29 Eylül 2008 Pazartesi

İNSANIN DOĞUŞTAN SAHİP OLDUĞU ÖĞRENME ENERJİSİ

Eğitim sistemimizin birinci amacı ”her türlü koşul altında Cumhuriyeti korumaya muktedir ve kararlı bireyler yetiştirmek .Eğitim sisteminin ikinci amacı ,din ve akademik eğitim yapan kurumların,eğitim birliği ilkesi uyarınca birleştirilmesiydi. Üçüncü amacı :”ilmi hür ,irfanı hür,vicdanı hür” değimi özetlemektedir ”Bilimi, anlayışı ve vicdanı özgür bireyler” bugünde de eğitim sisteminin vazgeçilmez tasarım ilkesi olmalıdır. Bu amacı birleştiren hedef ister istemez “belirli tipte insan yetiştirmek üzere eğitim” biçiminde olmak zorunluluğundadır.Amaçlar gerçekleşmedi ama amaçlanmayanlar oluştu. 1- Kendisine öğretilenler konusunda kuşkusu bulunmayan bilgilerinin dayanağı yalnızca onları öğretene duydukları güvenden ibaret olan bir kişiliktir. Bu tür kişilikleri, güven yaratmak şartıyla herhangi bir “doğru” ya ,”iyi”ye ya da “güzele”e yönlendirmek kolayca mümkün olabilmektedir. Eğitim sistemimizin başlangıçtaki tasarım amaçları içinde bulunmamakla birlikte yine bir yan ürün olarak çıkan :2- İhtiyacı olan bilgi, beceri, tutum ve davranışları öğrenmeye olan eğilimin donması, ancak başkalarının kendisi için uygun gördüklerinin kendisine öğretilmesini beklemesidir.Bu yalnız toplumumuzda değil dünya’da derin olumsuzlukları görülmekte bulunan bir düşünme biçimi, olayları yalnızca siyah ve beyaz yoluyla açıklamaya çalışmaktadır..Bu düşünme biçiminde yalnızca evet ve hayırlara yer var.bu düşünme biçimi eğitim sistemimize, ve eğitsel sonuçların ölçme ve değerlendirilmesinde nerdeyse testten başka metot kullanılmayan bugünkü eğitim sistemimize son derece uygundur. Onlarca ara çözümü, yorucu uzlaşma çabalarını bir anda gereksiz kılan ve böylece toplum yönetimini kolaylaştıran bu tek boyutlu düşünme biçimi sonuçta” benden yana” ve bana karşı”lar dan ibaret kutuplaşmış toplum kesimleri yaratmıştır. “Laikler ve laik olmayanlar”, “ çalışanlar ve çalıştıranlar”,” Aleviler ve Sünniler”, “ Türk’ler ve Türk olmayanlar”,” Biz ve Dünya” kutupları böylece ortaya çıkmıştır. Bu düşünme biçiminde, bu karşıtlıkları çatıştırmadan yaşatmanın imkanı da yoktur. İşte sistemin baştan amaçlanmayan bir olumsuz ürünü de bu “kutuplaşma” olgusudur. Kutuplaşma olgusu yalnızca, toplumsal uzlaşma denilen sihirli reçeteyi bozmamış, bir “insan topluluğu”nu bir “sosyal organizma”ya dönüştürebilecek az sayıdaki ögeden başlıcası olan” iyi ahlak”ı ve onun araçlarından birisi olan din kurumunu işlevlerini yapamaz duruma getirmiştir. Kendisine öğretilenleri kuşku süzgecinden sürekli süzerek mevcut bilgileriyle ilişkilendirmeyi okul içinde öğrenemeyen, kuşkulanmayı ayıp sayan ve sadece kendisine belletilenleri hatırlaması istenilen çocuk ve gençlerimiz, fiziğin coğrafyanın ve bu arada dinin öğretilerini ezberlemiş, ama onları yaşamında kullanabileceği somutluğa dönüştürememiştir. Günümüzde, toplum dokumuzu oluşturan tüm ögeler, kendi doğruları yolunda kıyasıya çatışıyorlarsa bunun bir numaralı nedeni, kendi doğrularını belletmeye ve onun karşıtlarını reddetmeye dayalı eğitim sistemimizdir. Böylesine bir çatışma ortamında egemen olabilecek güçler, her kesimin “uzlaşmaz” ,”buyurgan”, tek doğrulu” fanatikleridir. Toplumun sessiz büyük çoğunluğu ise şaşkın, ama bir uzlaşma arayışı içindedir.”İnanç” ile aklın”,” bireycilik”,ile toplumculuğun”,” çalışan” ile çalıştıranın”, kısacası birbirleri ile boş yere çatışan kesimlerin uzlaşabildiği bir ”YENİ DÜŞÜNME BİÇİMİ’NİN” arayışı bulunmalıdır. Amaçlanmayanların oluşması sebepsiz değildir. İnsanın doğuştan sahip olduğu öğrenme enerjisini, onun kendi ihtiyaçları yönünde kullanarak ”öğrenmesini” engelleyip, ona kendi doğrularını ”öğretmeye” çalışan bir yöntem, çeşitli yanlışların üremesi için uygun bir ortam yaratmıştır. İnsana balık vermeden önce balık tutmasını öğrenmesini sağlamalısın Yazarı: M. TINAZ TİTİZ

Hiç yorum yok: