29 Mayıs 2012 Salı
SU SAVAŞLARI GELİYOR
Su ile gıda arasında güçlü bir bağlantı vardır. Hepimiz günde çeşitli şekillerde
ortalama 4 litre su tüketiriz. Bir günlük gıda üretimimiz için ise bunun 500
katı, yani 2000 litre su gerekir. Bu da kullanılan suyun %70 inin neden
sulamaya gittiğini açıklar. Kalan %20 sanayide, %10’u da konutlarda
kullanılır. Talep artmakta olduğundan sektörler arası rekabet de artmakta,
kaybeden taraf hep tarım olmaktadır.
Tekrar tekrar aynı hikaye ile karsılaşıyoruz: petrolde ve minerallerde olduğu
gibi üstel büyüme suda da küresel ölçüde sorun yaratmaktadır. Akıllı
mühendislikle artık istenen miktarda bütün suyu dünyanın her yerine
götürmek mümkün değil, kısacası su yetmiyor.
Suya olan talebin artısı nüfus artısı ile paralel ilerlemektedir. Her yıl dünya
nüfusuna katılan 8,3 New York’a eşdeğer 70 milyon kişi karnını doyurmak
zorundadır. Örneğin 1 kilo buğday üretimi için 1000 litre su harcanır.
1/1000’lik bu oranın nüfus artısıyla birleşmesi dünya çapında talebi
arttırmaktadır.
En fazla aşina olduğumuz su kaynakları göller, akarsular, barajlar seklinde
yüzeydedir. Bunların en güzel tarafı kendilerini yağan yağmurlarla, karlarla
yenilemeleridir. Yalnızca su son 40 yılda dünya nüfusu iki katın üstüne çıktığı
için bu kaynaklar yeterli olmaktan çıkıp yetersiz olma yolundadır. Neredeyse
bütün önemli akarsulara barajlar kurulmuş, setler çekilmiş, yolu değiştirilmiş
veya bölünmüş, bazı küçük akarsular da hepten kurumuştur. Mesaj açıktır. Su
kaynakları nüfusta yeni bir ikiye katlanmayı kaldıramaz. Eninde sonunda su
nüfus artısına ve ekonomik büyümeye sınır getiren baslıca faktör olacak.
Öte yandan, en önemli su kaynakları Akifeler halinde toprağın altındadır.
Akifeler göz önünde olmadıklarından pek az kişi oralarda neler olup bittiğinin
farkındadır. Oysa bunlar da hızla tükenme yolundadır.
Aslında Akifeler de petrol gibi binlerce yılda oluşmuş fosil kaynaklardır.
Kendini yenilemesi ultra yavaş olduğundan bir kere tükendi mi geri dönüsü
yoktur. Buna rağmen dünyanın her yerinde sürdürülemez oranlarda yer yüzüne
pompalandıklarından bir süre sonra yeterli su sağlayamaz durumu
geleceklerdir.
Amerika’nın ihraç ettiği her bir ton tahıl aslında bin ton su demektir. O yüzden
bazı kurak ülkeler tahılı kendi çatlamış topraklarında yetiştirmeye
çalışmaktansa ithal etmeyi tercih etmektedirler. Yeni kuyular açmaktan veya
tuzlu suyu arıtmaktan daha ucuzdur.
Akifeler olmazsa, Suudi Arabistan’daki gibi kurak tarım alanları tamamen
terk edilir, daha ılıman bölgeler de susuz tarıma dönmek zorunda kalırlar ki bu
da verimde önemli düşüş demektir.
Yarın öbür gün tahıl kıtlığının nerelerde yoğunlaşacağını tahmin etmek için
bugün suyun nerelerde azalmakta olduğuna bakmak yeter. Dünyanın en
kalabalık ülkeleri olan Çin, Hindistan, Pakistan ve Meksika’da, Orta Dogu ve
Kuzey Afrika’nın tamamında yer altı suları hızla tüketilmektedir.
Bu değerli kaynağın böylesine çarçur edilmesinin bedelini ödemenin vakti
gelmektedir. Sonuç hem bu ülkeler için hem de önemleri dolayısıyla tüm
dünya için felaket olacaktır demek abartı değildir.
Su sıvı olduğundan ve kolayca aktığından bir özelliğinin farkında olmayız hiç;
su ağırdır. Kenarları 1 m olan bir küp su 1 ton çeker. Aşağı akısı kolaydır ama
yukarı çekmeye kalktığınızda ağırlığını fark edersiniz.
Suyu çok derinlerden yeryüzüne çıkarmak enerji yoğun bir işlemdir. Tarımda
kullanılan enerjinin %13’ü sulamaya gider. Hindistan’ın bazı bölgelerinde
kullanılan toplam enerjinin yarısı git gide derinlere kaçan suyun çıkarılmasına
harcanmaktadır. Akifeler boşalıp kuyular derinleştikçe harcanan enerji miktarı
da artacaktır ki bu da artan petrol fiyatlarıyla paralel gıda maliyetlerine
yansıyacaktır.
Bizatihi enerji üretiminde de çok su harcanır. Nükleer ve kömür santrallerini
soğutmak için muazzam miktarda su kullanırlar. Bir kilo watt saat elektrik
üretimine 8 litre su gider. _sin tuhafı en fazla suyu hidroelektrik santralleri
“tüketir” zira barajlarda buharlaşma yoluyla çok fazla su kaybı olur.
Bulunduğumuz noktada sormamız gereken şey “Su kaynaklarımızı sürekli
büyümeye imkan verecek şekilde nasıl yönetebiliriz?” değil, “Su kullanımımız
bir gün sınıra ulaşacağına göre bu sınıra kendi şartlarımızla mı yaklaşmalıyız
yoksa doğanın şartlarıyla mı? ” olmalıdır.
7 milyarı asan ve bu hızlı artışla 2050 de 9 milyar olması beklenen dünya
nüfusu artan su ihtiyacını nereden karşılayacak? Uluslar su için kavgaya, hatta
savaşa girecekler mi? Su kıtlığında ve dolayısıyla mahsul ve gıda kıtlığında
neler olabileceğini tahmin etmek güç değil. Onun için ne pahasına olursa olsun
Büyüyelim mantalitesini terk etmenin zamanı çoktan geldi.
www.ozetkitap.com
10 Mayıs 2012 Perşembe
OKUMANIZ GEREKEN BİR HİKAYE
KESİNLİKLE OKUMANIZ GEREKEN BİR HİKAYE OKUDUKTAN SONRA ZATEN PAYLAŞIRSINIZ
Yıl 1943.
Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.
... Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:
“Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
– Alıyorum.
– Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten…
23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.
O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir.
Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var.
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır.
İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.
Kütüphaneye de bir yazı asar:
“Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.”
Köydeki çocuklar şaşırır.
Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var.
Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.
“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der.
Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir.
Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar.
Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.
Zenith ve Singer’e mektup yazar:
“Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.
Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.
Girişimcilik ne biliyor musun?
Bulunduğun yere yenilik katmalısın.
Mutlaka adım atmalısın.
Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.
Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.
www.kitaptiri.com
OKUMAK VE OKUTMAK ADINA GÜZEL BİR ŞEYLER OLUYORSA
NE MUTLU BİZE...Devamını Gör
Beğenmekten VazgeçBeğen · · Paylaş
Yıl 1943.
Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.
... Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:
“Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
– Alıyorum.
– Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten…
23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.
O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir.
Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var.
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır.
İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.
Kütüphaneye de bir yazı asar:
“Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.”
Köydeki çocuklar şaşırır.
Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var.
Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.
“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der.
Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir.
Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar.
Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.
Zenith ve Singer’e mektup yazar:
“Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.
Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.
Girişimcilik ne biliyor musun?
Bulunduğun yere yenilik katmalısın.
Mutlaka adım atmalısın.
Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.
Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.
www.kitaptiri.com
OKUMAK VE OKUTMAK ADINA GÜZEL BİR ŞEYLER OLUYORSA
NE MUTLU BİZE...Devamını Gör
Beğenmekten VazgeçBeğen · · Paylaş
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)