9 Mart 2010 Salı

SUSMA SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK

İki yaşıma geldiğimde konuşmam gecikince annemle babam telaşlanmışlar. Beni konuşturmak için çok çaba göstermişler. Doktora götürmüşler. Hocaya okutmuşlar. “Mamma, babba, dedde” demeye başladığımda heyecanlanmışlar. Üç yaşımda konuşmaya başlayınca pek sevinip eşe dosta duyurmuşlar. Sevinçleri uzun sürmemiş, çünkü ben çok konuşmaya, durmadan sorular sormaya başlamışım. Ne söylersem “hı hı,” ne sorarsam “tamam” demişler. Bir süre sonra oflayıp puflamaya başlamışlar. Babama bir şey anlatmak istediğimde babam “yorgunum, git annene anlat.”, annemle konuşmak istediğimde annem “yemek yapıyorum, git babana söyle” demiş. Dört yaşımdayken bana “sus artık” diye bağırdıklarını hatırlıyorum. Misafirliğe giderken annem “bak orada bir şey isteyip beni rezil etme” diye sıkı sıkı tembihlerdi beni. İlkokula başladığım ilk gün sıraya geçtik. Okul müdürü sert bir sesle “susuuun” diye bağırınca çok korkmuştum. Beş yıl boyunca öğretmenimiz “susun, konuşmayın, kesin” demekten bıkmadı, biz de konuşma isteğinden vazgeçmedik. Ortaokulda bir şeyler anlatmak için konuşurken büyüklerim “ne biçim konuşuyorsun, susar mısın” dediler. Lisedeyken her öğretmen kendi dersinin öneminden dem vurup susturdu beni. Leyla ile Mecnun’un aşkını öve öve bitiremeyen edebiyat öğretmenim bırakın konuşmayı, bir kıza baktığımda bile yapıştırdı tokadı gözümün tam üstüne. Bir genç olarak şimdiki duygularımın taaa M.Ö. yaşamış insanların duyguları kadar önemi yoktu. Lisede her sabah güne müdür yardımcılarımızın “susun oğluuum, kızım keser misin konuşmayı” sözleriyle başlıyorduk. Derslerde hep susturulduk. Hocalarımız dolu testi, biz ise boş bardaktık. Hep onlar konuşarak dolduruyorlardı içimizi. Öğleden sonraları eve geldiğimde annem “misafirler var, onların yanında fazla konuşma” derdi. Tek umudum akşam işten gelecek babamdı. Yemekten sonra televizyonun karşısına otururdu. Bir şey sorduğumda gözlerini televizyondan ayırmadan “yavrum susar mısın, görmüyor musun haberleri izliyorum” derdi. Odama giderdim. Yatağa girer yorganı başıma çekip sessizce ağlardım. Gözyaşlarımı sadece yastığım bilirdi. Bu sırada odalarına çekilirken babamın anneme “hanım Allah’a şükür evladımızın hiç derdi yoook.” dediğini duyardım. Ben onların fısıltı halindeki konuşmalarını duydum ama onlar ne benim evde, okulda, yemekte, televizyon izlerken yaptığım konuşmalarımı duydular, ne de odamda yorganın altında attığım sesiz çığlıkları... Bir gün babama bir şey sorduğunda boğazıma bir şey düğümlendi. Annem “neden konuşamıyorsun yavrum” dedi. Okulda da öğretmenler beni tahtaya kaldırdığında çok heyecanlanır, sorulara cevap veremezdim. “Konuşsana çocuğum” diyen öğretmenime hayret ederdim, çünkü o güne kadar beni susturup hiç beklemediğim bir anda “konuş” demişlerdi. Üniversiteye gittiğimde biraz nefes aldım. Ailem yanımda değildi, hocalarım da karışmıyordu bana. Bir kaç arkadaş bir araya gelip gösteri yapmaya karar verdik. Hep beraber avazımız çıktığı kadar “yaşasın özgürlük” diye bağırırken polis geldi. “Dağılın” anonsuyla kol kola girip birbirimize daha sıkı kenetlendik. Tüm gücümle “susma sustukça sıra sana gelecek” diye bağıracaktım ki bir polisin eli ağzıma yapışıp ağzımı kapatıverdi. Yine susturulmuştum. Ben artık konuşmak istiyorum. Nasıl olsa öldüğüm anda bile çenemi bağlayacaklar Yazarı: Alişan KAPAKLIKAYA Yazarın Site adresi: http://www.sevgiokyanusu.com/yazarlar.php?id=48

Hiç yorum yok: