31 Aralık 2009 Perşembe

KÖTÜ KARARLAR BULAŞICI OLABİLİR

Tıpkı nezle gibi, insanların duygusal durumları da bulaşıcı olabilir. Üzgün birini gördüğünüzde hüzünlenirken, neşeli birinin yanında siz de gülümsemeye başlayabilirsiniz. Northwestern Üniversitesi’nden sosyal psikolog Adam Galinsky benzer durumun kötü kararlar için de geçerli olup olmadığını araştırmıştır. Bir grup öğrenci ile yaptıkları bir deneyde, katılımcılardan açık artırma yapan birini izleyerek vereceği kararlarda yardımcı olmaları istenmiştir. Açık artırma yapan kişi ile hakkında verilen bilgiler (aynı ayda ve yılda doğmuş olma, aynı okulda okumuş olma gibi) aracılığıyla bir şekilde bağlantı kuran katılımcıların, deneyin kurgusunun parçası olan bu kişi yanlış kararlar verdikçe ve para kaybettikçe, kendilerinin de para kaybetmeye başladığı görülmüştür. Herhangi bir bağ hissetmeyen kişilerde ise bu davranışa rastlanmamıştır. Araştırmacılar bu sonuçların özellikle de ekonomik krizden etkilenerek para kaybetmeye başlayan kurumların, yanlış kararlarını düzeltebilmek ve çöküşlerini durdurabilmek için, firmanın dışından bir gözlemciden yardım almalarının daha faydalı olacağı şeklinde yorumlanabileceğini söylemektedirler. BİR MİLYAR YILLIK HARD DİSK Anılarınızı ya da verilerinizi kaydetmek istediğinizde kullandığınız videokasetlerinin ya da DVDlerin bu bilgileri sonsuza dek saklamasını ister misiniz? Günümüzde mevcut DVD’lerle bunu başarmak mümkün değil. Nano teknoloji ile ilgilenen bir grup bilimci, karbon nano tüplere yerleştirilen demir iyonları aracılığıyla bilgiyi elektronik ortamda “1”, “0” kodları ile kaydetmenin mümkün olduğunu düşünmekteler. Nano tüpler de elmas gibi bilinen en dayanıklı ve aşınmayan maddeler arasında sayılıyor. Nano tüplerden kayıtların depolanması amacıyla yararlanılması başarıldığında, bu kayıtların tahmin edilemeyecek kadar uzun süre saklanılabileceği düşünülüyor. California Üniversitesi’nden fizikçi Alex Zettl ve ekibi laboratuvar çalışmalarının başarılı olduğunu ancak bir dizi deneye daha ihtiyaç duyulduğunu bildirmekteler. RİTMİ TAKİP ET KUŞUM Dans, dinlediğimiz müziğin ritmini takip edebilme yetimizle yakından ilgilidir. Ritme uygun hareket edebilme becerisi, insan beyninin işitme ve motor korteksleri arasındaki nöral bağlantılar aracılığıyla gerçekleşmektedir. Bir nörobiyoloğun Snowball isimli papağanın dans videosunu You Tube’da izlemesine dek bu becerinin sadece insanlara özgü olduğu düşünülmekteydi. California Nörobilim Enstitüsü’nden nörobiyolog Aniruddh Patel, papağanı izledikten sonra onunla bir dizi deney yapmıştır. Deneyde papağana belirli bir ritimde müzik dinletilmiş, papağan müziğin ritmine uygun bir şekilde sallanmaya başlayınca ritim değiştirilmiştir. Hem hızlandırıldığında hem de yavaşlatıldığında papağanın da hareketlerini ritimdeki değişikliğe göre ayarladığı belirlenmiştir. Hayvanlarla ilgili yapılan bu keşif, insan müziğinin evrimini araştırmak için hayvan modellerinin kullanılabilmesinin ilk kez yolunu açmıştır. MİLYARLARCA KAT GÜÇLÜ NÖTRON YILDIZLAR Dev bir yıldız yakıtını tükettiğinde ve merkezindeki çekim gücüne daha fazla karşı koyamadığında, çekirdeği büzülmeye başlar ve küçük bir astroid hacmine ulaşırken, kütlesinin büyük kısmı süpernova adı verilen muazzam büyüklükteki patlamalara yol açar. Geride saniyede yüzlerce kez dönebilen, çok küçük hacimde çok fazla miktarda maddenin yer aldığı oluşumlar kalır. Astrofizikçiler oluşan bu nötron yıldızlarının yoğunluğu yüksek oluşumlar olduklarını zaten bilmekteydiler. Bu maddenin gücü ise şimdiye kadar bilinmemekteydi. Indiana Üniversitesi’nden astrofizikçi Charles Horowitz ve Los Alamos Ulusal Laboratuarı’ndan madde bilimci Kai Kadau geliştirdikleri bir bilgisayar simülasyonu aracılığıyla yıldızı oluşturan maddenin bilinen en güçlü çelikten on milyar kat daha güçlü olduğunu belirlediler. YENİ ZELANDA AĞACININ MACERALARI Yeni Zelanda’da yetişen bir ağaç türü, yaşam süreci boyunca görünümünü iki kez değiştirmektedir. Fide halindeyken ağaç, lekeli küçük kahverengi yapraklara sahiptir. Büyüdükçe yapraklar irileşip uçları bir çengele benzer şekilde kıvrılmaktadır. Yetişkinliğinde ise boyu 20 metreye ulaşan ağacın yaprakları küçülmekte ve yeşil renk almaktadır. Bilimciler bu değişimin, Yeni Zelanda’da 500 yıl önce yaşayan ve soyu tükenmiş uçamayan dev bir kuşa karşı ağacın kendisini korumak için geliştirdiği bir strateji olduğunu düşünmekteler. Bu varsayımı sınamak için yapılan çalışmalarda, boyu ancak 10 santimetre olan fidelerin sahip olduğu kahverengi yaprakların, ormanın zeminindeki ölü yapraklarla aynı dalga boyunda ışığı yansıttığı belirlendi. Böylelikle fidan kendisini ölü bir yaprak gibi göstermeyi başarıyordu. Biraz daha büyüdüğünde oluşan şekil değişikliği ve renkli beneklerin, yaprakların yenmesi güç olduğu izlenimini veriyor olabileceği düşünülmekte. Dev kuşun yetişemeyeceği kadar büyümeyi başaran ağacın yaprakları ise yeşil renge kavuşmakta. Bilimciler her ne kadar bu varsayımların doğruluğunun kesin olarak kanıtlanamayacağını kabul etseler de, bir bitkinin evrimini anlamak için onunla aynı bölgede yaşayan soyu tükenmiş hayvanların yapılarına da dikkat etmek gerektiğini söylemekteler. VİRÜSÜN ZAMAN YOLCULUĞU Binlerce yabanarısı türü yumurtalarını, bir tür zehirle felç ettikleri tırtılların vücuduna bırakmaktadır. Böylelikle etkisiz hale getirilen ev sahibinin vücudunda yumurtalar, hem gerekli besine kavuşarak hem de güven içinde büyüyebilmektedir. Araştırmacılar uzun zamandır, yabanarılarının ev sahiplerini felç etmek için kullandıkları zehrin nasıl bir madde olduğunu merak etmekteler. Zehrin yapısı ile ilgili ilk ipuçları, 1970lerde elektron mikroskobu ile yapılan incelemelerden sağlanmıştır. Bu incelemelerde zehrin virüsler gibi çift zincirli DNA’ya sahip olduğu belirlenmiştir. Daha sonra yapılan çalışmalar zehrin ayrı viral bir oluşum olmaktan çok, yabanarısının genetik bir salgısı olduğunu düşündürmüştür. Bu karmaşayı aydınlatmak üzere Tours Üniversitesi’nden entomolog Jean-Michel Drezen ve ekibi, arıların zehri salgılayan yumurtalıklarının DNA’ları ile en çok bilinen böcek virüslerinin DNA’larını, zehrin DNA’sı ile karşılaştırmışlardır. Sonuçlar, nudivirüs olarak adlandırılan çok eski bir virüse işaret etmektedir. Araştırmacılar bu durumun, virüsün milyonlarca yıl önce arıyı enfekte etmiş olması ve zaman içinde DNA’sının arının genomu ile bütünleşmesi ile gerçekleşmiş olabileceğini açıklamaktadırlar. Virüs yaşamak için arının yumurtalıklarına, arı da yumurtalarını tırtıllara yerleştirebilmek için virüsün varlığına ihtiyaç duymuş ve bu karşılıklı ihtiyaç genetik bir işbirliğine yol açmıştır! EINSTEIN’IN BEYNİ Albert Einstein gibi bir dahi söz konusu olduğunda bilimciler doğal olarak bu dahinin beyninde onu diğer insanlardan ayıran nasıl bir farklılık olduğunu merak ederler. 1955’teki ölümünün ardından Einstein’ın beyni Thomas Harvey isimli bir patolog tarafından çıkarılmıştır. Harvey’in ölçtüğü, fotoğrafladığı ve sakladığı beyin, bir meslektaşı tarafından bölümlere ayrılarak pek çok parçasından mikroskop lamlarına örnek kesitler alınmıştır. İlk anatomik değerlendirme 1999’da nörobiyolog Sandra Witelson tarafından Harvey’nin çektiği fotoğraflara bakılarak yapılmış ve Einstein’ın beyninin parietal loblarının (matematik, görsel-uzamsal bilişle ilgili bölüm) ortalamadan yüzde 15 daha geniş olduğu açıklanmıştır. Bununla birlikte beynin ağırlığı 1230 gram olup, ortalamanın alt sınırında yer almaktadır. Yeni bir keşif ise Florida State Üniversitesi’nde antropolog olarak çalışan Dean Falk’tan gelmiştir. Falk, Einstein’ın beyninin sol elini idare eden motor korteks kısmının yumru şeklinde olduğunu bunun da müzik yeteneği ile ilişkili olabileceğini söylemektedir (Einstein küçük yaşlarından itibaren keman çalmıştır). Ek olarak pariteal bölgelerinin sadece daha geniş değil, girinti ve çıkıntıların paterni açısından da çok nadir bir yapıya sahip olduğu belirlenmiştir. Einstein’ın düşünceleri kelimelerden çok görsel imgeler ve duyumlar olarak deneyimlediğini söylediği bilinmektedir. Parietal loblarının bu özgün şeklinin onun bir tür sinestezik olması ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Her ne kadar tüm bu görüşler eski fotoğraflardaki ipuçlarına dayanılarak ortaya atılsa da, Einstein’ın muhteşem beyninin sırrını çözme yolundaki varsayımlar daha uzun yıllar heyecan yaratacağa benziyor. Kaynak BirGün .Net

YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN

Yine yeni bir yıl var kapımızda. 2010 yılına gireceğimiz şu günlerde istediğiniz her şeyin gerçekleşmesi dileğiyle, iyi seneler! Rüyayı mutlu, hayali umutlu yapan bugündür, gönlün neyin özlemini çekiyorsa yarınlar sana onu getirsin... YENİ YILIN KUTLU OLSUN..!!..

25 Aralık 2009 Cuma

BAZI ÜLKELER NEDEN GELİŞEMEZ?

3. BAZI ÜLKELER NEDEN GELİŞEMEZ? 6,3 milyarlık Dünya nüfusunun yaklaşık 5 milyarı, ekonomik gelişimin en azından ilk basmağına tırmanmış durumdadır. 1980 ile 2000 yılları arasında 4,9 milyar insan, GSYİH’sı artan ülkelerde; 5,7 milyarsa ortalama ömrün uzadığı ülkelerde ikamet etmiştir. Bu rakamlar ekonomik gelişmenin gerçek ve yaygın, aşırı fakirliğin ise, Dünya genelinde düşüşte olduğuna en iyi kanıttır. Bu veriler aynı zamanda aşırı fakirliğin 2025 yılına kadar ortadan kaldırılabileceği öngörüsünü daha da gerçekçi kılmaktadır. Ekonomik gelişmenin Dünyanın pek çok yerinde işe yaradığı kanıtlanmış bir gerçektir. İşte bu yüzden, ekonomik gelişmenin olmadığı yerlerdeki sorunları anlamak ve bunların üstesinden gelmek, kat kat önem taşır. Ekonomik gelişmenin neden başarılı veya başarısız olduğunu anlamak için, kavramsal bir çerçeve oturtmakta fayda vardır. Belki bu dinamikleri tek bir hane bazında anlatarak başlamak, en iyisi olacaktır. Basit bir evleri ve iki hektarlık toprağı olan ebeveynler ve 4 çocuktan oluşan aşırı yoksul bir hane düşünelim. Bu hanenin bir mahsulden 4 ton tahıl aldığını, ancak fakirlikleri nedeniyle, yıl boyunca bunu kendilerinin tükettiğini varsayalım. Hane tüm ürünü kendi tüketse de, devlet tahıl birim fiyatından o aileye bir kazanç belirler (örn. ton başına 150$ x 4 ton = 600$). Yani kayıtlara hanedeki her ferdin 100$ (600$/6 birey) yıllık geliri olduğu geçer. Bu hane halkı, önümüzdeki yıl gelirini arttırmak için en azından 4 seçeneğe sahiptir: 1-Tasarruf Yapmak: Hane halkı, ürettiği 4 tondan üçünü tüketir ve birini pazarda 150 $’a satar ve bu parayla besi hayvanı satın alır. Bundan elde edilecek ürün her ne olursa olsun hane bu tasarrufla sermaye birikimi yapmış olur. 2-Ticaret Yapmak: Hane halkı, yaşadıkları bölge koşullarının, getirisi çok daha yüksek olan başka bir ürüne uygun olduğunu öğrenerek, bu yeni ürüne geçiş yapar ve yeni üründen 800$ gelir elde eder. Yemek üzere, 600 dolarıyla tahıl satın alır. Bölgede aynı ürünü üreten çiftçilerin sayısı arttıkça, bu ürünün nakliyesi ve depolanması gibi daha fazla uzmanlık gerektiren işletmelerin ortaya çıkmasına neden olur. Bu ürünün pazarı, zaman içinde geliştikçe inşaat, imalat, altyapı vb. gibi daha da fazla uzmanlık gerektiren işkolları oluşur. 3-Teknoloji: Ziraat mühendisi, hane halkına toprak verimliliğini sürekli hale getirecek yeni yöntemler öğretir. Bazı ürünlerin topraktan aldığı besinleri tekrar toprağa veren ağaçlar ve verimliliği ve zararlılara dayanıklılığı arttırılmış tahıllar sayesinde üretim, 4 tondan 6 tona çıkar. Bu durumda hanedeki her ferdin yıllık geliri 150$’a yükselir. 4- Doğal Kaynak Artışı: Devletin sulak alanlardaki hastalıklarla mücadelesinde başarılı olması sayesinde, hane halkı çok daha büyük ve verimli bir çiftliğe taşınır. Binlerce hektarlık toprak, üretim kapasitesinin ciddi oranda artmasına neden olur. Gelirler yükselir, açlık azalır ve hane halkı yıllık üretimini üçe katlar. Yaşadığımız sistem çok karmaşık olsa da, ekonomilerin büyümesi ardındaki neden, daha yüksek gelire götüren bu dört yöntemdir. Gerçek ülke ekonomilerine baktığımızda GSYİH’da kaydedilen artış bu yöntemlerin tamamının uygulanmasıyla sağlanır: tasarruf ve sermaye birikimi, uzmanlık ve ticaretin artması, teknolojik gelişimle eşzamanlı üretim artışı ve kişi başına düşen doğal kaynakların artması. Bu örneği hane bazında vermiş olsam da esasında sistem, pazarlar, kamu politika ve yatırımlarıyla bir araya gelen binlerce hatta milyonlarca hanenin karşılıklı ilişkisiyle meydana gelir. Peki bir hanenin gelirini ne gibi unsurlar azaltabilir? İşte bazı nedenler: Tasarruf Yapamama: Hane halkının kronik açlık çektiğini varsayalım. Bu durumda, ürettiği tahılın hepsini kendileri tüketecek ve pazarda ürün satamayacağı gibi sene içinde kırılan sabanını yenileme veya tamir etme imkanı da olmayacaktır. Tarla sürülmediği için seneye hasat daha da azalacaktır. Ticaret Olmaması: Hane halkının yüksek gelir getiren üründen haberdar olduğunu ancak buna, örneğin pazarlara giden yolların olmaması nedeniyle geçemediğini düşünün. Ürettiğini satamayacağını anlayan hane halkı, en azından kendi yiyeceğini garanti altına almak için, tahıl ekmeye devam edecektir. Bununla birlikte şiddet, finansal dengesizlik, fiyat sınırlamaları veya diğer başka devlet müdahaleleri, uzmanlaşmaya ve ticarete engel olabilir. Teknolojik Gerileme: Çocukların ebeveynlerini, AIDS gibi bir hastalıktan kaybettiğini düşünün. Normalde aile reisliği sorumluluğunu en büyük çocuk üstlenir; ancak genellikle babadan oğula geçen çiftçilik yöntemlerinde henüz çocuk uzmanlaşmamıştır. Bir sonraki mahsul kaybedilince, çocuklar komşuların eline bakar duruma düşer. Teknolojik bilgi birikimi azaldığından hanenin geliri de azalır. Doğal Kaynakların Azalması: Bazı bölgelerde fazladan toprak olmadığı gibi, çevresel koşullarda da olumsuz değişimler olabilmektedir. Topraktaki besin bilinçsiz tarım nedeniyle tükendikçe, tarlanın sadece 1 hektarından ürün alınır olduğundan, hanede kişi başına gelir sadece 50 dolara kadar düşmektedir. Üretimi Olumsuz Etkileyen Felaketler: Sel, kuraklık, hastalık, salgın gibi afetler, bir yılın gelirini tamamen yok edebilir. Nüfus Artışı: Bir kuşak geçer ve ebeveynler ölür. Eldeki iki hektarlık tarla, iki erkek çocuk arasında paylaşılır. Her erkek çocuğunun bir karısı ve dört çocuğu olur. Hektar başına iki tonluk üretimin aynı kaldığını varsaysak bile hane geliri yarıya düşecektir. Bu bölünme Afrika’da ciddi sorunlara neden olmaktadır. Bu senaryolar bir hanenin nasıl gelişebileceğini veya gerileyebileceğini basitçe resmeder. Bir ülkenin gelişmeden sorumlu uzmanlarının bu süreçlerden hangisinin ilerleyip hangisinin gerilediğini dikkatlice takip etmesi gerekir. Bir ekonominin gerilediğini bilmek yeterli değildir. Ekonomik büyüme olabilmesi için ekonominin neden başarısız olduğunu anlamamız gerekir.

11 Aralık 2009 Cuma

BU İHTİYAÇLAR HAYATIN HER DÖNEMİNDE GEÇERLİDİR

1* Besleyici yiyecekler yiyor musunuz ? 2* Egzersiz yapıyor musunuz ? 3* Duygusal ihtiyaçlarınıza ilgi gösteriyor musunuz ? 4* Doğru iletişim becerilerinizi geliştirmeye çalışıyor musunuz? 5*Çevrenizle geliştirici ilişkiler kuruyor musunuz ? 6*Dinleme becerinizi geliştiriyor kendinize karşı dürüst davranıyor, istediğiniz şeyi dile getiriyor musunuz ? 7* Çatışmaları önlemek için etkili yöntemler geliştirdiniz mi? 8*Hayatınızdan zevk alıyor ve heyecan duyuyor musunuz ? 9* Mizah duygunuzu geliştiriyor ve hayatla eğleniyor musunuz ? 10* Yeni şeyler öğrenmek için uğraşıyor musunuz ? 11*Gevşemek ve rahatlamak için etkili yöntemleriniz var mı ? 12*Derinden ve içten sevmek için kendinize izin veriyor musunuz ? ilerleyen yaşlarınızı yaşıyorsanız ve bu sorulara evet diyemiyorsanız başlama zamanı gelmiş demektir.

DOMUZ GRİBİ

Uğur Koçbaş / VATAN Dünyayı ayağa kaldıran domuz gribi salgınıyla ilgili korkunç bir şüphe ortaya atıldı. H1N1 virüsünün aslında abartıldığı kadar ölümcül, salgının da şiddetli olmadığı; grip konusunda dünyanın bir numaralı otoritesi olan bir profesör ile 3 arkadaşının, danışmanlık yaptıkları ilaç şirketlerine para kazandırmak için panik yarattığı iddia edildi! Rotterdam Üniversitesi’nde görev yapan Profesör Albert Osterhaus, dünyada grip konu olduğunda akla gelen tek isim. Hatta bu nedenle kendisine bilim dünyasında takılan ad: Doktor Grip. SARS ve kuş gribi paniklerinde hep Dünya Sağlık Örgütü’nün krizi önlemek için başvurduğu ilk isim o oldu. Şimdi Hollandalı “Doktor Grip” ile ilgili bir iddia tüm dünyayı kasıp kavuruyor. İddiayı Hollanda basını yazdı İlk kez saygın bilim dergisi Science’da kısa bir makale ile dile getirilen, ardından Hollanda’da yayınlanan De Telegraaf gazetesi tarafından yayınlanan iddia, grip salgınının Doktor Grip’in servetinde dramatik bir artışa sebep olduğu yönünde. Profesör Osterhaus Avrupa İnfluenza Bilimsel Araştırma Grubu’nun Başkanı. Aynı zamanda Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) danışma kurulu olan SAGE’nin de üyesi. Hatta WHO, domuz gribiyle ilgili olarak “küresel pandemi” kararı aldığında Osterhaus SAGE’ye başkanlık ediyordu. Ancak bunun yanında Osterhaus’un bir de aşı geliştirip üreten bir şirketi var. Profesör aynı zamanda da Roche, Novartis, Baxter, Mediimmune, Glaxo, Sanofi Pasteur gibi ilaç şirketlerine de maaşlı danışmanlık yapıyor. Yani küresel bir domuz gribi salgının fayda sağladığı tek bir isim varsa o da Osterhaus. Hem şirketinin değeri bu süreçte oldukça artmış durumda hem de danışmanlık ücreti. DSÖ’yü de yönlendirdi Ama daha vahim olan ise Danimarka’nın Information ve İsveç’in SVG gazetelerinde çıkan iddialar. Bu da SAGE’deki 8 kişilik heyette yer alan Osterhaus ve 3 arkadaşının “danışmanlık yaptıkları ilaç şirketlerinin baskısıyla DSÖ’yü yönlendirerek aslında var olmayan bir paniği tüm dünyaya yutturduğu” iddiası. SAGE’de yer alan Osterhaus’un yakın arkadaşı Profesör Frederick Hayden, Roche ve Glaxo’nun maaşlı danışmanı. Profesör Arnold Monto, “40 yıldır küresel salgını bekleyen adam” olarak biliniyor ve burundan verilen domuz gribi ilacını üreten Medimmune, Glaxo ve Viro Pharma şirketlerine danışmanlık yapıyor. Yine aynı heyette yer alan David Salisbury, İngiltere’deki imunizasyon programının başkanı ve ilaç şirketleriyle danışmanlık ilişkisi içinde... Yani 8 kişilik heyetin en etkili 4 ismi ilaç şirketleriyle organik bağ içinde. Domuz gribini JP Morgan’ın tahminlerine göre ilaç şirketlerine 7.5-10 milyar euro para kazandıracak bir hastalık konumuna yükselten süreçte de bu bilim adamlarının yönlendirmesinin hayati önem taşıdığı biliniyor. Bu uzmanların desteğiyle hazırlanan raporlarda WHO domuz gribine karşı aşılamayı 24 kez, ilaçlı tedaviyi de 18 kez önerirken, sık el yıkamanın önemine ise sadece 2 kez değinildi. ’Salgın’ tanımını değiştirdi Bu konudaki en önemli kanıtlardan biri Der Spiegel dergisine konuşan ve grip konusundaki araştırmaları değerlendiren Cochrane Teşkilatı’nın başkanı Epidemolog Tom Jefferson’un altını çizdiği gerçek. Buna göre DSÖ, Nisan 2009’da yine bu bilim adamlarının tavsiyesiyle tüm dünyada hükümetlerin referans aldığı “pandemi” (salgın) tanımını değiştirdi. Eski tanımda WHO’nun bir hastalığı pandemi olarak ilan edebilmesi için yeni bir virüsün ortaya çıkması, hızla yayılması, insanların bu hastalığa bağışıklığının bulunmaması, yüksek ölüm oranına sahip olması ve bulaşma oranının yüksek olması gerekiyordu. Ancak Nisan ayında alınan kararla WHO, bu son iki şarttan vazgeçti ve ölüm oranı yüksek olmayan domuz gribi hastalığı bir anda pandemi tanımının içinde kendine yer bulmuş oldu. Ardından 11 Haziran’da WHO “küresel salgın” kararı aldı. Tüm dünyada hükümetler milyonlarca doz aşı siparişi verdi, ilaçlar stok edilmeye başlandı. Yani ilaç sektörüne milyarlarca dolarlık bir gelirin kapısı aralandı. İddiaya göre WHO’nun bu kritik kararları aldığı toplantılara profesörlerin taşvikiyle Glaxo, Novartis ve Baxter’in temsilcileri de gözlemci sıfatıyla ilk kez katıldı. Hakkında soruşturma başlatıldı Tüm bu iddiaların gazetelerde yer bulmasının ardından Hollanda parlamentosu Doktor Grip hakkında soruşturma başlatılmasına karar verdi. Düzenlenen özel oturumda Osterhaus’un bağlantıları didik didik edildi. Ancak meclis ülkedeki bir numaralı sağlık otoritesi olarak gördükleri profesör ile bağları koparmamayı kararlaştırdı. Şimdi ise Rus meclisinde (Duma) bir hazırlık yapılıyor. Duma’nın Sağlık Komisyonu Cenevre’deki WHO temsilcilerine iddiaların detaylı bir şekilde incelenmesi talimatı verdi. Profesör David Salisbury - SAGE’nin üyesi - İngiltere’deki imunizasyon programının başkanı İlaç şirketlerine danışmanlık yapıyor. Prof. Albert Osterhaus - Avrupa İnfluenza Bilimsel Araştırma Grubu’nun Başkanı. - Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) danışma kurulu olan SAGE’nin üyesi. Hatta WHO, domuz gribiyle ilgili olarak “küresel salgın” kararı aldığında SAGE’ye başkanlık ediyordu. - Aşı geliştirip üreten Viros Cope adlı bir şirketi var. - Aynı zamanda Roche, Novartis, Baxter, Medimmune, Glaxo, Sanofi Pasteur gibi ilaç şirketlerine maaşlı danışmanlık yapıyor. Profesör Arnold Monto - SAGE’nin üyesi - Burundan verilen domuz gribi ilacını üreten Medimmune, Glaxo ve Viro Pharma şirketlerine danışmanlık yapıyor Profesör Frederick Hayden - SAGE’nin üyesi - Bir numaralı aşı üreticileri Roche ve Glaxo’nun maaşlı danışmanı. DOKTOR GRİP’İN İŞİ Mİ? Rotterdam Üniversitesi Profesör Albert Osterhaus, dünyada grip konu olduğunda akla gelen tek isim. Hatta bu nedenle kendisine bilim dünyasında takılan ad: Doktor Grip. SARS ve kuş gribi paniklerinde hep Dünya Sağlık Örgütü’nün krizi önlemek için başvurduğu ilk isim o oldu. Harvard Üniversitesi: Salgın çok şiddetli değil ABD’li ve İngiliz bilim adamları domuz gribi salgının dünyayı tahmin edildiği kadar şiddetli vurmadığını öne sürdü. Amerika’daki Harvard Üniversitesi ve İngiliz Tıbbi Araştırma Konseyi tarafından yürütülen araştırmalarda ABD’deki domuz gribinden ölüm oranları ve önceki grip sezonlarındaki ölüm oranları incelendi. Buna göre domuz gribinden ölüm oranı her yıl grip yüzünden ortalama 36 bin kişinin yaşamını yitirdiği ülkede, ortalamanın biraz altında kalabilir ya da en kötü ihtimalle bunun çok az üzerine çıkabilir. Ağustos ayında ABD Başkanı’nı bilgilendiren Bilim ve Teknoloji Danışmanları Konseyi tarafından hazırlanan bir raporda domuz gribinden ölü sayısının 30 bin ile 90 bin arasında olacağı hesaplanmıştı. Harvard Üniversitesi profesörü Marc Lipsitch, hatalı olduğunu öne sürdüğü bu tahminin sınırlı verilerle yapıldığını söylüyor. WHO açıklama yaptı: İddialar kesinlikle asılsız İDDİALAR üzerine WHO sözcüsü Gregory Hartl, bir açıklama yaptı. WHO toplantılarına ilaç sektöründen temsilcilerin bulunmasının doğal olduğunu söyleyen sözcü, toplantıda bulunan temsilcilerin hiç söz hakkı olmadığını ve toplantının gidişatını etkilemediğini sözlerine ekledi ve “Aşı yapıyoruz ve bu yüzden aşının içinde olanları bilmemiz gerek” dedi. WHO’da çalışan herkesin geçmişlerinin çok sıkı bir biçimde incelendiğini açıklayan Hartl, adı skandala karışan Frederick Hayden’in Dünya’daki en iyi virolog olduğunu ve grip hakkında birşey sorulması halinde cevap verecek ilk kişinin Hayden olması gerektiğini belirtti. WHO’nun çalışanlarının finansal geçmişlerini kamuoyuyla paylaşmalarının şimdilik mümkün olmadığını söyleyen Hartl WHO’nun özgür bir kurum olduğunu açıkladı. Türkiye’de son bir haftada 112 kişi öldü SAĞLIK Bakanlığı’ndan yapılan yazılı bir açıklamada, Türkiye’de domuz gribinden son bir haftada 112 kişinin öldüğü, toplam ölü sayısının ise 353’e yükseldiği açıklandı. Bakanlığın verilerine göre ölenlerin 121’i, yani yüzde 35’i 50 yaş altındaki, daha önce sağlıklı olduğu bilinen kişiler. Halen pandemik grip sebebiyle hastanelerde yatan hasta sayısı 306...

8 Aralık 2009 Salı

DERSİM İSYANI

Konu: Dersim'de ne oldu Atatürk ne yaptı? (2) > > Kürtçülerin ve Fethullahçıların yalanlarını belgelerle çürütüyoruz! > > > Varan 1: İsyanın lideri Seyit Rıza bir tarikat şeyhi ve aşiret reisiydi > > Kendisine solcuyum, ilericiyim, sosyalistim diyen bir insanın Dersim isyanını savunması kadar komik bir şey olamaz. Çünkü Dersim isyanı kesinlikle bir halk hareketi ya da ilerici bir ayaklanma değildir. > > İsyanın lideri Seyit Rıza, Dersimli bir aşiret reisidir. Ve Atatürk Dersim’deki aşiret yapısını ortadan kaldırmak istediği için ayaklanmıştır. Seyit de zaten bir isim değil, Peygamber soyundan gelen Şeyh anlamında yerel bir dini ünvandır! Anlayacağınız, Dersim isyanı, bir derebeyinin, bir dini liderin, bir tarikat şeyhinin, bir aşiret reisinin Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı ayaklanmasından başka bir şey değildir. Bu anlamda Menemen ayaklanmasından hiçbir farkı yoktur. > > > Varan 2: İsyancılar Fransız işbirlikçisiydi > > Bütün diğer Kürt isyanları gibi Dersim isyanı da emperyalistlerin kışkırtma ve desteğiyle başlamıştır. Nasıl Şeyh Sait isyanı Musul-Kerkük meselesinin görüşüldüğü bir dönemde İngilizler için bir koz olduysa, Dersim isyanı da Hatay meselesinin tartışıldığı bir dö nemde Fransızlar tarafından kullanılmıştır. Nitekim, isyancıların üzerinden Fransız ordusuna ait silahlar çıkmıştır. Elebaşlarından Nuri Dersimi de, isyan bastırılınca Fransız mandası altındaki Suriye’ye kaçmış ve Fransız Hükümeti’nin koruması altında yaşamıştır. Bugün “Dersim’de katliam yaşandı” yalanlarının da AB koruması altındaki sempozyumlarda dile getirilmesi bu nedenle bir tesadüf değilir. > > > Varan 3: Seyit Rıza İngiltere’den destek istedi > > > Dersim isyanının lideri Seyit Rıza’nın isyan sırasında İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 30 Temmuz 1937 tarihli şu mektup Kürt isyanlarının işbirlikçi karakterinin en açık delillerinden birisidir: > > “Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına, > > Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor. Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930’da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt’ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor. Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım. > > Seyit Rıza Dersim Başkomutanı” > > > Varan 4: Türk komünistleri ve Komünist Enternasyonal de isyana karşı çıktı > > O dönem Türkiye Komünist Partisi de Komünist Enternasyonal de Dersim isyanının feodal ve gerici bir ayaklanma olduğunu tespit etmişti: > > “İki ayı aşkındır Ankara Hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar, Kemalist Parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır. Dersim, Türkiye'nin ulusal ekonomisinin dışında kalmaktaydı. Öyle ki başka bir vilayetten hiçbir tüccar, Dersim'de iş yapmayı göze alamazdı. Devletin Dersim'de askerlik yükümlülüğünü gerçekleştirmesi ve yasal vergileri toplaması, bugüne kadar mümkün olmamıştır. Dersim’in hakim tabakaları, yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasa dışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir. (...) Amacı, göçebeliğe son verme ve aşiret reisleriyle (şeyhler, beyler, ağalar ve seyyitler) onların kiralık adamlarını Batı Anadolu’nun modernleşmiş vilayetlerine sürme hedefini güden bir reform planını zorla uygulamaktı. Bugün, Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz direnişiyle karşı karşıya bulunuyoruz. İsyanın arefesinde Tapu Kadastro İdaresi, feodal aşiret reislerinin elinde bulunan halka ait malların incelenmesi ve saptanmasına ilişkin hükümet önlemlerini uygulamaya başlamıştı. Bu durumda feodalizm, kendi yasadışı egemenliğinin iktisadi temellerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu hissetti. İşte, özellikle bu önlem, isyana yol açan neden olmuştur.” > > Komintern, 1925’teki Şeyh Sait isyanına da şu gerekçelerle karşı çıkmıştı: “Mustafa Kemal, genel olarak ulusal kurtuluş hareketini temsil etmekte ve Türkiye'nin demokratlaşması ve feodal kalıntılar ile Müslüman din adamlarının etkisinden kurtarılması için çalışmaktadır. Kemal’e karşı, ilk olarak emperyalizm, ikinci olarak feodal ağalar, üçüncü olarak din adamları ve dördüncü olarak liman şehirlerinin yabancı sermayeye bağlı ticaret burjuvazisi mücadele etmektedir.” > > > Varan 5: İsyan Atatürk’ün baskıları değil > > Atatürk döneminde yapılan köprü ve yollar yüzünden çıktı > > > Dersim isyanı iddia edildiği gibi Atatürk Cumhuriyeti’nin Kürtlere yönelik baskıları yüzünden başlamamıştır. Halka baskı yapmak bir yana, Atatürk, Dersim’deki aşiret yapısını dağıtarak Tunceli halkını özgürleştirmek için büyük çaba göstermekteydi. Şehrin ismi bu yüzden Osmanlı dönemini çağrıştıran Dersim bırakılarak Tunceli olarak değiştirilmişti. Bu nedenle bugün Tunceli ismine tahammül edemeyenlerin, Atatürk’ün Şapka Devrimine karşı çıkanlardan hiçbir farkı yoktur. Çünkü Dersim ismi isyanın değil, halk üzerindeki feodal baskının simgesidir. Tunceli ise o derebeylik baskısını kaldırmak isteyen Atatürk devrimciliğini simgeler. > > Ancak çıkarları zedelenen aşiretler ve “seyit” denilen din adamları Atatürkçü devrimlere karşı çıktılar. Menemen’de yaşanan gerici isyanın bir benzeri böylece Dersim’de başlamış oldu. İsyancıların ilk hedefi de devletin binbir zorluk ve masrafla yaptığı köprüler oldu. Munzur etrafındaki iki dağlık bölgeyi birbirine bağlayan Harçik Köprüsü ilk hedefti. Gericiler, “medeniyet”in bir örneği sayılan köprüye bile tahammül edememişti!Bu yazı şu Siteden alınmıştır:http://www.turksolu.org/sehit/secmedersim1.htm