31 Aralık 2009 Perşembe

KÖTÜ KARARLAR BULAŞICI OLABİLİR

Tıpkı nezle gibi, insanların duygusal durumları da bulaşıcı olabilir. Üzgün birini gördüğünüzde hüzünlenirken, neşeli birinin yanında siz de gülümsemeye başlayabilirsiniz. Northwestern Üniversitesi’nden sosyal psikolog Adam Galinsky benzer durumun kötü kararlar için de geçerli olup olmadığını araştırmıştır. Bir grup öğrenci ile yaptıkları bir deneyde, katılımcılardan açık artırma yapan birini izleyerek vereceği kararlarda yardımcı olmaları istenmiştir. Açık artırma yapan kişi ile hakkında verilen bilgiler (aynı ayda ve yılda doğmuş olma, aynı okulda okumuş olma gibi) aracılığıyla bir şekilde bağlantı kuran katılımcıların, deneyin kurgusunun parçası olan bu kişi yanlış kararlar verdikçe ve para kaybettikçe, kendilerinin de para kaybetmeye başladığı görülmüştür. Herhangi bir bağ hissetmeyen kişilerde ise bu davranışa rastlanmamıştır. Araştırmacılar bu sonuçların özellikle de ekonomik krizden etkilenerek para kaybetmeye başlayan kurumların, yanlış kararlarını düzeltebilmek ve çöküşlerini durdurabilmek için, firmanın dışından bir gözlemciden yardım almalarının daha faydalı olacağı şeklinde yorumlanabileceğini söylemektedirler. BİR MİLYAR YILLIK HARD DİSK Anılarınızı ya da verilerinizi kaydetmek istediğinizde kullandığınız videokasetlerinin ya da DVDlerin bu bilgileri sonsuza dek saklamasını ister misiniz? Günümüzde mevcut DVD’lerle bunu başarmak mümkün değil. Nano teknoloji ile ilgilenen bir grup bilimci, karbon nano tüplere yerleştirilen demir iyonları aracılığıyla bilgiyi elektronik ortamda “1”, “0” kodları ile kaydetmenin mümkün olduğunu düşünmekteler. Nano tüpler de elmas gibi bilinen en dayanıklı ve aşınmayan maddeler arasında sayılıyor. Nano tüplerden kayıtların depolanması amacıyla yararlanılması başarıldığında, bu kayıtların tahmin edilemeyecek kadar uzun süre saklanılabileceği düşünülüyor. California Üniversitesi’nden fizikçi Alex Zettl ve ekibi laboratuvar çalışmalarının başarılı olduğunu ancak bir dizi deneye daha ihtiyaç duyulduğunu bildirmekteler. RİTMİ TAKİP ET KUŞUM Dans, dinlediğimiz müziğin ritmini takip edebilme yetimizle yakından ilgilidir. Ritme uygun hareket edebilme becerisi, insan beyninin işitme ve motor korteksleri arasındaki nöral bağlantılar aracılığıyla gerçekleşmektedir. Bir nörobiyoloğun Snowball isimli papağanın dans videosunu You Tube’da izlemesine dek bu becerinin sadece insanlara özgü olduğu düşünülmekteydi. California Nörobilim Enstitüsü’nden nörobiyolog Aniruddh Patel, papağanı izledikten sonra onunla bir dizi deney yapmıştır. Deneyde papağana belirli bir ritimde müzik dinletilmiş, papağan müziğin ritmine uygun bir şekilde sallanmaya başlayınca ritim değiştirilmiştir. Hem hızlandırıldığında hem de yavaşlatıldığında papağanın da hareketlerini ritimdeki değişikliğe göre ayarladığı belirlenmiştir. Hayvanlarla ilgili yapılan bu keşif, insan müziğinin evrimini araştırmak için hayvan modellerinin kullanılabilmesinin ilk kez yolunu açmıştır. MİLYARLARCA KAT GÜÇLÜ NÖTRON YILDIZLAR Dev bir yıldız yakıtını tükettiğinde ve merkezindeki çekim gücüne daha fazla karşı koyamadığında, çekirdeği büzülmeye başlar ve küçük bir astroid hacmine ulaşırken, kütlesinin büyük kısmı süpernova adı verilen muazzam büyüklükteki patlamalara yol açar. Geride saniyede yüzlerce kez dönebilen, çok küçük hacimde çok fazla miktarda maddenin yer aldığı oluşumlar kalır. Astrofizikçiler oluşan bu nötron yıldızlarının yoğunluğu yüksek oluşumlar olduklarını zaten bilmekteydiler. Bu maddenin gücü ise şimdiye kadar bilinmemekteydi. Indiana Üniversitesi’nden astrofizikçi Charles Horowitz ve Los Alamos Ulusal Laboratuarı’ndan madde bilimci Kai Kadau geliştirdikleri bir bilgisayar simülasyonu aracılığıyla yıldızı oluşturan maddenin bilinen en güçlü çelikten on milyar kat daha güçlü olduğunu belirlediler. YENİ ZELANDA AĞACININ MACERALARI Yeni Zelanda’da yetişen bir ağaç türü, yaşam süreci boyunca görünümünü iki kez değiştirmektedir. Fide halindeyken ağaç, lekeli küçük kahverengi yapraklara sahiptir. Büyüdükçe yapraklar irileşip uçları bir çengele benzer şekilde kıvrılmaktadır. Yetişkinliğinde ise boyu 20 metreye ulaşan ağacın yaprakları küçülmekte ve yeşil renk almaktadır. Bilimciler bu değişimin, Yeni Zelanda’da 500 yıl önce yaşayan ve soyu tükenmiş uçamayan dev bir kuşa karşı ağacın kendisini korumak için geliştirdiği bir strateji olduğunu düşünmekteler. Bu varsayımı sınamak için yapılan çalışmalarda, boyu ancak 10 santimetre olan fidelerin sahip olduğu kahverengi yaprakların, ormanın zeminindeki ölü yapraklarla aynı dalga boyunda ışığı yansıttığı belirlendi. Böylelikle fidan kendisini ölü bir yaprak gibi göstermeyi başarıyordu. Biraz daha büyüdüğünde oluşan şekil değişikliği ve renkli beneklerin, yaprakların yenmesi güç olduğu izlenimini veriyor olabileceği düşünülmekte. Dev kuşun yetişemeyeceği kadar büyümeyi başaran ağacın yaprakları ise yeşil renge kavuşmakta. Bilimciler her ne kadar bu varsayımların doğruluğunun kesin olarak kanıtlanamayacağını kabul etseler de, bir bitkinin evrimini anlamak için onunla aynı bölgede yaşayan soyu tükenmiş hayvanların yapılarına da dikkat etmek gerektiğini söylemekteler. VİRÜSÜN ZAMAN YOLCULUĞU Binlerce yabanarısı türü yumurtalarını, bir tür zehirle felç ettikleri tırtılların vücuduna bırakmaktadır. Böylelikle etkisiz hale getirilen ev sahibinin vücudunda yumurtalar, hem gerekli besine kavuşarak hem de güven içinde büyüyebilmektedir. Araştırmacılar uzun zamandır, yabanarılarının ev sahiplerini felç etmek için kullandıkları zehrin nasıl bir madde olduğunu merak etmekteler. Zehrin yapısı ile ilgili ilk ipuçları, 1970lerde elektron mikroskobu ile yapılan incelemelerden sağlanmıştır. Bu incelemelerde zehrin virüsler gibi çift zincirli DNA’ya sahip olduğu belirlenmiştir. Daha sonra yapılan çalışmalar zehrin ayrı viral bir oluşum olmaktan çok, yabanarısının genetik bir salgısı olduğunu düşündürmüştür. Bu karmaşayı aydınlatmak üzere Tours Üniversitesi’nden entomolog Jean-Michel Drezen ve ekibi, arıların zehri salgılayan yumurtalıklarının DNA’ları ile en çok bilinen böcek virüslerinin DNA’larını, zehrin DNA’sı ile karşılaştırmışlardır. Sonuçlar, nudivirüs olarak adlandırılan çok eski bir virüse işaret etmektedir. Araştırmacılar bu durumun, virüsün milyonlarca yıl önce arıyı enfekte etmiş olması ve zaman içinde DNA’sının arının genomu ile bütünleşmesi ile gerçekleşmiş olabileceğini açıklamaktadırlar. Virüs yaşamak için arının yumurtalıklarına, arı da yumurtalarını tırtıllara yerleştirebilmek için virüsün varlığına ihtiyaç duymuş ve bu karşılıklı ihtiyaç genetik bir işbirliğine yol açmıştır! EINSTEIN’IN BEYNİ Albert Einstein gibi bir dahi söz konusu olduğunda bilimciler doğal olarak bu dahinin beyninde onu diğer insanlardan ayıran nasıl bir farklılık olduğunu merak ederler. 1955’teki ölümünün ardından Einstein’ın beyni Thomas Harvey isimli bir patolog tarafından çıkarılmıştır. Harvey’in ölçtüğü, fotoğrafladığı ve sakladığı beyin, bir meslektaşı tarafından bölümlere ayrılarak pek çok parçasından mikroskop lamlarına örnek kesitler alınmıştır. İlk anatomik değerlendirme 1999’da nörobiyolog Sandra Witelson tarafından Harvey’nin çektiği fotoğraflara bakılarak yapılmış ve Einstein’ın beyninin parietal loblarının (matematik, görsel-uzamsal bilişle ilgili bölüm) ortalamadan yüzde 15 daha geniş olduğu açıklanmıştır. Bununla birlikte beynin ağırlığı 1230 gram olup, ortalamanın alt sınırında yer almaktadır. Yeni bir keşif ise Florida State Üniversitesi’nde antropolog olarak çalışan Dean Falk’tan gelmiştir. Falk, Einstein’ın beyninin sol elini idare eden motor korteks kısmının yumru şeklinde olduğunu bunun da müzik yeteneği ile ilişkili olabileceğini söylemektedir (Einstein küçük yaşlarından itibaren keman çalmıştır). Ek olarak pariteal bölgelerinin sadece daha geniş değil, girinti ve çıkıntıların paterni açısından da çok nadir bir yapıya sahip olduğu belirlenmiştir. Einstein’ın düşünceleri kelimelerden çok görsel imgeler ve duyumlar olarak deneyimlediğini söylediği bilinmektedir. Parietal loblarının bu özgün şeklinin onun bir tür sinestezik olması ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Her ne kadar tüm bu görüşler eski fotoğraflardaki ipuçlarına dayanılarak ortaya atılsa da, Einstein’ın muhteşem beyninin sırrını çözme yolundaki varsayımlar daha uzun yıllar heyecan yaratacağa benziyor. Kaynak BirGün .Net

Hiç yorum yok: