29 Haziran 2009 Pazartesi

Bu Filmi Mutlaka izlemelisiniz

Birkaç aylık ömrü kaldığını öğrendikten sonra verdiği son dersle internet üzerinden dünya çapında üne kavuşan Amerikalı Profesör Randy Pausch 25 Temmuz 2008 cuma günü kanserden hayatını kaybetti. Evlenmek için 39 yaşına kadar neden beklediği sorulduğunda, “Mutluluğu benim mutluluğumdan daha önemli olacak kişiyi bulmak için bekledim” diyen Randy; Jai ile evlendikten sonra üç çocuk babası oldu. “Son Ders”in sonunda “Bu konuşma size değildi. Çocuklarım içindi” demesi de bir başka insani dürüstlük örneğiydi. Profesör Randy Pausch, Ruhun Şad Olsun “Bu dünyada sahip olduğumuz herşey bir emanet. Onların sadece geçici bir süre emanetçisi olabilirsiniz. Hepsi de bundan 50 – 100 veya 200 yıl sonra başkalarının olacak “ŞEY”ler. Önemli olan sizden sonra yaşayacak olanlara ilham veren bir yaşam veya öykü bırakmak.” Sete adresi: http://www.KisiselGelisim.com.tr

21 Haziran 2009 Pazar

ÜLKEMİZİN ENERJİ POLİTİKASI

100 Watt Rüzgar Jeneratörü :􀁺 12 Volt DC 􀁺 Kolay montaj, Şık görünüm 􀁺 Sessiz çalışma 􀁺 80 km/saat rüzgar hızında otomatik olarak durur 􀁺 5 Kanat 􀁺 Toplam 6 kg ağırlık 􀁺 800.- USD + KDV 200 Watt Rüzgar Jeneratörü:􀁺 12 Volt DC 􀁺 Kolay montaj, Şık görünüm 􀁺 Sessiz çalışma 􀁺 80 km/saat rüzgar hızında otomatik olarak durur 􀁺 Toplam 10 kg ağırlık 􀁺 Modüler bağlanabilir 􀁺 70 cm çap 􀁺 5 kanat 􀁺 960.- USD + KDV Son günlerin gündemi “enerji sorunları ve çözümleri”ne odaklı hale geldi. Bence geç bile kaldık. Ülkemizin enerji politikaları, yine bilindiği gibi ortalama yıllık %8 enerji artışına ihtiyacımız olduğu varsayılarak oluşturulmuştur.. Enerji Bakanımızın bütçe konuşmasındaki rakamlar dikkate alındığında ise bu artışın yıllık % 10’lara dayandığı görülür. Bugün dünya ortalaması yıllık % 2 ila 2.5 artışı gösteriyor. Gelişmiş ülkelerde ise bu oran %1’e düşmektedir.. Yani yaşam konforundan vazgeçmeden 21 yüzyılın çılgın gelişim temposundaki tüketim artışı, aklı başında ülkelerde sadece % 1’dir.. Bu rakamlar da yine aynı bütçe konuşmasında itiraf edilen yani resmen doğrulanan oranlardır.. Meclis Enerji Komisyonu Başkanı, sanayimizin batıya göre dört katı enerji tüketerek üretim yapabildiğini Siyaset Meydanı programında itiraf etti. Ben de mimar olarak biliyorum ki dünyada kullanılan enerjinin tam yarısına karşılık gelen, kapalı mekanlarda tüketilen enerji, batı standartlarına göre yine dört katın üzerindedir ülkemizde. %10’ u dörde bölerseniz dünya ortalamasını bulursunuz .. Yani sorun, sanayicilerimizi ve vatandaşlarımızı aptal yerine koyup daha az enerji tüketerek yaşamayı ve gelişmeyi öğrenemeyeceklerini kabul etmekten kaynaklanmaktadır. Özetle bizde, gerçekte olmayan ve birilerinin işine gelen “enerji açığı” denen şey, çağdaş yaşam ve üretim biçimi öğrenilmedikçe yada maksatlı olarak öğretilmedikçe sürecektir. Diyelim ki serde biraz mirasyedilik var. Atadan dededen kalanı tükenmez sandınız.. Ne de olsa elinizdeki kaynaklar “babanızın malı” idi.. Ve diyelim ki bir oğlunuz var ve onu biraz şımarık yetiştirdiniz. Şikayetçi olup her gün başınızı ağrıtmasın diye, eğitiminden çok günlük taleplerinin karşılanmasına önem verdiniz. Delikanlının her türlü savurganlığını hoş gördünüz. İşletmek yerine tüketmeye dayalı ekonomi anlayışınızdan ötürü, aile bütçeniz onun gereksiz harcamalarını karşılayamaz hale geldiğinde ise başka çareniz yok sanıp komşudan borç almaya kalktınız.. Yani insanca, bilgece bir hayat yerine müsrif ve müflis bir yaşamı normal kabul edip, geleceğinizi ona göre planlamaya kalktınız.. İşte Türkiye’nin enerji politikası yıllardan beri budur.. O ailenin başına ne gelir diye düşünüyorsanız, bu aymaz gidişle Ülkemizin başına da aynı şey gelecektir.. Ve bence nükleer tartışmalarının ayyuka çıktığı şu günler, elalemin çöp teknolojisini yine komşudan alacağımız borçla 25-30 milyar dolar daha ödeyerek almak üzere olduğumuz 2006 yılı, silkinmek için son fırsattır. Bugün Enerji Bakanının telaffuz ettiği yatırım miktarları, nükleer santrallere ayrılacak para ve yıllık ortalama 20 milyar dolar olan dış ülkelere ödediğimiz enerji bedellerini, %10 varsayılan talep artışı ile üst üste koyduğunuzda 2020 yılına kadar rakam 500 milyar doları bulmaktadır.. Böyle bir bedel, ödenebilme sınırlarını aşar. Yani, eğer Türkiye kalkınma çabasını ve yaşantısını akıldışı yöntemlerle sürdürmeye devam ederse en geç 2020 yılında birilerine tapusunu teslim edip kiracılığa razı olacaktır. Peki ne yapmak gerek ?. Daha fazla enerjiyi nereden temin edeceğimizi değil, daha az enerji ile, üstelik yaşam konforundan ve kalkınmadan vazgeçmeden nasıl yaşayabileceğimizi tartışmamız ve öğrenmemiz gerek.. Bence, bu güne kadar televizyon ve radyolarda tertiplenen tüm enerji tartışmalarında sadece “enerji verimliliği önemlidir !” diyerek ucundan değinilip etraflıca ele alınmayan temel konu budur. Y.Mimar Çelik ERENGEZGİN Ürünlü Köyü BURSA www.erengezgin.org celik@erengezgin.org cabatasarim@tnn.net 224 - 496 10 12 537 - 891 00 14

17 Haziran 2009 Çarşamba

Diploma sıradanlığı kalkmalı!

Diploma nedir? “Katlanmış kağıt” anlamındaki diploma, ona sahip olanın akademik bir dereceyi veya belirli bir konudaki öğrenimi başarıyla tamamlamış olmaya şahitlik anlamındadır. İlköğretimden yüksek öğrenime kadar okul sistemimizdeki kronik hastalıklar bu düzeyde olmasaydı, herhangi bir eğitim kurumunu layıkıyla bitiren kişiye bir diploma vermek tabii ki normal sayılmalıydı. Olmasa ne olur / oluyor? “Bir eğitim kurumunu başarıyla tamamlamış olmak” sürecindeki kronik sorunlar (ezber, kopya, kayırma, öğretme, her sınıftaki yetersizliklerin giderek birikmesi vb) sonunda gelinen nokta ancak bir vektörle ifade edilebilir. Eğer yetersizlikler dar bir alana dağılmış ve de kabul edilebilir düzeylerde olsalardı, bir dizi yeterlik bilgisinden oluşan bir vektörü sadece başardı-başaramadı gibi iki uca indirgemek ve bunu belgelendirmek (diploma) kabul edilebilirdi. Yok böyle değil de diplomaya kadar uzanan ve her bir noktası –gerek öğrencilerin, gerek öğreticilerin, gerekse eğitim sistemlerinin yetersizlikleri nedeniyle- ne tam başarı ne de tam başarısızlık sayılabilecek gri renklerde ise, sonuç ister başarı ister başarısızlık olarak ifade edilmiş olsun, her ikisi de yanıltıcı olacaktır. Sonuç başarısızlık olarak ifade edilirse, aradaki uzun süreçteki kısmi başarılar gözardı edilmiş olacaktır. Halbuki o kısmi başarılar bir kimsenin yaşamını sürdürmesini sağlayabilir. Bu o kişi aleyhine derin bir haksızlıktır; ayrıca da eğitim sistemi açısından da işe yarayabilecek bir sonucun gözardı edilmesidir. Aksine, sonuç başarı olarak ifade edilirse bu defa da buna inanıp bu kişinin –aslında sahip olmadığı, ama diploması nedeniyle- varmış sanılan bilgi ve becerilerini kullanmaya kalkan kurum veya kişiler açısından büyük bir haksızlık olacaktır. Her iki durumda da olacak olanlar: (a) Eğitim sistemine ve onun belgesi olan diplomaya güven zedelenecektir, (b) Diploma alamayanların hakları ve bu alınamayan belge, dolayısıyla da kişinin değerlendirilmemiş bilgi ve becerilerinden toplumun yararlanması zedelenecektir, (c) Daha da kötüsü, bu olgu kendini olumsuz yönde besleyen bir çığ etkisi yaratacak ve giderek diploma “ucuzlayacak” ve bir yetkinlik belgesi olmaktan çıkacaktır, (d) Eğitim sistemleri (ilköğretimden yüksek öğrenime kadar) diplomadakine paralel biçimde yozlaşacaktır. Nitekim bugün gelinen noktadaki durum tam da budur. http://www.tinaztitiz.com/film.php?id='DumbBlonde.wmv' Çözüm var mı? Her kronik sorun gibi bu sorunun da birisi kısa diğeri orta-uzun vadeli çözümü kuşkusuz vardır. Orta-uzun vadeli çözüm eğitim sistemlerinin yetersizliklerini gidermektir. Bununla ilgili kimi düşünceler http://www.tinaztitiz.com/kategori.php?id=22 bağlantısında dile getirilmiştir. Kısa vadeli çözüm ise, tüm eğitim kurumlarının (ilköğretim ve yüksek öğrenim dahil) diploma vermenin özel bir merkezi yetkinlik sınavında kabul edilebilir bir başarı vektörü gerçekleştirmesine bağlanması, mezuniyette ise sadece bir transcript belgesi verilmesidir. Bu belgeyi elinde tutan kişinin çeşitli derslerdeki –tek tek- başarı düzeyleri sıralanır ve kesinlikle başardı-başaramadı gibisinden bir “sonuç başarı” ifade edilmez. Bu belgeyi inceleyen kişiler, aradıkları bilgi beceri alan(lar)ında kabul edilebilir bir başarıya rastlarlarsa o kişinin o yetkinlik(ler)ini değerlendirebilirler. Pıtrak gibi çoğalan kamu ve özel üniversiteler başta olmak üzere tüm eğitim kurumları reforme edilmek isteniliyorsa pekala böyle bir pratik noktadan başlanabilir. YAZAN: Tinaz Titiz

15 Haziran 2009 Pazartesi

Krizi kazasız belasız atlatma öğütleri

• Krizi kazasız belasız atlatma öğütleri 15 Haziran Pazartesi 2009 Bugün (haddimi aşarak ve de saf ve bakir bir Anadolu çocuğu olduğumu unutarak) işadamlarına “ekonomik krizi” kazasız belasız veya en az zarar ile atlatabilmeleri için ‘öğüt’lerimi özetleyeceğim. Ben bu öğütleri 1994 krizi sırasında yazıya dökmüştüm. Genç işadamlarımızdan Twigy firmasının sahibi Sinan Öncel, 15 yıl önce yayımlanan yazıyı kesmiş. Ve kriz oldukça çoğaltarak dostlarına dağıtırmış. Sinan Öncel geçen gün bu yazımı hatırlattı. Ben de Haslet Soyöz’den yazıyı çizimlerle cazip hale getirmesini rica ettim. “Zenginin malı senin kalemini neden yoruyor? Neden seni bu kadar ilgilendiriyor?” diye sormayınız... Bir ülkede ne kadar çok işadamı var ise, bu iş adamları ne kadar çok başarılı olur ise, o kadar çok yatırım yapılır, o kadar çok işyeri, iş kapısı açılır. O kadar çok insan iş bulur, aş bulur. O kadar çok üretim yapılır, ülke o kadar çok kalkınır. Ben işadamı değilim. Ücretle çalışıyorum... Benim yaşamımı sürdürebilmem için, benim iş bulabilmem, ücret alabilmem için, işlerin iyi gitmesi, işadamlarının sayısının azalmaması, artması gerekiyor. İşte bu nedenle, ne sebeple olursa olsun işadamlarının işlerinin iyi gitmemesine üzülürüm. İşadamlarının batmasına üzülürüm, işyerlerinin kapanmasına üzülürüm. Yazarlığımı bir yana bırakıyorum. Eski bir plancı, eski bir bankacı, eski bir profesyonel yönetici, eski bir öğretim üyesi olarak ekonomik krizi atlatmalarına yardımcı olmak için işadamlarına öğüt’lerimi sıralıyorum: 1- Yunanlı masalcı Esop’un “iki kurbağa hikâyesi”ni hatırlayınız. Süt küpüne düşen iki kurbağadan ümitsizliğe kapılanı kendini koyvermiş. Sütün içinde boğulmuş, gitmiş. Gücü bitene kadar çırpınan kurbağa, çırpınışları sonunda oluşan yağ tabakasının üzerine çıkarak hayatını kurtarmış. “Kıssa’dan hisse”... “Ümitsizliğe kapılmayınız” Kendinizi “koyvermeyiniz”. Gücünüz bitene kadar batmamak için çırpınmaya hazır olunuz. 2-İyimser olmak, yarına ümitle bakmak esastır. Fakat iyimser olacağım diyerek olayların gerçek boyutunu gözden kaçırmayınız. Altından kalkamayacağınız bir “tokat yersiniz”, hayatınız alt-üst olur. 3-Sakın ola ki “ben ne vartalar atlattım, bu defa da ben aradan sıyrılırım...” diye düşünmeyiniz. Sakın ola ki, rakiplerinizin, başkalarının batışına sevinmeyiniz. İlgisiz kalmayınız. Hepimiz aynı gemideyiz... Batarsak hep birlikte batacağız. 4-Dolar borcunuz varsa öncelikle onları ödeyiniz. Daha sonra Türk Lirası borçlarınızı kapatınız. Veya faizini “hazmedebileceğiniz” rakama düşürünüz. Bunu yaparken “duygularınızdan arınınız”... Satabileceğiniz, nakde çevirebileceğiniz neyiniz varsa satıp bu yüklerden kurtulunuz... Sakin ola ki, “Benim malım normal zamanda daha çok para ederdi... Malımı satarsam üzülürüm... Bu bana baba yadigârı...” gibi romantik duygular içinde olmayınız. Her şeyi kaybetmemek için, birçok şeyi kaybetmek gerekebilir. Bunda gecikirseniz, ileride hepsi gider... Üstüne borçlu kalırsınız. 5-Durumunuz ümitsiz çizgide ise, batmak “mukadder” ise, imkân ölçüsünde batışı geciktiriniz, ilk batan siz olmayınız. Arkalarda kalmaya, durumu idare etmeye çabalayınız... “Yarın ola, hayır ola!..” 6-Unutmayınız her gecenin bir sabahı vardır. Bu kriz kısa veya uzun bir süre sonra bitecek... Onun için, “Bundan böyle herşey bitti... Dükkânı kapatıyoruz...” havasına girmeyiniz... Makinelerinizi dağıtmayınız. Kaliteli yöneticilerinizi, işçilerinizi kaçırmayınız. Krizden çıkmakta onlar size yardımcı olacak. En önemlisi kriz bitince, hemen devreye girmek için onlara muhtaçsınız. Çalışanları çıkarmanın bir faturası vardır. Bu fatura çok kere onları çıkarmayıp, onlardan yararlanmaktan çok çok daha pahalıdır. Havaya girip, bunu unutmayınız. 7- Eleştiri ikinci sınıf zihinlerin ürünüdür. Birinci sınıf zihinler çözüm üretir. (Bu söz TÜBİTAK Yayını “T.Hardy”nin “Bir Matematikçi’nin Savunması” başlıklı kitabından alınmadır.) Meslek derneklerinizde (ister esnaf derneği, ister ticaret odası, ister sanayi odası, ister TÜSİAD olsun, her ne ise) işadamı arkadaşlarınızla dayanışma içinde olunuz.. Meslek derneklerinizde çözüm üretiniz. 8-Başınıza gelen felaketin tek sorumlusu bu hükümet değil. Bundan önceki hükümetler ve politikacıların hataları birikti, bu hükümet hepsinin üzerine “tüy dikti”... O halde, bu hükümet gidince işler düzelmeyecek, işlerin düzelmesi iyi hükümetlerin ve iyi politikacıların işbaşına gelmesine bağlı. Bunu görerek, bilerek politikaya ilgi gösteriniz. Hükümetlerin, politikacıların ülke yararına faaliyetlerine arka çıkınız, tersine gidişlere korkmadan karşı durunuz. Hükümeti ve politikacıları işadamlarına teşvik, avanta ve kredi dağıtan, vergi bağışlayan makamlar olarak görmekten vazgeçiniz. 9-Çoğunuz gerçekten “Kan kusup, kızılcık şerbeti içtik” görüntüsü vermeye çalışıyor ama, bir çok işadamının eşi ve çocukları da sabah akşam “kızılcık şerbeti (veya şampanya) içip, kan kusuyormuş numarasına yatıyor”. Millet bunu yutmuyor. Eşlerimizin, çocuklarınızın harcamalarına ve de şımarıklıklarına hâkim olunuz. 10-Hiçbir işadamı tek başına “paçasını kurtaramaz.” İşyerleri, patronuyla, yöneticisi ile, işçisi ile makinesi ile ve hatta müşterileri ile bir bütündür. Müessesenizi bir bütün olarak düşününüz. Koruyunuz. Krizi atlatmak için yöneticilerinizle, işçilerinizle, müşterilerinizle yakınlaşma içinde elele vererek çözüm arayınız, çözümlere yöneliniz... * * * Ve de bütün bunları yaptıktan sonra şöyyyleee Eyüp Sultan’a kadar bir zahmet “gidiniz”. Camide iki rekat namaz kılmasanız bile türbenin önünde üç Kul-hüvallahü, bir Elham okuyarak Yüce Tanrı’nın yardımını dileyiniz... Yol üzerindeki Eyüp imaretine uğrayıp, eti fakirlere dağıtılmak üzere bir kurban kestirip “hayır”a giriniz. (Eyüp İmareti’nin telefonu 581 12 67’dir.) Tanrı her zaman doğruların, çalışanın, inananın yanındadır... Siz yapabileceklerinizi yapınız... Tanrı da size yardımcı olacaktır. Milliyet Ekonomi Gazetesi Yazarı:Güngör Uras

14 Haziran 2009 Pazar

DOĞADAN İLGİNÇ RESİMLER

Cahilin sözünü dinlemektense Ahırdaki Eşek zırlasın dinle Manasız kelamı anlamaktansa Kedi Mart ayında mırlasın dinle Gideceğin yeri düşün gitmeden Hemen karar verme sohbet etmeden Cahilin yanında rahat yatmadan Alim uykusunda horlasın dinle Şu Deryami bir beleya düşmesin Aklı olan bu kuyuyu eşmesin Cahili dinleyip kafan şişmesin Köpek kemik yerken hırlasın dinle. YAZAN :AŞIK DERYAMİ

1 Haziran 2009 Pazartesi

Beynin mükemmel hali 5 yıl sürüyor

01/06/2009 İnsan beyni işlevsel açıdan 'en mükemmel hali'ne 22 yaşında ulaşıyor ve 27 yaşından itibaren 'düşüşe geçmeye' başlıyor İZMİR - Henüz 30 yaşındasınız ve 5 dakika önce elinizde olan anahtarı nereye koyduğunuzu hatırlamıyor musunuz? Kendinizi genç hissedebilirsiniz, ama beyniniz çoktan yaşlanmaya başladı bile. ABD’de Virginia Üniversitesi tarafından yapılan ve sağlıkla ilgili bir internet sitesinde yayımlanan bir araştırmaya göre, en fonksiyonel ve mükemmel haline 22 yaşında ulaşan insan beyni, 27 yaşından itibaren "düşüşe geçmeye" başlıyor. Araştırma, yaşları 18 ile 60 arasında değişen iyi eğitimli 2 bin kadın ve erkeğin, 7 yıl boyunca katıldıkları testlerin sonuçlarından oluşuyor. Araştırma raporunda, katıldıkları testlerde 2 bin denekten her yıl görsel bulmacalar çözmeleri, anlatılan öykülere ilişkin bazı detaylar vermeleri, çeşitli kelime oyunları oynamaları, bazı rakam ve sembolleri hatırlamaları istendiği ve deneklerin herhangi bir sağlık sorunu yaşamadıklarına özellikle dikkat edildiği kaydediliyor. Sonuçlar değerlendirildiğinde, 12 testten en az 9’unda en başarılı performansların 22 yaşında elde edildiği belirtilirken, görsel olarak neden sonuç ilişkisi kurma, bulmaca çözümü ve hızlı algılama alanlarında 27 yaşından itibaren belirgin gerileme olduğu gözleniyor. ABD’de "Nörobiyoloji" dergisinin son sayısında, "Yaşlanmanın Nörobiyolojisi" başlığıyla yayımlanan araştırmaya göre, sağlıklı bir birey, 37 yaşına kadar hafızasını büyük ölçüde muhafaza ederken, kelime hazinesi ya da genel kültür gibi alanlarda hafızanın ortalama 60 yaşına kadar korunabiliyor. Araştırma ekibinin başında bulunan Prof. Timothy Salthouse, "sağlıklı ve eğitimli bazı yetişkinlerde idrake yörelik kayıpların 20’li, 30’lu yaşlarda başladığını" belirterek, "sağlıklı beyinlerdeki kayıpları anlamanın, Alzheimer gibi ciddi hastalıklarda neyin yanlış gittiğini çözmeye yardımcı olacağını" kaydetti. -AKTİF OLMAK BEYNİ KORUYOR- Nöroloji Uzmanı Dr. Behiye Mungan, hafızayı korumayı sağlayacak çok belirgin bir formül olmamakla birlikte, kişinin olabildiğince uzun süre aktif kalmasının beyin fonksiyonları açısından da yararlı olduğunu belirtti. İnsan beyninin aktif kalmasında çevreden aldığı sinyallerin etkili olduğuna işaret eden Dr. Mungan, belli bir yaş grubu üzerindeki kişilerin ya da Alzheimer hastalığının ilk evresinde olanların, "uzun süre işe yarar kalmalarının" bazı fonksiyonların kaybını geciktirdiğini söyledi. Dr. Mungan, fazla televizyon izlemenin beyin üzerinde olumsuz etki yapıp yapmadığına yönelik bir soruya ise şu yanıtı verdi: "Bu, çok göreceli bir durum. Ben bazı kişilere, özellikle kadınlara televizyon dizilerini, oradaki olayların akışını izlemelerini öneriyorum. Televizyon izlemek bazı insanlar için gerileme olabileceği gibi, bazı insanlar için de bulundukları yerden daha ileri bir noktayı temsil eder. Köylerde konuşmayan, fiziksel aktivite dışında hiç bir şey yapmayan kadınlar var. Bir dizideki olay örgüsü, bu kişiler için bir algısal uyarıcı niteliği taşır." Dr. Mungan, küçük egzersizler, bulmacalarla beyni her zaman canlı tutmaya çalışmak gerektiğini kaydetti.(aa) http://i.radikal.com.tr/644x385/2009/06/01/fft5_mf183164.Jpeg