İlk Homo sapiens’in
Doğu Afrika'da yaklaşık 150.000 yıl önce ortaya çıkışından beri beynin yapısı
ve boyutu değişmemiş olsa da tek tek insanların öğrenme kabiliyetleri ve
tarihsel bellekleri, öğrendiğini paylaşmak, yani kültür aktarımı sayesinde
yüzyıllar içinde güçlendi. Biyoloji dışı bir adaptasyon kipi olan kültürel
evrim, biyolojik evrim ile koşut ilerler; çünkü geçmişle ilgili bilgiyi ve
uyumsal davranışı nesilden nesile aktarmanın vasıtasıdır.
Yeni zihin bilimi, bellek biyolojisinin daha iyi anlaşılması
sayesinde hem bellek kaybının hem de acı verici daimî hatıraların tedavi
edilebileceğine dair umudu canlı tutuyor.
SİNAPS BAĞLANTILARINI GÜÇLENDİRMEK
Alışma sayesinde insanlar, normalde gürültülü olan
ortamlarda verimli çalışmayı başarırlar. Çalışan saatin tiktaklarına, kalp atış
sesimize, midemizin hareketlerine ve öteki bedensel duyularımıza alışırız. Bu
duyuları nadiren ancak özel koşullarda fark ederiz. Bu bağlamda alışma, güvenle
göz ardı edilebilecek mükerrer uyarıcıları fark etmeyi öğrenmektir.
Alışma edimi aynı zamanda uygunsuz ya da abartılı savunma
tepkilerini de devre dışı bırakır. Aşağıdaki fablda bu durum yansıtılıyor (Ezop
kusuruma bakmasın):
Hayatımda hiç kaplumbağa görmemiş olan tilki, ilk defa
kaplumbağayla karşılaşınca öyle korkmuş ki az daha ölüyormuş. Kaplumbağayı
ikinci görüşünde yine bir tedirgin olmuş ama ilk seferki kadar korkmamış.
Kaplumbağayı üçüncü görüşünde cesareti artık öyle artmış ki yanına gidip dostça
sohbet etmeye başlamış.
Faydalı amaçlara hizmet etmeyen tepkilerin devre dışı
bırakılması, hayvanın davranışlarını belirli noktalara odaklar. Olgunluğa
erişmemiş hayvanlar, tehditkâr olmayan çeşitli uyarıcılar karşısında sık sık
kaçma davranışı sergiler. Böyle bir uyarıcıya alıştıkları zaman ise, yeni olan
ya da hazla veya tehlikeyle bağdaşan uyarıcılara odaklanabilirler. Dolayısıyla
alışma edimi, algının örgütlenmesinde önemlidir.
Alışma, kaçış tepkileriyle sınırlı değil: Cinsellik
yönelimli tepkilerin görülme sıklığı da alışma aracılığıyla seyrelebilir.
Kızışımı bir dişiye serbest erişim fırsatı tanınan fare, bir iki saatlik sürede
dişiyle altı yedi kez çiftleşecektir; sonrasında, cinsel bakımdan tükenmiş gibi
görünür ve en az otuz dakika harekete geçmez. Aslında bu durum, bitkinlik değil
cinsel alışma eseridir. Tükenmiş gibi görünen erkek, ortama yeni bir dişi
getirilirse anında çiftleşmeye geri döner.
Bildik, nesnelerin tanınmasını sınamanın kolay bir yolu
olduğu için, alışma edimi, bebeklerde görsel algının ve belleğin gelişimin
araştırmakta en etkili vasıtalardan biridir.
Genelde bebekler yeni bir görüntüyle karşılaşınca,
gözbebekleri genişler, kalp atışları ve solunumları hızlanır, fakat· bir imgeyi
defalarca gösterirseniz, buna tepki vermeyi keserler.
Dolayısıyla kendisine sürekli daire şekli gösterilen bir
bebek, bunu zamanla göz ardı edecektir; fakat sonra bu bebeğe kare şekli
gösterilirse, göz bebekleri yine genişler, kalp atışı ve solunumu hızlanır; bu
da iki imge arasında ayrım yapabildiğine işarettir.
Alışma gibi duyarlılaştırma da insanlarda yaygındır. Silah
patlaması duyan kişi abartılı tepki verir; bir ses duyar ya da omuzuna
dokunulduğunu hissederse yerinden sıçrayacaktır. Konrad Lorenz, bu öğrenilmiş
teyakkuz durumunun sağkalım bakımından değerini en basit hayvanlarda bile
derinlemesine incelemiştir.
UZUN SÜRELİ BELLEK
Genin doğası nedir? Hangi hammaddeden imal edilir?
1944’te Rockefeller Enstitüsü’nden Oswald Avery, McCarthy ve
Colin MacLeod, pek çok biyoloğun düşündüğünün aksine genlerin protein
olmadığını, deoksiribonükleik asitten (DNA) meydana geldiğini gösteren çığır
açıcı bir keşif yaptılar.
Dokuz yıl sonra, Nature dergisinin 25 Nisan 1953 sayısında
James Watson ve Francis Crick, tarihe geçen DNA yapısı modellerini açıkladılar:
Yapısal biyologlar Rosalind Franklin ile Maurice Wilkins'in çektiği X-ışını
fotoğraflarının da yardımıyla Watson ve Crick, DNA'nın, birbiri üzerine
helezon, yani sarmal şeklinde dolanan iki uzun iplikten meydana geldiği
çıkarımını yapmışlardı. Bu ikili sarmalda her ipliğin, nükleotit bazları alan
adenin, timin, guanin ve sitozin adlı birimlerin tekrarlardan oluştuğunu bilen
Watson ve Crick, bu dört nükleotidin, gende bilgi taşiyan unsurlar olduğunu
varsaydılar. Böylece, çarpıcı bir keşifte bulundular ve iki DNA ipliğinin
birbirini tamamladığını, DNA ipliklerinden biri üzerindeki nükleotit bazlarının
öteki iplikteki belirli nükleotit bazlarıyla eşleştiğini söylediler: İplik
üzerinde adenin (A) öteki iplikte her zaman timinle (T), guanin (G) ise öbür
iplikte hep sitozinle (C) eşleşir. İki iplik, boyunca bu nükleotit bazlarının
birbirleriyle birden fazla noktadan bağ kurması sonucu iki iplik bir arada
durur.
Watson ile Crick'in bu keşfi, Schrödinger'in fikirlerine bir
molekül çerçevesi kazandırmıştı; böylece moleküler biyoloji yükselişe geçti.
Schrödinger'in işaret ettiği gibi genlerin yaptığı esas işlem, kopyalanmaktır.
Watson ve Crick, klasik makalelerini artık meşhur olmuş şu cümleyle bitirir:
“Ortaya koyduğumuz özel eşleşmenin, genetik malzeme için bir kopyalama mekanizmasını
akla getirdiği dikkatimizden kaçmadı.”
İkili sarmal modeli, gen kopyalamasının nasıl çalıştığını
gösterir. Kopyalama işlemi sırasında iki DNA ipliği birbirlerinden
ayrıldığında, her anne iplik, bunu tamamlayıcı bir yavru ipliğin oluşması için
kalıp görevi görür. Anne iplik üzerindeki bilgi içeren nükleotitlerin dizisi
belli olduğu için, yavru iplik üzerindeki dizi de bellidir: A, T'yi tutacaktır,
G de C'yi. O halde yavru iplik, başka bir iplik içinde kalıp görevi görebilir.
Bu şekilde, hücre bölünürken DNA’nın birden fazla kopyası
aslına sadık kalınarak çoğaltılabilir ve kopyalar, yavru hücrelere dağıtılır.
Bu şablon, organizmanın tüm hücrelerine varana dek uzanır, yumurta ve sperm
hücreleri de dahil. Böylece organizma nesilden nesile bir bütün olarak
kopyalanır.
1980’e gelindiğinde Boyer, insan insülin genini, bir
bakteriye yerleştirmişti; bunun sayesinde sınırsız miktarda insan insülini
üretilebildi ve böylece biyoteknoloji sanayisi doğdu.
DNA yapısının eş kâşifi Jim Watson, bu gelişmelerden, “Tanrı
rolünü oynamak” diye bahsedecekti.
Gen kopyalamasından yola çıkan Watson ve Crick, protein
sentezi için de bir mekanizma önerdiler.
Her gen belirli bir proteinin üretimine yön verdiği için,
her gendeki nükleotit bazları dizisinin, protein üretimi için bir şifre
barındırdığı çıkarımını yaptılar. Kopyalamada olduğu gibi, proteinlerin genetik
şifresi, DNA ipliğindeki nükleotit bazların tamamlayıcı kopyası yapılarak
"okunabilir", dediler
Bakteride, mayada ve nöron olmayan hücrelerde genleri ve
protein işlevlerini yakından incelemek için kullanılan çarpıcı araçlarla ve
moleküllerle ilgili içgörülere, çok geçmeden sinirbilimciler ve özellikle de
ben, beyni araştırmak için sarıldık.
Bellek Genleri
Uzun süreli bellek için hangi proteinlerin önemli olduğunu
henüz bulamamıştık.
Bu serüven 1961 'de, Paris Pasteur Enstitüsü’nde F. Jacob
ile Jacques Monod'un "Protein Sentezinde Genetik Düzenleyici
Mekanizmalar" başlıklı makaleyi yayımlamalarıyla başladı. Bakterileri
model sistem olarak kullanıp, çarpıcı bir keşif yapmış, gen etkinliğinin
düzenlenebileceğini bulmuşlardı; yani genlerin, su musluğu gibi açılıp
kapanabildiğini görmüşlerdi.
Jacob ile Monod, günümüzde gerçek olduğunu bildiğimiz
olguya, çıkarım yaparak ulaşmışlardı: İnsanoğlu gibi karmaşık organizmalarda
bile, genomun nerdeyse her geni, bedenin her hücresinde mevcuttur. Her hücrenin
çekirdeğinde organizmanın tüm kromozomları dolayısıyla organizmayı bütünüyle
oluşturmak için genlerin tümü vardır. Bu çıkarım, biyoloji için ciddi bir soru
doğurmuştu: Neden tüm genler, bedenin her hücresinde aynı işlevi görmüyor?
Jaccb ile Monod'un önerdiği yanıtın, gerçek durumu yansıttığı nihayetinde
anlaşılacaktı; karaciğer hücresi karaciğer hücresidir, beyin hücresi
beyin-hücresidir; çünkü her hücre türünde bu genlerden bazıları acık hale
getirilir, yani anlatımları gerçekleştirilir; arta kalan genler ise susturulur
ya da baskılanır. Dolayısıyla her hücre türü, kendine özgü bir protein
harmanına sahiptir, yani elde etmesi olası tüm proteinlerin bir alt kümesini
barındırır. Bu protein karışımı sayesinde hücre, üzerine düşen özgül biyolojik
işlevleri yerine getirir.
Hücrenin ideal işlevine ulaşması için genler açılır ve
kapanır. Bazı genler, organizmanın neredeyse tüm ömrü boyunca kapalı tutulur;
enerji üretimi gibi işlerle ilgisi olan genler ise her zaman açıktır; çünkü
şifreledikleri proteinler, organizmaların hayatta kalması bakımından önemlidir.
Fakat her hücre türünde, kimi genlerin anlatımı ancak belirli zamanlarda
gerçekleştirilir, kimi genler ise bedenin içinden ya da çevreden gelen
sinyallere istinaden açılır ya da kapanır.
Omurgalılarda yürüttüğümüz araştırmalar ve Omurgalılarda
gerçekleştirilmiş kimi çalışmalar, uzun süreli belleğin, yeni protein sentezi
gerektirdiğini göstermişti; dolayısıyla bellek depolama mekanizması muhtemelen
tüm hayvanlarda oldukça benzeşir
Kaynak: ÖZETKİTAP.COM
BELLEĞİN PEŞİNDE-Yeni
Bir Zihin Biliminin Doğuşu
Eric R. KANDEL (Prof. Dr.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder