizin için ne yapabilirim ? Diye sorun . Öğrencilerin şunu görmelerine yardım edin;sorunla ilişkisiz görünen bir alana harcayacağınız zaman ve çaba, çözümün anahtarı olabilir.Öğrencilerin sınıfta uyması gereken belli bir kurallar koyduğunuzda bunları yazın . Sonra öğrencilerin bu kuralları koyduklarını ve onları çiğnerlerse sizin yardımınızla sorunu çözmeye çalışacaklarını belirten bir kağıt hazırlayın , sınıftaki bütün öğrencilere bunu imzalatın. Bu kuralların değişmez olmadığını da vurgulayın. Başka bir kural gerekir ya da herhangi bir kural işe yaramasa önerilere açık olduğunuzu ve onlarında sizin önerilerinize açık olmasını beklediğinizi söyleyin. Yeni yolar bulmaya daha istekli olacaklardır.. Onlara şanslı olduklarını söyleyin. Öğreteceklerinizin çoğunu onların bir kez öğrenmesi gerekirken, siz ise sonsuza dek öğretmek zorundasınız. Onlarla tanıştığınız andan başlayarak özel yaşamlarına ilgi gösterin ve kendi deneyimlerinizden de ilgilerini çekebilecek olanları onlarla paylaşın.Kendiniz için konuşmaya hazır hissetmediğiniz hiçbir özel konuyu başkasına sormayın. Yaşamınızdan bazı yansımaları, özelliklede küçük sorunları ve yapmış olduğunuz bazı saçmalıkları paylaşmak, öğrencilerin size daha yakın ve destekleyici bir tutumla yaklaşmalarına yol açacaktır. Sizi ne kadar iyi tanırlar, yaşadığınız zorlukları ne kadar iyi anlarlarsa, o kadar sizin yanınızda olma eğilimine gireceklerdir. Öğrencilerden mümkün oldukça yardım ve öneri isteyin. Size yardım edecekleri hiçbir şeyle kendi başınızla uğraşmayın. Öğretmene önerilerde bulunmak, öğrenciye büyük güç duygusu verir.Sizin tek başına yapamıyor gördüğünüz bir şeyde size ne kadar yardım edebilirlerse ,kendilerini o kadar önemli hissedecektir. Aldığınız öneriden bir şeyler öğrendiğinizi tüm sınıfa söyleyin. Ne kadar çok iletişim kurarsanız, o kadar çok benimsenirsiniz; onlarında sizi karşıt olarak görme olasılıkları o kadar azalır.. Dostça akıcı iletişim. Bu anlayışı öğretim yılının başında yerleştirirsek, yalnızca onların karşıtı olmadığınız değil, aynı zamanda arkadaşları olduğunuz düşüncesinin tohumunu atarsınız. Güç savaşımları kalitenin temel düşmanıdır.Arkadaşlık ve tanıma gereksinimini hiç karşılayamamanın yıkıcı gücü ile büyük tehlike oluşturur.Kızgın yalıtılmış öğrencilerinize yardım eli uzatın.” Eğitim Koçluğu yapın.” DİSİPLİN SORUNLARI İLE NASIL BAŞA ÇIKILIR Patron öğretmenlerin bir çoğu, öğrencileri okuldan atmaktan hoşlanırdı,ama huzur bozucu öğrenciler bile okulda kalma hakkına sahip, öğretmenlerin de bu öğrencilerden kurtulması nerdeyse olanaksız. Huzur bozucu olanlar,genellikle,gereksinimlerini okulda karşılayabilmekte büyük zorluk çeken öğrencilerdir.bu öğrencilerin sınıfta bulunduğu herhangi bir anda, istedikleri ve sahip oldukları arasında büyük bir uçurum olabilir..Bu uçurumun derinliği ,kızgın ve başkaldırıcı bir tutum benimsemelerine zemin hazırlar.”Seni umursamıyorum,oturup dinlemeyeceğim, söylediklerine önem vermeyeceğim” Bu gergin anda,gerçekten etkili olabilecek pek bir şey yoktur ve patron öğretmenlerin bununla yüzleşmesi çok zordur. Kalite okulunda lider öğretmenler, huzur bozucu bir öğrenciyle,ceza olmaksızın başa çıkmanın yolunu öğrenirler, bu durumu denetime alan, hem de öğrenciyi,sınıfta çalışma düşüncesine alıştıran bir durumdur. Birçok öğretmenin aklına ilk gelenlerden biri öğretmenin ailesini aramaktır; ama bu düşündüğü gibi işe yaramaz. Bu yola başvuran patron öğretmenler, anne babanın çocuğu, sınıftaki davranışından dolayı cezalandırmasını ister.. Aynı zamanda patron yönetici olan birçok anne baba da bunu yapmaya dünden razıdır. Öğrencilerde hiçbir durumda cezalandırılmaktan hoşlanmaz. Okulu, evde yaşadığı sorunun kaynağı olarak görür. Böylece bu yaygın uygulama, birçok sorunu çözmek bir yana, katlayarak artırır. Okul ,anne babalara, çocuklarıyla ilgili olumlu şeyler bildirmelidir. Disiplin sorunları , mümkün oldukça, anne babayı katmadan çözmelidir. Anne babaya baş vurmak aynı zamanda okulun kendi sorunlarının çözemediğinin ilanıdır.öğrenci arkadaş edinmekte zorlanıyordur.anne babalarla toplantı yapılması gerektiğinde,öğrencide bulunmalıdır.burada lider öğretmen,tutumuyla,öğrencinin yanlış bir şey yapmadığını ve toplantının amacının,öğrencinin evde cezalandırılmasının olmadığının altı çizilmelidir.Anne babaya verilecek iyi bir öneri çocuklarının zevk aldığı şeyleri paylaşmak için onunla daha fazla zaman geçirmeleridir.. Bazı öğrencilerin okulda huzursuzluk çıkarmamalarının nedeni, yüzlerini yeteri kadar görmedikleri anne babalarının dikkatini çekmektir,aldıklar çok az ilgidense,daha fazla olumsuz ilgiyi yeğleyecek durumdadırlar. Öğrencilerin gereksinimlerini aklınızda tutuyorsunuz ve sınıf,herkes için doyum verici yönetmeye çalışıyorsunuz. Huzur bozucu öğrencilerin gönderildikleri bir mola odası olmalıdır. (Rehberlik odası gibi) Bu oda olmadan huzur bozucu öğrencilerle başarıyla başa çıkılmaz. Lider öğretmen sorunlarının çözümü için kestirme bir yol olmadığını iyi bilir. Elinde bir sihirli değnek olmadığını,ama büyüye de gerek duymadığını mesajını öğrenciye açıkça vermelidir. Öğrenci, aynı zamanda, huzur bozucu tutumunun, öğretmen değil kendi sorunu olduğu mesajını da alır.: öğretmen ne yaptığını bilmektedir. Huzur bozucu öğrenciye şöyle söylemelidir. Bir sorunun var gibi görünüyor. Bunu çözmene nasıl yardım edebilirim? Şimdi sakinleşirsen,zamanım olduğunda bununla ilgili konuşuruz ve bir çözüm bulabiliriz. Ama şu andaki gibi davrandığın sürece,hiçbir çözüme ulaşamayız.O yatışmadan sorunun çözümüne yardım etmeyeceksiniz. Öğretmen,öğrenciye sakinleşmesini söylerken işin içine şaka katarsa daha iyi olur. Vay be,sen kızmışsın. Gerçekten berbat bir şey yapıyor olmalıyım. Önce sakinleş,sonrada ilk fırsatta görüşelim ve belki bir çözüm bulmama yardım edebilirsin. Sakinleşmeyeceğine göre,senden çıkmanı istemek zorundayım. Umarım sonra görüşebiliriz ve bunu çözebiliriz,ama yatışmayacaksan şimdi çıksan iyi olur. Huzur bozucu öğrenci, sıkıntısını canlı tutmak için suçlayacak birini arıyordur.Bunu çözmene yardım etmek istiyorum. Bu yaptığın için seni cezalandırmayacağım. Sorun varsa çözelim. Sorunlar, öfkenin ateşinde çözülemez . Bu yüzden, lider öğretmen önce önündeki alevi söndürmeye odaklanır. Beş dakikadan fazla zamana gerek duyuyorsanız, özel bir görüşme ayarlamalısınız. Zamanınız olduğunda söylemeniz gereken aşağı yukarı şudur:sorun başladığında ne yapıyordun? Bu kurallara aykırı mıydı? Yinelenmemesi için bir şeyler yapabilir miyiz ? Bu durum ileride yeniden ortaya çıkarsa hem senin hem benim ne yapabileceğimi bulalım ki bunu bir daha yaşamayalım.Öğrenciyle sorun yaşıyorsa,işleri yoluna koymanız için ikisiyle de görüşmeniz gerekir.ilk öğrenciye, ne yapıyordun ? İkinci öğrenciye sen ne yapıyordun ? Her ikisine bunu bir daha şaşamamak için ne yapabiliriz ?Sizin yapmak istediğiniz, daha iyi geçinmelerine ve okulda daha başarılı olmalarına yardım etmek olduğunu söyleyin. Huzur bozucu öğrenciler sizi cezalandıran bir patron değil ,kendilerine ilgi duyan bir lider olarak görürlerse, büyük olasılıkla, kurallara uymanın bir yolunu bulacaklardır. Ayrıca öğrenciler doyum alıyorsalar sınıfta bulunmak isteyeceklerdir. Size kendini açarsa yalnız dinleyin. Sınıfta daha başarılı olduğu için onu övün, bu kısa konuşmasının hoşunuza gittiğini söyleyin ve yeniden konuşabileceğinizi söyleyin.Potansiyel olarak “dert” bir öğrenciyi dinlemek için az da olsa zaman ayırmak, iyi bir lider öğretmenin ayrılmaz davranışlarıdır.Yaşadıkları olumlu ortamı korumak için kendilerinin de biraz çaba harcaması gerektiğini fark ederler. Öğrenciler sizin bu yönde çaba harcadığınızı görmezlerse, sorunu size bırakırlar.Öyle ya , siz patronsunuz! Patron olmayın: öğrencilerinize bir sorun çözücü olarak yaklaşın, onlarla açık iletişim kurun; böylece daha az sorun yaşayacaksınız. KAYNAK:William GLASSER’IN yazdığı Okulda Kaliteli Eğitim Kitabından alıntılar yapılmıştır. Bu düşüncelerin çoğu Amerikalı Dr. W.Edwards DEMİNG’İNDİR 2. dünya savaşından sonra Japonya kalite yi bunun sayesinde kazandı.

Soru" ve "konferans"

Bu bileşimdeki "konferans", ortaçağ Fransızcasından gelen "bir araya getirmek, danışmak" anlamları taşıyan bir sözcük[1]. Soru Konferansı da buna göre, soru sormak ve cevaplamak, birbirlerine danışmak üzere bir araya gelmiş kişiler anlamına gelmektedir. Tescil başvurusunda kullanılan tanımıyla ise şöyledir: "Çözülmek istenilen bir sorun ve/ya gerçekleştirilmek istenilen bir tasarım konusunda önce onu en iyi ifade edebilecek soruları üretmek, sonra da bu soruları paydaşların ortak akıllarıyla yanıtlamak üzere tasarımlanmış bir yöntemdir. Soru Konferansı® yöntemini diğer benzer metotlardan (arama konferansı, gelecek taraması gibi) ayıran başlıca fark, sorunun bir dizi soruya çevrilmesi (Bkz. Doğru Sorular - http://tinyurl.com/n82xa6 ve bu soruların Doğru Soru Sorma usullerine göre sorulması zorunluğudur. Sorular, paydaşların beyin fırtınası yoluyla üretecekleri çok sayıda aday soru içinden, çalışma gruplarınca kademeli olarak en iyilerini seçmeleri yoluyla belirlenir. Böylece belirlenen sorular o denli belirli ve nettirler ki cevapları büyük ölçüde içlerinde gizlidir." Yöntem basittir ama.. İstenmeyen bir durumun ortadan kaldırılması veya verdiği rahatsızlığın katlanılabilir düzeylere indirilmesi ya da istenen bir durumun gerçekleşmesinin önündeki engellerin azaltılması şeklinde tanımlanabilecek "sorun çözümü", özellikle de çok sayıda tarafı varsa kolay bir süreç değildir. Hatta çözüm bir yana sorun'un anlaşılması bile neredeyse imkansızdır; çünkü sorun, her paydaş tarafından farklı tanımlanabilir ve herkes kendi tanımına göre en "mantıklı" çözüm üzerinde diretir. İşte bu gibi durumlarda sorun'un önce ne olduğunun anlaşılıp tanımlanması için bir dizi "doğru soruya" çevrilmesi gerekir. Eğer bu yapılabilirse ancak bundan sonra uzlaşı[2] yoluyla sorun çözümü mümkün olabilir. Bu yöntem Soru Konferansı® adı verilen yaklaşımdır. Çetrefil, çok taraflı sorunlar ancak bu şekilde çözülebilir. Bunun yerine, sorun'un taraflarına sırayla söz vererek uzun uzun argümanlarının anlattırılması görünüşte pek tatminkar olmasına karşın gerçekte bir işe yaramaz. Çünkü her argüman kendi içinde çeşitli iddiaları içerir ve diğer paydaşların bu kadar çeşitli iddia konusunda ikna olmalarını beklemek imkansızdır. İster kurumsal ister toplumsal düzeyde olsun sorunların çoğuna yaklaşım, bu son tanımlandığı şekilde yapıldığı sürece sorunların çözümü bir yana, yeni sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır (http://www.tinaztitiz.com

26 Ağustos 2009 Çarşamba

TÜBİTAK'tan müthiş buluş!..

TÜBİTAK araştırmacıları, özellikle kanser tedavisinde kullanılan insana ait "interferon gamma" isimli bir protein üretti. "Türk malı buzul ayısı" adı verilen dünyanın donmaya dirençli fare geliştirerek adlarını duyuran TÜBİTAK araştırmacıları, transgenik farelerin sütlerinde hücrelerin kontrolsüz bölünmesini önleyen ve özellikle kanser tedavisinde kullanılan insana ait "interferon gamma" isimli bir protein üretti. "Dünyada ikinci, Türkiye’de ise ilk kez" başarıya ulaşılan çalışmayla kanserin yanı sıra hepatit, viral enfeksiyonlar gibi çok sayıdaki hastalığın tedavisinde kullanılan bu protein mevcut yöntemlere göre daha sağlıklı bol ve ucuza üretilebilecek. AA muhabirine çalışmayla ilgili bilgi veren, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) Gen Mühendisliği ve Biyoteknoloji Enstitüsü Transgen ve Deney Hayvanları Laboratuvarı Sorumlusu Başuzman araştırmacılarından Doç. Dr. Haydar Bağış, genetik yapılarında yabancı rekombinant DNA parçası taşıyan hayvanlar olarak tanımlanan "transgenik" hayvanların üretim tekniklerinin gelişmesiyle biyoloji, tıp ve veterinerlik alanındaki araştırmaların hız kazandığını ifade etti. Çeşitli rekombinant proteinleri meme bezlerinde sentezleyen transgenik hayvanlara "Biyoreaktörler veya Bacasız İlaç Fabrikaları" adı verildiğini anlatan Bağış, Türkiye’deki ilk transgenik fare eldesi çalışmalarının 1990’da kendisinin başkanlığındaki bir ekip tarafından başlatıldığını bildirdi. Bağış, bu çalışmalarda insan büyüme hormonu geni, İnsan Hepatit B Virus Geni, "Türk Malı Buzul Ayısı" adını taşıyan transgenik farelerin aynı ekip tarafından elde edildiğini ve bu çalışmalara son olarak bir yenisini ilave ettiklerini açıkladı. -"TRANSGENİK FARELERDEN TEDAVİ PROTEİNİNE" İnsan interferon-gamma (IFN) proteininin bir bağışıklık sistem düzenleyicisi olduğunu ve hastalıkların tedavisinde kullanımı için insan hücrelerinden elde edilme zorunluluğunun bulunduğunu anlatan Bağış, bu durumun bu proteinin üretimini kısıtlayıcı bir etki yarattığını dile getirdi. Bağış, bu tür proteinlerin üretimi için çok farklı sistemlerin kullanıldığını belirterek, TÜBİTAK destekli çalışmalarında "Türkiye’de ilk, dünyada ise yalnızca bir laboratuvarın yapabildiği bir başarıya imza attıklarını" söyledi. Bu proteinin üretimi için bakteri, maya, mantar ve virüs gibi pahalı yöntemlerin kullanıldığını, 4 yıl süren çalışmalarında bu geni taşıyan transgenik fareler üretmeyi başardıklarını ifade eden Bağış, çalışmalara ilişkin şunları kaydetti: "Araştırmamızda insan gamma interferon proteini, fare embriyolarına mikroenjeksiyon ile aktarıldı. Mikroenjeksiyon sonrası canlı kalan fare embriyoları, taşıyıcı annelerin rahimlerine ameliyatla transfer edildi. mbriyo transferi sonunda gebe kalan annelerden doğan fareler 3 haftalık olduğunda kan ve dokularından DNA izolasyonları yapıldı. Analiz sonunda 2 adet erkek ve 1 adet dişi transgenik fare tespit edildi. Bu transgenik fareler, transgenik olmayan farelerle çiftleştirildi ve bunun sonunda transgenik erkek ve dişi fareler elde edildi. Doğum yapan transgenik dişi farelerin memelerinden süt sağımları yapıldı. Çok yağlı olduğu için yağları alınan fare sütlerinde insan gamma interferonun varlığı tespit edildi." -"LİTRELERCE SÜTTEN PROTEİN ELDE EDİLEBİLECEK"- Bağış, yaptıkları testlerde transgenik farelerin meme bezlerinden süte salınan insan gamma interferonun hücre bölünmesini durdurucu etkisini de saptadıklarını bildirdi. Başta kanser olmak üzere, bağışıklık yetmezliği, hepatit, viral ve göz hastalıklarının tedavisinde kullanılan ilaçların etken maddesinin de IFN proteini olduğunu anlatan Bağış, şöyle konuştu: "Çalışmamızda fare sütlerine salınan bu proteinin aktivitesi test edildi ve sonunda süte geçen bu proteinin sınırsız bölünme özelliği gösteren hücreleri yavaşlatarak durdurduğu tespit edildi. Yani interferon gamma, bu hücrelerin bölünmesini durdurucu bir etki yaptı. Böylece bu proteinlerin kanser tedavisinde daha bol, saf ve sağlığa uygun ve ucuza üretilmesinin de önü açıldı. Çünkü günde çok az süt elde edilebilen fareler yerine günde litrelerce süt alınabilen çiftlik hayvanlarına da uygulanabilir bir yöntem ortaya çıkarılmış oldu." Projenin TÜBİTAK tarafından desteklendiğini ve Bulgar Bilimler Akademi Moleküler Biyoloji Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. İvan İvanov ile kendisinin başkanlığındaki ekiplerin ortak çalışması olduğunu anlatan Bağış, proje kapsamında Ulm Universitesi Moleküler Tıp Enstitüsü, Max-Planck Kök Hücre Araştırmaları Grubu, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Veteriner Fakültesi Biyokimya ABD, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik ABD araştırmacıları ile de ortak çalışmalar yaptıklarını kaydetti. Çalışmalarının geçen yıl Antalya’da yapılan Uluslararası İmmünoloji Kongresinde en iyi poster ödülünü aldığını belirten Bağış, uluslararası bilimsel bir dergide de yayımlanmak üzere olduğunu söyledi. Doç. Dr. Haydar Bağış, bu çalışmadan elde edilen sonuç ve bulguların günde litrelerce süt alınabilen transgenik çiftlik hayvanlarının üretiminde kullanılabilmesi için Türkiye’de yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini de bildirdi.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

2020′DE OTOMOBİLLERİN YARISI ELEKTRİKLİ OLACAK

Japonya’da 2020′de otomobillerin yarısı elektrikli olacak. Japonya’da 2020 yılında satılan otomobillerin yarısının, elektrik veya yakıt piliyle çalışan yeni nesil otomobiller olacağı bildirildi. Mitsubishi ve Subaru firmalarının şimdiden piyasaya sürdüğü elektrikli otomobiller, şimdilik sadece profesyonellere yönelik. Nissan da ilk modelini seneye piyasaya sürüyor. Şarj edilebilen otomobiller, böylece piyasayı hızla doldurmaya başlayacak. Yakıt piliyle çalışan otomobillerin de 2015′te yollara çıkması bekleniyor. “Temiz” yakıtla çalışan bu araçların imalatı, şimdiye kadar ihtiyaç duyulmayan fonksiyonları içeren altyapı çalışmalarını gerektiriyor. Bir otomobil firması yetkilisi, Japonya’da şehirlerde otomobillerin günde ortalama 30 km yol yaptığını hatırlatarak, elektrikli otomobillerin bir dolumla 160 km gidebileceğini, bunun da yeterli olacağını belirtti. Read the rest of this entry »