29 Mart 2008 Cumartesi

Derenin Aktığı Yer Sizin, Suyu Değil!

Yoksa siz bu yaz İstanbul'un, Ankara'nın sıcağından, akmayan musluklarından kaçıp memlekete sığınanlardan mısınız? Memleket ne güzel! Çocukların gün boyu içinden çıkmadığı derelerden pırıl pırıl sular akar. Tertemiz hava, çeşmelerden gürül gürül akan su bedava… Peki, ne zamana kadar? Doğu Karadeniz'e tanrı tarafından bağışlanan bu zenginliğe, büyüyen su kıtlığı karşısında kul tarafından göz konulmayacak mı? Misal, bir yaz memlekete gidiyorsunuz. “Ben bir dereye ineyim” deyip yürüyorsunuz. O da ne! Dere neredeyse kurumuş. Bana geçen yaz oldu bu… Sapanca'da Fevziye köyündeyim(Lazca isimiyle Süuruça). Köy deresiyle ünlü, yazları piknikçilerle dolup taşıyor. Oğlumun elini tutup dereye doğru ilerliyorum. Amacım Arte'yi dereye sokup yüzdürmek. Ama bir acaiplik var, dereden su sesi dahi gelmiyor. Yaklaşıyorum, daha dün bütün ihtişamı ile akan derede son derece cılız bir su kaldığını görüyorum. Bir anda içimi dolduran üzüntü gerçeği öğrenince öfkeye dönüşüyor. Meğer, derenin kaynağının başladığı yerdeki belediye Adapazarı Büyük Şehir Belediye'sine suyu kiralamış. Dere suyu bir de bir balık çifliğine gidiyormuş. Bu yüzden, dereye akan su kesilmiş, ama kış olunca, yağmur yağınca su çoğalıyormuş. “Nasıl olur!” dedim. Köylüler de duyunca aynı şeyi söylemişler; “Nasıl olur! Bizim deremizin suyunu nasıl kesersiniz, bu derede çocuklarımızı yüz senedir yüzdürürüz, bu da nerden çıktı” demişler. “Derenin aktığı yer sizin, suyu değil!” demişler, “Suyun çıktığı kaynak bizde, istediğimizi yaparız” . Elbette köylü ve civardaki halk ayağa kalkmış. Nafile! 10 sene önce bunu Fevziye köyündeki insanlara anlatsam, hadi canım, bu dere bizim derlerdi. Bu yaz Pazar Hasköy(Noxlapsu) köyünde aynı şeyi anlattığımda, “Taxa! Bizim burada öyle bir şey yapamazlar, dere bizim” dediler. Keşke! Aslında, Doğu Karadeniz'in kendisine yetecek kadar su hazinesi bulunmaktadır. Ancak, sorun şu ki ülkedeki tüm havzalar içinde Karadeniz ve Akdeniz havzaları ile, Fırat ve Dicle havzalarında fazla suyumuz bulunurken, diğer akarsu havzalarında yeterli suyumuz yok ve bu bölgeler ciddi su sıkıntısı yaşamaya adaylar. Doğu Karadeniz havzasının yıllık ortalama su potansiyeli ve verimliliğine baktığımızda Türkiye'de üçüncü sıradadır(birinci sırada Fırat havzası ikinci sırada Dicle havzasıdır). Bunun anlamı, ülke içindeki eşitsiz su kaynakları dağılımından dolayı, Doğu Karadeniz halkı olarak mevcut su kaynaklarımızı sadece kendimize saklayamayacağımızdır. Yani, bir nevi, “komşuda pişer, bize de düşer” durumu olacaktır. Genel durumu açıklamak gerekirse, bilindiği üzere, bugün insanlık çok büyük bir susuzluk tehditiyle karşı karşıyadır. Küresel ısınma yanısıra hızlı nüfus artışı, çarpık kentleşme, sanayileşme, çevre kirlenmesi, bilinçsiz su tüketimi ve Türkiye'nin yarı kurak bir iklim kuşağında olması önümüzdeki yıllarda ciddi su sıkıntısı yaşayacağımızı gösteriyor. Ayrıca, Türkiye'de su kaynaklarının bulunduğu bölgeler ile endüstrinin yoğunlaştığı bölgelerin dağılımının uyumsuzluğu söz konusudur. Yani, devlet suyu bizden çekip, endüstrisinin yoğun olduğu bölgelere su aktarmanın planını yapmaktadır. Yapılan araştırmalar su talebinin son 25 yıl içinde %60 arttığını gösteriyor. Uluslararası kriterlere göre, bir ülkenin su zengini olabilmesi için kişi başına düşen yıllık ortalama su miktarının en az 10.000 m³ olması gerekirken, bu miktar Türkiye‘de 1.430 m³. Bu demektir ki, sanılanın aksine Türkiye su zengini değildir. Resmi kaynaklara göre, Türkiye'de hali hazırda kullanılabilir yerüstü su potansiyelinin %33.15'inden faydalanılabilmekte olup, % 66.85'i henüz kullanıma sunulamamıştır. Buradaki yerüstü su potansiyelinden kasıt, akarsular, derelerdir. Yani, “sularımız boşa akıyor” denildiğinde, bilinmeli ki buradaki anlam, “bu dereler boşu boşuna akıyor” dur. Derelerin boşuna aktığını söylemek hangi mentaliteye sığıyorsa artık! Peki, su kaynaklarının hoyratça tüketilmesinin karşısında nasıl durulacak? Doğu Karadeniz için su kaynakları açısından zengin bir bölge olduğunu söylüyoruz. Peki, su kaynaklarının hoyratça tüketilmesinin karşısında nasıl durulacak? Jeoloji uzmanlarına göre, gereken şey Doğu Karadeniz havzasının koruma-kullanma dengesi gözetilerek bir eylem planı hazırlanmasıdır. Bu plana göre mevcut kaynağın kısa, orta ve uzun vadede korunması ve kullanması politikaları oluşturulması gerekmektedir. Zira, artık Doğu Karadeniz su kaynakları da, bugün için insan sağlığını olumsuz etkilemese de, kirleniyor. Bu kirlilik derecesi önlem alınmadığı takdirde artacaktır. Doğu Karadeniz havzasında çay tarımında kullanılan kimyasal gübrelerin yağmur sularıyla akarsulara karışmasının kirliliği daha da arttırdığı bilinmektedir. Bunun dışında, çöplerin dereye atılması ve lağım sularının akarsulara akıtılması da büyük ölçüde zarar vermektedir. Elbette sorun sadece köylünün suyu nasıl kullandığıyla bitmiyor. Bölge üzerinde oynanan oyunlar, yarardan çok zarar getiren işlemler en büyük zararı veriyor. Akarsularımızın büyük düşmanları Yıllar önce Fırtına Vadisi üzerinde bir Hidroelektrik Santrali kurulması planlanmıştı. Fakat, ilgililer doğal kaynakları tahrip etme konusunda hırslarını alamamış olmalılar ki, bu sefer de Fındıklı Abu(Çağlayan) vadisine göz diktiler. Yapımı düşünülen 3 adet santrala karşı çıkan çevre gönüllüleri tarafından kaleme alınan yazıda şöyle deniliyor; “Türkiye genelinde üretilen toplam enerjinin ancak binde 3'ünü karşılaması düşünülen santrallerin kurulmasında dere suyunun yüzde 96'sının kullanılması durumunda kalan yüzde 4'ü derelerin alüvyon yapısı nedeniyle yatakta kaybolacak, dereye akan kanalizasyonlarla birlikte çay üretimi için kullanılan gübrelerdeki atıkların yağmur suları ile yataklara akması sonucu oluşacak yosunlaşma, bataklık, sivrisinek başta olmak üzere her türlü pislik ve koku bulaşıcı hastalıklara neden olurken bölge insanının sağlığı ciddi anlamda tehdit altında kalacaktır.” Yukarıdaki “Türkiye genelinde üretilen toplam enerjinin ancak binde 3'ünü karşılaması” ifadesinin üzerinde duruyorum. Böylesi bir gerçek ortadayken, vadiye 3 santralı dikmek isteyenlere hem cahil, hem cani demek haksızlık mıdır? Bu, pire için ceket yakmaya benzemez mi? Hani dedik ya, Doğu Karadeniz havzası Türkiye'nin en zengin 3 havzasından biridir, ayrıca dünyanın en zengin bitki örtülerinden birine sahiptir; ortada bir zenginlik, bir güzellik var ise, güya ‘kamu yararı' adına, böyleleri hemen türerler. Suyun ticarileşmesi Bu arada, biraz da piyasadan, yani suyun ticarileştirilmesinden bahsetmek isterim. Şehirlerde yaşayanlarınız bilir, artık musluk suyuyla çay demleyemez hale geldik. Bunun üzerine, yaz boyunca yaşanan su sıkıntıları vesaire derken, 2007 senesinde ambalajlı su(şişe suyu ve damacana su) tüketimi 7 milyar litreyi geçti, ki bu sadece kayıtlı olan firmalar tarafından satılan su miktarı. Kayıtsız olarak yapılan su satışlarını da eklersek, bu bana göre 10 milyar litreyi bulur. Maden Suyu Üreticileri Derneğine göre, 2006 senesinde ise ambalajlı su tüketimi %20 civarında arttı. Yapılan toplam ambalajlı su satışlarının %80'inin 19 litrelik damacana su olduğunu, ve insanların maddi güçleri dahilinde yemek yapımında dahi bu suları kullandıklarını belirtmek gerekir. Önümüzdeki senelerde, şehirleşme ve su kirliliği nedeniyle su piyasasında müthiş bir büyüme potansiyeli var. Ayrıca, suların kirlenmesi halinde, sadece şehirlerde değil, köylerde dahi musluktan su içilemeyecek hale gelinecektir. “Altını önemle çizmek gereken bir şey var; büyük yerli ve yabancı şirketlerin bu piyasaya girmelerinin büyük nedenlerinden biri su kaynaklarından pay almaktır”. Geleceği bir düşünün, bir yerel ya da yabancı şirket için büyük bir su kaynağının sahibi olmak ne büyük bir servettir. Her ne kadar ambalajlı su piyasasındaki şirket payları oldukça dağınık olsa da(çok sayıda üreticiden dolayı), son yıllarda yabancı şirketlerin paylarının hızla arttığını gözlemekteyiz. 2006 senesinde, piyasa lideri olan Erikli markasının yabancı Nestlé şirketi tarafından alınması ve bir anda lider su şirketi konumuna geçmesi bir örnektir. Lider şirketlerden biri olan bir şirket yöneticisi bana şöyle demişti, “Altını önemle çizmek gereken bir şey var; büyük yerli ve yabancı şirketlerin bu piyasaya girmelerinin büyük nedenlerinden biri su kaynaklarından pay almaktır” . Evet, su üretiminde pahalı olan ambalajlama ve dağıtımdır, su kaynağını kiralamak ise ucuz. Ama, geleceği bir düşünün, bir yerel ya da yabancı şirket için büyük bir su kaynağının sahibi olmak ne büyük bir servettir. Önümüzdeki yıllarda zorlaşan rekabet ortamından dolayı küçük şirketlerin piyasadan çekilmesine, ve su piyasasının birkaç büyük şirketin elinde olmasına tanık olacağız gibi görünüyor. Dilerim ben 10 sene sonra bir Doğu Karadeniz köyüne gittiğimde şunu duymam, “Bizim burada güzel bir dere akardı, ama kurudu şimdi. Yukarıdan kesmişler herhalde, suyu da satmışlar” . Ne demiş Orhan Veli? “Bedava yaşıyoruz, bedava; Hava bedava, bulut bedava; … Acı su bedava” Eğer şanslıysalar, torunlarımız gökyüzüne baktıklarında, görebilecek kadar temiz hava var ise elbette, bulutları bedava izleyebilecekler. Ama, su artık bizim için gerçekten çok acı ve pahalı olacak. Eylem BOSTANCI - Piyasa Uzmanı Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun stratejik önemi artacak Yarbay Özmen, Türkiye'nin sınır aşan sular konusunda diğer ülkelerle olan sorunlarını halen tam anlamıyla çözüme ulaştıramadığını belirterek, ileride doğacak bu sulardan yüksek oranda yararlanma ihtiyacının diğer ülkelere verilen taahhütlerin yerine getirilmesinde zorluklara neden olabileceğini vurguladı. ''Fırat ve Dicle nehirlerinin zengin su potansiyelleriyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin stratejik önemini artıracağına'' işaret eden Yarbay Özmen, ''Bu iki nedenden dolayı bu bölgelerimize yönelik dış tehditlerin oluşması gündeme gelebilecektir'' dedi. Yağışların azalmasının enerji ihtiyacının yoğun olarak karşılandığı hidroelektrik potansiyeli de olumsuz etkileyeceğini ifade eden Özmen, bunun yaşamsal ihtiyaçların yanı sıra endüstriyel üretimde de kesintilere yol açacağını, ülkenin ekonomik gelişme ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine zarar vereceğini kaydetti. Yarbay Özmen, enerji üretiminde yaşanacak sıkıntının, ülkenin dışa bağımlılık oranını daha da artıracağını, ülkenin dış politikasının stratejik dengelerini ve ulusal güvenliğini tehdit edecek neticeler yaratabileceğini belirtti. Yarbay Özmen, şöyle devam etti: ''Türkiye'nin bir bölümünde ya da genelinde ortaya çıkabilecek çevresel bir felaket, Türkiye'nin hayat standartlarının düşmesine, ölüm oranlarının artmasına, kitlesel sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına, gıda sıkıntısının baş göstermesine ve iktisadi çöküntüye yol açmak suretiyle var olan bölgesel farklılıkları siyasi, kültürel ve iktisadi açıdan derinleştirerek Türkiye genelinde genel istikrarsızlığı, huzursuzluğu ve iç tehdidi artırabilecektir. 2025 yılında, dünya üzerinde yaklaşık 5 milyar insanın temiz su sıkıntısı çekeceği ve Türkiye'nin bölgenin en zengin temiz su kaynaklarına sahip olduğu göz ününe alınırsa, özellikle büyük su sıkıntısı çeken İsrail, Irak ve Suriye gibi ülkeler Türkiye için tehdit oluşturabileceklerdir. Dünyadaki hegemon güçlerin Orta Doğu bölgesinde etkin olma gayretleri de göz önüne alınacak olursa, bu ülkeler tarafından 'su konusunda' Türkiye'ye karşı bir tehdit ve baskı unsuru oluşturabilecekleri düşünülmektedir.'' Yabancıların toprak alımı sistematik mi? Ortadoğu Uzmanı Yarbay Özmen, son zamanlarda güney sahillerinde özellikle Avrupa vatandaşlarınca yapılan mülk ve toprak alımlarının 'küresel iklim değişikliği' bağlamında sistematik bir faaliyet kapsamında yapılıyor olabileceğinin de incelenmesi gerektiğini belirterek, GAP projesinin ortaya çıkardığı verimli topraklarda İsrail ve Arap uyrukluların arazi aldıkları iddialarının da Türk kamuoyunda ileride çıkabilecek bir felaketin ardından ülke kaynaklarının başka ülkelere aktarılması anlamında endişelere neden olduğunu kaydetti. Yarbay Özmen, küresel iklim değişikliği karşısında uluslararası alanda yeni ittifakların doğabileceğini ve yaptırımların gelişebileceğini ifade ederek, bu kapsamda Türkiye'nin de ulusal menfaatlerine ve beka tedbirlerine uygun ittifak arayışlarına yönelmesi gereğine işaret etti. Özmen, küresel iklim değişikliği karşısında tüm ülkelerin birlikte hareket ederek tedbir almasının önemini vurguladı. Yazısında, Türkiye tarafından küresel ısınmayla mücadele bağlamında alınması gereken tedbirlere de değinen Yarbay Özmen, kamuoyuna bilinçlendirme faaliyetlerinin artırılması gerektiğini belirtti. Sınır aşan sular komitesi kurulmalı Çevre ve Orman Bakanlığı'na bağlı kurulun dışında bürokrat, bilim insanı ve uzmanlardan oluşan bağımsız bir ''İklim Değişikliği Takip ve Koordinasyon Komitesi'' kurulması gerektiğini ifade eden Yarbay Özmen, su kaynaklarının daha verimli kullanılması amacıyla ''Sınır Aşan Sular Komitesi'' kurulmasını ve bu komitenin konuyla ilgili bir eylem planı hazırlamasını önerdi. Yarbay Özmen, tarım ve kent yaşamında su tasarrufunu teşvik edici yöntemler için gerekli çalışmaların başlatılması gerektiğini kaydederek, uluslararası toplum ile müşterek hareket edilerek, bu konudaki çalışmalara destek verilmesi ve katılınması gerektiğini söyledi. Sınır aşan sular konusunda ilgili ülkelerle ileride yaşanabilecek ihtilaflar göz önünde bulundurularak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki hidroelektrik ve sulama yatırımlarının en kısa zamanda tamamlanmasının önemine dikkati çeken Yarbay Özmen, kuraklık ve yangına dayanıklı orman alanlarının artırılması, gelecekte artması beklenen doğal afetlerle mücadele için gerekli acil müdahale planlarının yapılması ve alternatif enerji kaynaklarının kullanımına dönük çalışmaların yoğunlaştırılması gerektiğini anlattı. Yaşam alanları ve vatandaşların korunması Yarbay Özmen, Türkiye'nin yaşam alanlarını ve vatandaşlarını korumak için savaşmaya mecbur kalabileceğini belirterek, ''Ulusal güvenlik stratejimizin küresel iklim değişikliğinden kaynaklanan tehdit/risklere karşı önleyici tedbirleri alacak şekilde yeniden gözden geçirilmesi veya değiştirilmesi, bu kapsamda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin iç ve dış güvenlik ile afet, göç harekatına karşı yeteneklerinin geliştirilmesi ve caydırıcılığının artırılmasına yönelik çalışmalara hız verilmesi gerektiği mütalaa edilmektedir'' dedi.
KAYNAK:http://www.lazuri.com/tkvani_ncarepe2/e_bostanci_dere.html Eylem Bostancı

Hiç yorum yok: