7 Mayıs 2008 Çarşamba

Beden İmgesini değerlendirme

Günümüzde insanlar hem kendilerinin, hem de başkalarının fiziksel görünüşleriyle eskiden olduğundan daha çok ilgilenmektedirler. Birçok toplumda gençlik, güzellik, çekicilik gibi özellikler kimi zaman en önemli bireysel özellikler olarak değerlendirilebilmektedir. İnsanlar güzel (yakışıklı)-çirkin olmalarına göre değerlendirilmekte, çocukluktan erişkinliğe kadar güzele (yakışıklıya) olumlu, çirkine olumsuz değerler yüklenmektedir. Bu durumu kitle iletişim araçları da körüklemektedir. İnsanlar kendilerine sunulan ideal ölçülere göre bedenleriyle ilgili duygu ve tutum geliştirmektedirler. İdeal ölçülerden sapma, o bireyin kendini değerlendirmesinde değişmeye yol açar.1,2

Beden imgesi (body image) hem bireysel, hem de toplumsal anlamlar taşır. Günümüze kadar birçok tanımı yapılmıştır. Tanımlar genel olarak bireyin bedenini algılaması, bedenin selfe (benlik, kendilik) görünen biçimi, bedenin mental (zihinsel) anlatımı çerçevesinde yapılmaktadır.3-7 Salter’ın tanımı daha kapsamlıdır: “Beden imgesi, bireyin bedenine karşı sahip olduğu bilinçli ve bilinçdışı tutumların toplamıdır. Büyüklük, işlev, görünüş ve potansiyelle ilgili şimdiki ve eski duyguları, algıları kapsar.”2

Beden imgesi sosyokültürel değerlerle ilgilidir ve değişebilir. Beden imgesinin öznel bir yönü de vardır ve bu nedenle algılanan beden imgesi gerçek beden yapısıyla her zaman uyumlu olmayabilir.1 Fiziksel görünüş benlik saygısıyla, akran ve anne-baba kabulüyle, okul-atletik-davranışsal yeterlilikle doğrusal bir ilişki gösterir. Beden imgesi benlik (self) kavramıyla yakından ilişkilidir ve onun bir parçası olarak görülür.1,8 Beden imgesi algısı gerçekçi ve yüksek olanlar kişiler arası ilişkilerinde daha güvenli ve daha uyumlu, işlerinde daha başarılı, yüksek benlik saygısı düzeyine sahip olmaktadırlar.1,7

Spor etkinliklerine katılma, fiziksel görünüşü istenen biçimi getirebileceği gibi, beden imgesi ve benlik saygısını olumlu yönde etkiler. Düzenli spor yapan üniversite öğrencilerinin beden imgesi ortalama puanları, düzenli spor yapmayanlarınkinden anlamlı düzeyde daha yüksek bulunmuştur.1

KENDİNİ DEĞERLENDİRME ANKETİ

STAJ FORM TK-I

Hemen Hiç Bazen Çok zaman Her zaman

1. Genellikle keyfim yerindedir. ( ) ( ) ( ) ( )

2. Genellikle çabuk yorulurum. ( ) ( ) ( ) ( )

3. Genellikle çabuk ağlarım. ( ) ( ) ( ) ( )

4. Başkaları kadar mutlu olmak isterim. ( ) ( ) ( ) ( )

5. Çabuk karar veremediğim için fırsatları

kaçırırım. ( ) ( ) ( ) ( )

6. Genellikle sakin, kendime hekim ve

Soğukkanlıyım. ( ) ( ) ( ) ( )

7. Kendimi dinlenmiş hissederim. ( ) ( ) ( ) ( )

8. Güçlüklerin yenemeyeceğim kadar biriktiğini

Hissederim. ( ) ( ) ( ) ( )

9. Önemsiz şeyler hakkında endişelenirim. ( ) ( ) ( ) ( )

10. Genellikle mutluyum. ( ) ( ) ( ) ( )

11. Her şeyi ciddiye alır ve etkilenirim. ( ) ( ) ( ) ( )

12. Genellikle kendime güvenim yoktur. ( ) ( ) ( ) ( )

13. Genellikle kendimi emniyette hissederim. ( ) ( ) ( ) ( )

14. Sıkıntılı ve güç durumlarla karşılaşmaktan

kaçınırım. ( ) ( ) ( ) ( )

15. Genellikle kendimi hüzünlü hissederim. ( ) ( ) ( ) ( )

16. Genellikle hayatımdan memnunum. ( ) ( ) ( ) ( )

17. Olur olmaz düşünceler beni rahatsız eder. ( ) ( ) ( ) ( )

18. Hayal kırıklıklarını öylesine ciddiye alırım ki

hiç unutmam. ( ) ( ) ( ) ( )

19. Aklı başında kararlı bir insanım. ( ) ( ) ( ) ( )

20. Son zamanlarda kafama takılan konular beni

tedirgin eder. ( ) ( ) ( ) ( )

KENDİNİ DEĞERLENDİRME ANKETİ YORUMLANMASI

*1, 6, 7, 10, 13, 16 ve 19 maddelerin puanlanması

Hemen hiç = -1 --------------- 1

Bazen = -2 -------------- 2

Çok zaman = -3 -------------- 3

Her zaman = -4 -------------- 4

Yukarıdaki maddeler

içindir

Geri kalan maddeler için

·

· Yukardaki maddeler haricinde diğer mad. Puanlaması yukarıda sağdaki gibidir.

· Taban puan 35 tir.

· Alınan artı puanlardan, eksi puanlar çıkarılır ve taban puana ilave edilir.

· Alınan puanlara göre belirlenen ölçütler arasında bile hakkında yorum getirilebilir.

ÖLÇÜTLER:20-35 Düşük

36-42 Orta

42-80 Yüksek

AYRI BİR KİŞİ OLARAK BEN

İnsan yavrusunun biyolojik doğumu ile bireyin psikolojik doğumu eşzamanlı değildir. Biyolojik doğum dramatik, gözlemlenebilir ve sınırları kesin olarak belirlenmiş bir olay; psikolojik doğumsa yavaş bir biçimde gelişen ruh içi bir süreçtir. Normal sayılabilecek bir yetişkin için, kendini "dışarıdaki dünya"nın hem bütünüyle "içinde" hem de bütünüyle ondan ayrı hissetmek, yaşamın sorgulanmadan kabul edilen bir özelliğidir. Kendiliğinin bilincinde olma ile onun farkında olmaksızın dalıp gitme, yetişkinin değişen bir rahatlık düzeyinde ve değişen derecelerde dönüşümlülük ya da eşzamanlılıkla aralarında gidip geldiği iki kutuptur. Ama bu da yavaş gelişen bir sürecin sonucudur. Bireyin psikolojik doğumuna, yani özellikle bebeğin kendi bedeninin deneyimleri ve deneyimlediği dünyanın başlıca temsilcisi olan birincil sevgi nesnesi açısından bir gerçeklik dünyasından ayrı ve onunla ilişkili olma duygusunun kurulması sürecine ayrılma-bireyleşme süreci adını veriyoruz. Tüm ruh içi süreçler gibi bu süreç de yaşam boyu yankılanır; hiç sona ermez, hep etkin kalır. Yaşamın yeni evrelerinde en eski süreçlerin yeni türevlerinin hâlâ faaliyette olduğu görülür. Ama bu sürecin en önemli psikolojik başarıları, aşağı yukarı dört ila beşinci ayda başlayıp otuz ila otuz altıncı ayda sona eren, bizim ayrılma-bireyleşme evresi adını verdiğimiz dönemde gerçekleşir. Gelişimsel açıdan normal bir ortakyaşamsal dönemi izleyen normal ayrılma-bireyleşme sürecinde çocuk, anne yanında ve coşkusal açıdan ulaşılabilir durumdayken ayrı işlev görmeyi başarır (Mahler, 1963); sürekli olarak (olgunlaşma sürecinin her aşamasının ortaya çıkarıyor gibi göründüğü) küçük nesne yitimi tehditleriyle karşı karşıyadır. Bununla birlikte, normal ayrılma-bireyleşme süreci, travmatik ayrılma durumlarının tersine, çocuğun gelişimsel açıdan bağımsız işlev görmeye hazır olduğu ve bundan haz aldığı bir ortamda gerçekleşir. Ayrılma ve bireyleşme birbirini tamamlayan iki gelişim olarak düşünülmektedir: Ayrılma, çocuğun anneyle ortakyaşamsal birleşme durumundan çıkışını (Mahler, 1952), bireyleşme de kendi ayırt edici bireysel özelliklerini üstlendiğini gösteren başarıları içerir. Bunlar birbirleriyle iç içe geçmiş, fakat özdeş olmayan gelişim süreçleridir; birbirlerinden farklı biçimlerde ilerleyebilirler; birinde ya da öbüründe gecikme ya da erken gelişme görülebilir. Dolayısıyla, çocuğun devinim sisteminin erken gelişmesi, annesinden fiziksel olarak ayrılmasını mümkün kılarak, bireyleşmenin bir bileşeni olan düzenleyici içsel mekanizmaların (krş. Schur, 1966) ayrı oluşla başa çıkma olanağı sağlamasından önce bu ayrı oluşun farkına varılmasına yol açabilir. Ya da tam tersine, çocuğun bireyleşmeye yönelik doğuştan gelen yönelişine, genellikle de beninin özerk devinim sistemi işlevine müdahale eden, onun yanından hiç ayrılmayan ve onu çocuksu olmaya zorlayan bir anne, çocuğun bilişsel, algısal ve duygusal işlevleri gelişmekte ve hatta erken gelişmiş bile olsa, kendi-öteki ayrımının tam farkındalığının gelişiminde geriliğe yol açabilir. Bebeğin kendi-öteki ayrımının farkında olmadığı ilkel bilişsel-duygusal durumunun gözlemlenebilen ve çıkarsanan başlangıcından itibaren, ayrılma ve bireyleşme sorunları çevresinde ruh içi ve davranışsal yaşamın büyük çaplı bir örgütlenmesi gelişir. Bundan dolayı bunu izleyen döneme ayrılma-bireyleşme evresi adını veriyoruz. II. Kısım'da bu sürecin aşamalarını (altevrelerini) açıklayacağız. Farklılaşmanın ilk belirtilerinden başlayarak, önce bebeğin bütün ilgisini annenin neredeyse dışlanmasına varacak düzeyde kendi özerk işlevlerine yoğunlaştırdığı dönemden, sonra çocuğun, tam da anneden ayrı oluşunu daha açık bir biçimde algıladığı için, bütün dikkatini yeniden anneye yönlendirdiği o çok önemli yeniden yakınlaşma döneminden geçecek ve son olarak ilkel bir kendilik, bağımsız bir varlık olma ve bireysel kimlik duygusunun, libidinal nesne ve kendilik sürekliliğine giden adımların üzerinde duracağız. İlk çocukluğa yoğunlaştığımızı vurgulamak istiyoruz. Bazen özensizce yapıldığı gibi, herhangi bir yaşta yaşanan her yeni ayrılmayı ya da kendilik duygusunun gözden geçirilmesine ya da genişletilmesine yol açan her yeni aşamayı ayrılma-bireyleşme sürecinin bir parçası olarak görmüyoruz. Bize göre bu, kavramı sulandırmak ve onu özü olduğunu düşündüğümüz ayrı oluş duygusunun erken ruh içi elde edilişinden uzaklaştırma hatasına düşmek olur. Eski ve kısmen çözümsüz kalmış bir kendilik kimliği ve beden sınırları duygusu, ya da ayrılma ve ayrı oluşla ilgili eski çatışmalar yaşamın herhangi bir evresinde ya da tüm evrelerinde yeniden etkinlik kazanabilir (ya da çevresel, hatta merkezi etkinliğini sürdürebilir); ama biz bu çatışmaları aydınlatan daha sonraki olay ya da durumları değil, çocuklukta yaşanan ilk süreci ele alacağız. Genel psikanalitik kuram içerisindeki yeri açısından çalışmamızın özellikle iki ana konuyla ilişkili olduğunu düşünüyoruz: uyum ve nesne ilişkisi. Hartmann'ın (1939) psikanalitik kurama bir uyum perspektifi getirme çalışmalarına başlaması, psikanalizin gelişimsel tarihinde oldukça geç bir tarihe rastlar. Bu gecikmenin nedeni, yetişkinlerin klinik psikanalizinde, yerleşmiş kişilik özelliklerinden egemen fantezilere kadar pek çok şeyin hastanın iç dünyasından kaynaklanıyor gibi görünmesi olabilir. Fakat uyum sorunu bebeklerle ve çocuklarla çalışırken kendini gözlemciye zorla kabul ettirir. Çocuk, en başından itibaren, anne-bebek ikili biriminin oluşturduğu kalıpta şekillenir ve gelişir. Anne, çocuğa uyum sağlamak için ne yaparsa yapsın, ne kadar duyarlı ve eşduyumlu olursa olsun, çocuğun taze ve işlenebilir uyum yeteneğinin ve (doyum sağlamak amacıyla) uyuma duyduğu gereksinimin, kişiliği tüm karakter ve savunma örüntüleriyle sağlam ve çoğu zaman katı bir biçimde biçimlenmiş olan anneye göre çok daha büyük olduğuna kuvvetle inanıyoruz (Mahler, 1963). Bebek, annenin yöntemleri ve tarzı –annenin böyle bir uyum için sağlıklı ya da patolojik bir uyum nesnesi olup olmaması– ile ahenk ve karşıtlık içinde biçimlenir. Metapsikolojik açıdan, dinamik bakış açısının odaklandığı noktanın –itki ve savunma arasındaki çatışma– yaşamın ilk aylarındaki önemi, kişiliğin yapılanması nedeniyle sistem içi ve sistemler arası çatışmaların en önemli öğe haline geldiği sonraki dönemlerdekine göre çok daha azdır. Gerilim, travmatik kaygı, biyolojik açlık, ben aygıtı ve dengeleşim, ilk aylarda önem taşıyan, neredeyse biyolojik kavramlardır ve, sırasıyla, ruhsal içerikli kaygının, sinyal kaygısının, oral ya da başka tür dürtülerin, ben işlevlerinin ve içsel düzenleyici mekanizmaların (savunma ve karakter özelliklerinin) öncülleridir. Bebek en büyük uyum gereksinimleriyle doğumda karşı karşıya kaldığı için, bebekliğin ilk dönemine en uygun bakış açısı uyumsal bakış açısıdır. Neyse ki, bebeğin kişiliğinin işlenebilirliği ve henüz biçimlenmemişliğinden kaynaklanan, çevresi tarafından biçimlendirilebilme ve kendini çevresine göre biçimlendirme yetisi, bu ihtiyacı karşılar. Çocuğun çevresinin biçimine uyma yetisi zaten ilk bebeklik döneminde mevcuttur.

Önceki Şimdiki Gelecekteki ben

geleceği görme yeteneği Isaac ASIMOV un bir bilimkurgu öyküsünü anımsattı. Aklımda kalanları yazayım: Öykü pek de parlak olmayan bir fizik öğrencisinin hiç de popüler olmayan bir konuda doktora yapmayı seçmesiyle başlıyordu. Konu geçmişi görmekte kullanılan yasalarla ilgiliydi. Zira çoook çook geçmişi görmeye yarayan teknoloji yıllardan beri biliniyordu. Hatta bilimadamları birkaç yılda bir dinazorlarla ilgili bir geçmişe bakış düzeneği kuruyor ve bulgularını açıklıyorlar. Neyse, bizim öğrenci konuyu elinden geldiğince araştırıyor, bir iki yardım, iteleme falan derken geçmişi görme makinasını kendi laboratuvarında kuruyor. Hem de ne makine! Makine değil yüzbinlerce yıl, istenildiği kadar geçmişe bakabiliyor. Makinanın herkesin ulşabileceği bir düzeyde ucuzlaması birkaç yıl bile almayacak. Böylesi bir makinaın icadı basına sızıyor. Basına sızmasından birkaç dakika sonra devlet görevlisi öğrencinin aklını başına getiriyor: Tamam sence bu makine güzel bir olanak olabilir ama ya herkes bunu kullanırsa ? Hem de öyle yıllarca geriye bakmaz da birkaç saniye öncesine bakmayı seçerlerse? Diyelim biraz önce komşunun evinde neler oluyor diye bakararsa ? Devlet adamları sabah toplantıda ne yaptı diye bakarlarsa ? Geçmişi bilme özgürlüğü, insanın özel yaşamını yoketmez mi? Diyelim ki geleceğe bakabilme yeteneğim mekandan bağımsız. Ben de birkaç saniye sonrasına bakmayı seçiyorum. Kendimi geleceğe bakarken görüyorum ki o kendim de geleceğe bakmakta. Böylesi bir durumda asla kendi zamanıma dönemezmişim gibi geliyor. Çünkü hem şimdiki zamanımı biliyor, 5 duyum çalışıyor ve şimdiki zamanımı algılıyor, aynı zamanda geleceği algılıyor olurum. i) Gördüğüm ben geleceğe bakmayı bırakırsa; kendimin de geleceğe bakmayı keseceğimi öğrenirim. Ne yapacağımı bilirsem aynı şeyi yapar mıyım? Davranışım bana mı ait olur, gelecekteki bana mı? Özgür düşünen ben, sadece gelecekteki ben olmaz mı? ii) Gördüğüm ben geleceğe bakmayı bırakmazsa; Bir girdaba düşmüş olmaz mıyım? Birkaç saniye gelecekteki halim hala geleceğe bakmaktaysa, bilirim ki geleceğe bakmaya devam edeceğim... iki aynayı karşı karşıya koymuşuz gibi sonsuz bir girdapta kaybolup gitmez miyim ? Açıkçası "geleceği görmeyi" değil de "geleceğe gitmeyi" isterdim ki ben, ben olarak kalabileyim. aynı anda 2 zaman diliminden (gelecekte olacakları görüp de şimdiki zamanda yaşamak) haberdar olan beynimin bu durumu kaldırabileceğini hiç sanmıyorum!!! Aynı anda sadece tek bir zaman diliminden haberdar olayım. ister gelecek olsun, ister geçmiş olsun ama benim şimdiki zamanım olsun. __________________ Evrendeki herşey aslında aynı şey. Biz sadece farklıymış gibi algılıyoruz.

Hiç yorum yok: