14 Aralık 2007 Cuma

SİZİN BUNLARI BİLMENİZ GEREKİYOR

Mikrodalga fırınla cep telefonu arasında ne fark var?

Birçoklarına göre bir mikrodalga fırına sahip olmak, evde küçük çapta bir atom reaktörü bulundurmakla neredeyse eşanlamlı. Oysa bilim onların bu kadar da korkulacak şeyler olmadığını söylüyor. Tek sakıncası, sizi de pişirebilir!

Nazire Kalkan

Derin dondurucudan çıkan balığı bir kaç saniyede çözüyor, 1 - 2 dakika içinde pişiriyor ve istenildiği sürece ısısını koruyor. Kaptaki sütü neredeyse aynı anda kaynatıyor. Mikrodalga fırınların marifetlerini hepimiz teslim ediyoruz. Kadın - erkek çalışan herkes için gerektiğinde hayat kurtarıcı olduğunun da farkındayız. Buna karşın pek çok insan için bir mikrodalga fırına sahip olmak demek, evde küçük çaplı bir Çernobil tehlikesini göze almak anlamına geliyor. Mikrodalga lafı çoğumuzun zihninde hemen bazı "acaba"lar oluşmasına neden oluyor. Adının bile tüylerimizi diken diken etmeye yettiği radyasyonu çağrıştırıyor. Acaba gerçekten mikrodalga fırında pişirilen ya da ısıtılan gıdalar radyoaktivite içeriyor mu? Bunları yersek yıllar sonra ailece kanser olur muyuz? Ya da mikrodalga fırınlar dışarı radyasyon sızdırıyor mu? Sızdırıyorsa bize etkisi ne olur? Galiba bu sorulara verilecek ilk ve en önemli yanıt mikrodalga fırınların radyasyonunun Hiroşima ya da Çernobil'deki radyasyonla aynı olmadığı. Bizim bildiğimiz o ölümcül radyasyon değil sözkonusu olan. Mikrodalga fırınlar elektro - manyetik ışınlarla çalışıyor. Tıpkı radarlar, yanımızdan ayırmadığımız cep telefonlarımız ve evimizin baş köşesindeki televizyonlar gibi. Böylece başlıktaki sorunun yanıtı da verilmiş oluyor. İkincisi, gıdalara radyasyon ya da ışın ne derseniz deyin, bu tür bir şeyin geçmesi fiziksel olarak mümkün değil. Bu da tamamen çalışma prensibiyle ilgili. Mikrodalga fırınların bu denli çabuk pişirebilmesinin sırrı gıdaların içindeki suyu güçlü bir enerjiyle buharlaştırması. TÜBİTAK'a bağlı Türkiye Meteoloji Enstitüsü Başkanı Doç. Hüseyin Uğur bu konuda Türkiye'deki en yetkili ağızlardan biri. Uğur'a göre kullanıcı kurcalamadığı sürece mikrodalga fırınların kimseye bir zararı yok: "Doğru frekansı bilirseniz her molekülü titreştirebilirsiniz. Mikrodalga fırında yapılan bu. Titreşimler ısıya dönüşerek gıdayı pişiriyor. Kullanılan frekans özellikle su molekülleri ve gıdalarda sık rastlanan diğer bazı moleküller üzerinde etkili. Bu bildiğimiz radyasyondan farklı. Daha az önemli ve daha az tehlikeli, ikincil bir şey. Cep telefonunda kullanılanla aynı." Mikrodalga fırında tehlikeli olan ışınların gıdaya geçmesi değil, dışarı sızması. Tek sızabileceği yer ise kapak. O yüzden kapak açıkken fırın çalışmıyor. Ayrıca kapaktaki topraklanmış ızgara enerjiyi yeniden içeri yansıtıyor. Ancak 1970'li yılların başında fırınlardaki güvenlik önlemlerinin yetersiz oluşu yüzünden zarar gören kullanıcılar olmuş. Mikrodalganın gelecek yıllarda ortaya çıkacak bir zararı yok. Ancak ışınlara maruz kalırsanız besinlere yaptığını size de yapması, yani pişirmesi sözkonusu.

Radyasyonun iyisi mi, kötüsü mü?

Radyasyonun iyisi tabii ki yok. Ama türleri, daha doğrusu dereceleri var. Kabaca iyonize eden ve iyonize etmeyen radyasyon olarak ikiye ayırmak mümkün. Tehlikeli olan birincisi. Çünkü moleküler yapıyı değiştirme gücüne sahip. Hiroşima ve Çernobil'de açığa çıkan radyasyon bu türden. Bu radyasyona röntgen cihazlarında ve uçak seyahatlerimizde de maruz kalıyoruz. Güneş ışınlarındaki ultaviyoleden başlıyor ve X ışınları, gama ışınları diye devam ediyor. Toprakta ve taşta, inşaat malzemelerinde de yine radyasyon var. Ancak çok düşük olduğu için etkilenmiyoruz. İkinci tür radyasyon ise molekül yapısı üzerinde etkili olmadığı için ölümcül tehlike taşımıyor. Cep telefonları, televizyon, radar ve mikrodalga fırınlar bu gruba giriyor. Bu ışınlar içimizden bize zarar vermeden geçip - gidebiliyorlar.

Teflon çizilmekle bozulur mu?

Mutfaktaki tartışmalı malzemelerden biri de teflon. Tavadan, servis takımlarına, fırın tepsisinden cezveye kadar teflonun mutfaklarda girmediği köşe neredeyse kalmadı. Ancak yapışmaz tabanlı olmasıyla tanınan bu malzeme hakkında da bazı kuşkular bulunuyor. Bunların en başında da sert cisimlerle temas ettiğinde çok kolay çizilebilen teflonun ne derece sağlıklı olduğu sorusu geliyor. Çizilen teflonun bir daha asla kullanılmaması gerektiğini, hatta teflon tava ya da tencerelerde pişirilen yemeklerin hemen başka bir kaba aktarılmasının daha doğru olduğunu düşünenlerin sayısı az değil. Tüketici teflondan hem vazgeçemiyor hem de bu kuşkuları sürekli içinde taşıyor. Durumu açıklığı kavuşturmanın yolu ise malzemeyi daha yakından tanımaya çalışmak. Teflon aslında yüksek ısıya dayanıklı bir çeşit plastik. En karakteristik özelliği ise son derece "kararlı" bir madde olması. Yani başka maddelerle kolay kolay tepkimeye girmemesi. O yüzden teflonda pişirilen yemeklere bazılarının sandığı gibi kimyasal madde karışmasına olanak yok. Gelelim en can alıcı soruya, çizilen teflonda kanserojen madde riski var mı? TÜBİTAK'a bağlı Marmara Araştırma Merkezi Malzeme ve Kimya Teknolojileri Araştırma Enstitüsü üyelerinden Atilla Güngör'ün bu soruya yanıtı hayır. Çizilmenin ancak hijyenik açıdan risk yaratabileceğini belirten Güngör şöyle diyor: "Eğer bir maddeye kendisinden daha bir sert madde değdirirseniz çizilir. Bu bir fizik kuralı. Ama çizilmekle kanserojen hale gelmez. Çünkü sadece mekanik bir zarar verilir. Teflon yine teflondur. Moleküler yapı değişmez. Çok derin bir çizikte en fazla en alttaki metal tabakaya geri dönersiniz. Ancak bu çiziklerin içine bakteri ve mikroplar yerleşerek bazı enzimler üretebilirler. İyi yıkanmazsa hijyenik açıdan sakıncalıdır. Ama hijyenle, toksik maddeyi birbirine karıştırmak doğru değil."

Ambalajda "ağır metal" tehlikesi

Özellikle abur cubur türü yiyeceklerin konduğu alimünyum türü ambalajlar standartlara uyulmadığı takdirde arsenikten kurşuna kadar toksin madde riski taşıyor. Yediğimiz - içtiğimiz gıdalarda pet ve PVC şişelerden karton mukavva kutulara ve alimünyum ambalajlara kadar çok çeşitli malzemeyle karşı karşıyayız. Ancak gıdaya değen hatta zamanla nüfuz edebilen bu maddelerin sağlığımıza etkileri hakkında fazla fikir sahibi değiliz. Gıda teknolojisi uzmanları özellikle ağır metal tehlikesine dikkat çekiyorlar: "Yiyeceklere temas eden ambalajların civa, arsenik, kadmiyum, arsenik gibi ağır metaller içermemesi gerekiyor. Bunlar toksin maddeler oldukları için çok önemli zararları olabilir. Kesinlikle belli sınırların altında kullanılmalıdır. Ancak ne yazık ki Türkiye'de bu değerleri sağlıklı olarak ölçecek mikroanaliz laboratuarları yok. Daha da önemlisi bu işin peşini kovalayan kuruluşlar yok." Kısacası biz tüketicilerin elinden şimdilik üreticilerin iyiniyetine güvenmekten başka birşey gelmiyor. Ambalajlara kesin standartlar getirecek olan yeni yasa tasarısı ise hala komisyonlarda bekliyor. Özellikle abur - cubur türü yiyeceklerin konduğu iç yüzeyi alimünyum kaplı ambalajlarda daha da hasas olunması gerektiğine dikkat çeken uzmanlar, "bu ambalajlarda metalize alimünyum kullanılır. Ancak bu madde fazla dayanıklı olmadığı için üzeri verniklenir. Patates ya da mısır cipsinin yağı bu verniğe temas eder. İşte vernikte ne tip solvent ve reçine kullanıldığı da çok önemli." Toksin madde riski PVC şişeler için de geçerli. Üretim aşamasında yapılacak bir hata tehlikeli kansorojen maddelerin açığa çıkmasına neden olabiliyor. Eğer üretici iyiniyetli değilse, bozuk malzemeyi atmak yerine iyi malzameyle karıştırıp kullanabiliyor. PVC'ye göre daha sağlıklı olan pet şişelerin ise uzun süre güneş altında bekletilmeleri sakıncalı.

Hiç yorum yok: