31 Mart 2008 Pazartesi

NİSAN BİR ŞAKASI HİKÂYESİ

Nisan bir şaka günü’nün(April Fool’s Day –Salaklar Günü) kökeni pek açık değil.

1582’de Fransa’da izine rastlanıyor. O yıldan önceki yıllarda yeni yıl 25 Mart’tan itibaren

1 Nisan’a dek 8 gün kutlanırmış. Kral IX Charles , takvimi değiştirerek yeni yılın başlangıç tarihini 1 ocak’a almış. O dönemlerde haber iletmek kolay olmadığından birçok kişi yıllarca bu değişiklikten haberdar olmamış. Diğer yandan bu tarih değişikliğine direnç gösterenlerde olmuş.

Söylenen o ki, yılbaşını geç kutlayan bu kişilerle halk çeşitli şekillerde alay ediyormuş, onlara şakalar yapıyorlarmış .Zamanla 1 Nisan tarihinde sabitlenen şaka yapma geleneği, İngiltere ve İskoçya’ya ,sonrada Amerika’ya sıçramış ve oradan da diğer ülkelere ……..

Milliyet IK Köşe başı Makale yazarı: İdil TÜRKMENOĞLU

29 Mart 2008 Cumartesi

Derenin Aktığı Yer Sizin, Suyu Değil!

Yoksa siz bu yaz İstanbul'un, Ankara'nın sıcağından, akmayan musluklarından kaçıp memlekete sığınanlardan mısınız? Memleket ne güzel! Çocukların gün boyu içinden çıkmadığı derelerden pırıl pırıl sular akar. Tertemiz hava, çeşmelerden gürül gürül akan su bedava… Peki, ne zamana kadar? Doğu Karadeniz'e tanrı tarafından bağışlanan bu zenginliğe, büyüyen su kıtlığı karşısında kul tarafından göz konulmayacak mı? Misal, bir yaz memlekete gidiyorsunuz. “Ben bir dereye ineyim” deyip yürüyorsunuz. O da ne! Dere neredeyse kurumuş. Bana geçen yaz oldu bu… Sapanca'da Fevziye köyündeyim(Lazca isimiyle Süuruça). Köy deresiyle ünlü, yazları piknikçilerle dolup taşıyor. Oğlumun elini tutup dereye doğru ilerliyorum. Amacım Arte'yi dereye sokup yüzdürmek. Ama bir acaiplik var, dereden su sesi dahi gelmiyor. Yaklaşıyorum, daha dün bütün ihtişamı ile akan derede son derece cılız bir su kaldığını görüyorum. Bir anda içimi dolduran üzüntü gerçeği öğrenince öfkeye dönüşüyor. Meğer, derenin kaynağının başladığı yerdeki belediye Adapazarı Büyük Şehir Belediye'sine suyu kiralamış. Dere suyu bir de bir balık çifliğine gidiyormuş. Bu yüzden, dereye akan su kesilmiş, ama kış olunca, yağmur yağınca su çoğalıyormuş. “Nasıl olur!” dedim. Köylüler de duyunca aynı şeyi söylemişler; “Nasıl olur! Bizim deremizin suyunu nasıl kesersiniz, bu derede çocuklarımızı yüz senedir yüzdürürüz, bu da nerden çıktı” demişler. “Derenin aktığı yer sizin, suyu değil!” demişler, “Suyun çıktığı kaynak bizde, istediğimizi yaparız” . Elbette köylü ve civardaki halk ayağa kalkmış. Nafile! 10 sene önce bunu Fevziye köyündeki insanlara anlatsam, hadi canım, bu dere bizim derlerdi. Bu yaz Pazar Hasköy(Noxlapsu) köyünde aynı şeyi anlattığımda, “Taxa! Bizim burada öyle bir şey yapamazlar, dere bizim” dediler. Keşke! Aslında, Doğu Karadeniz'in kendisine yetecek kadar su hazinesi bulunmaktadır. Ancak, sorun şu ki ülkedeki tüm havzalar içinde Karadeniz ve Akdeniz havzaları ile, Fırat ve Dicle havzalarında fazla suyumuz bulunurken, diğer akarsu havzalarında yeterli suyumuz yok ve bu bölgeler ciddi su sıkıntısı yaşamaya adaylar. Doğu Karadeniz havzasının yıllık ortalama su potansiyeli ve verimliliğine baktığımızda Türkiye'de üçüncü sıradadır(birinci sırada Fırat havzası ikinci sırada Dicle havzasıdır). Bunun anlamı, ülke içindeki eşitsiz su kaynakları dağılımından dolayı, Doğu Karadeniz halkı olarak mevcut su kaynaklarımızı sadece kendimize saklayamayacağımızdır. Yani, bir nevi, “komşuda pişer, bize de düşer” durumu olacaktır. Genel durumu açıklamak gerekirse, bilindiği üzere, bugün insanlık çok büyük bir susuzluk tehditiyle karşı karşıyadır. Küresel ısınma yanısıra hızlı nüfus artışı, çarpık kentleşme, sanayileşme, çevre kirlenmesi, bilinçsiz su tüketimi ve Türkiye'nin yarı kurak bir iklim kuşağında olması önümüzdeki yıllarda ciddi su sıkıntısı yaşayacağımızı gösteriyor. Ayrıca, Türkiye'de su kaynaklarının bulunduğu bölgeler ile endüstrinin yoğunlaştığı bölgelerin dağılımının uyumsuzluğu söz konusudur. Yani, devlet suyu bizden çekip, endüstrisinin yoğun olduğu bölgelere su aktarmanın planını yapmaktadır. Yapılan araştırmalar su talebinin son 25 yıl içinde %60 arttığını gösteriyor. Uluslararası kriterlere göre, bir ülkenin su zengini olabilmesi için kişi başına düşen yıllık ortalama su miktarının en az 10.000 m³ olması gerekirken, bu miktar Türkiye‘de 1.430 m³. Bu demektir ki, sanılanın aksine Türkiye su zengini değildir. Resmi kaynaklara göre, Türkiye'de hali hazırda kullanılabilir yerüstü su potansiyelinin %33.15'inden faydalanılabilmekte olup, % 66.85'i henüz kullanıma sunulamamıştır. Buradaki yerüstü su potansiyelinden kasıt, akarsular, derelerdir. Yani, “sularımız boşa akıyor” denildiğinde, bilinmeli ki buradaki anlam, “bu dereler boşu boşuna akıyor” dur. Derelerin boşuna aktığını söylemek hangi mentaliteye sığıyorsa artık! Peki, su kaynaklarının hoyratça tüketilmesinin karşısında nasıl durulacak? Doğu Karadeniz için su kaynakları açısından zengin bir bölge olduğunu söylüyoruz. Peki, su kaynaklarının hoyratça tüketilmesinin karşısında nasıl durulacak? Jeoloji uzmanlarına göre, gereken şey Doğu Karadeniz havzasının koruma-kullanma dengesi gözetilerek bir eylem planı hazırlanmasıdır. Bu plana göre mevcut kaynağın kısa, orta ve uzun vadede korunması ve kullanması politikaları oluşturulması gerekmektedir. Zira, artık Doğu Karadeniz su kaynakları da, bugün için insan sağlığını olumsuz etkilemese de, kirleniyor. Bu kirlilik derecesi önlem alınmadığı takdirde artacaktır. Doğu Karadeniz havzasında çay tarımında kullanılan kimyasal gübrelerin yağmur sularıyla akarsulara karışmasının kirliliği daha da arttırdığı bilinmektedir. Bunun dışında, çöplerin dereye atılması ve lağım sularının akarsulara akıtılması da büyük ölçüde zarar vermektedir. Elbette sorun sadece köylünün suyu nasıl kullandığıyla bitmiyor. Bölge üzerinde oynanan oyunlar, yarardan çok zarar getiren işlemler en büyük zararı veriyor. Akarsularımızın büyük düşmanları Yıllar önce Fırtına Vadisi üzerinde bir Hidroelektrik Santrali kurulması planlanmıştı. Fakat, ilgililer doğal kaynakları tahrip etme konusunda hırslarını alamamış olmalılar ki, bu sefer de Fındıklı Abu(Çağlayan) vadisine göz diktiler. Yapımı düşünülen 3 adet santrala karşı çıkan çevre gönüllüleri tarafından kaleme alınan yazıda şöyle deniliyor; “Türkiye genelinde üretilen toplam enerjinin ancak binde 3'ünü karşılaması düşünülen santrallerin kurulmasında dere suyunun yüzde 96'sının kullanılması durumunda kalan yüzde 4'ü derelerin alüvyon yapısı nedeniyle yatakta kaybolacak, dereye akan kanalizasyonlarla birlikte çay üretimi için kullanılan gübrelerdeki atıkların yağmur suları ile yataklara akması sonucu oluşacak yosunlaşma, bataklık, sivrisinek başta olmak üzere her türlü pislik ve koku bulaşıcı hastalıklara neden olurken bölge insanının sağlığı ciddi anlamda tehdit altında kalacaktır.” Yukarıdaki “Türkiye genelinde üretilen toplam enerjinin ancak binde 3'ünü karşılaması” ifadesinin üzerinde duruyorum. Böylesi bir gerçek ortadayken, vadiye 3 santralı dikmek isteyenlere hem cahil, hem cani demek haksızlık mıdır? Bu, pire için ceket yakmaya benzemez mi? Hani dedik ya, Doğu Karadeniz havzası Türkiye'nin en zengin 3 havzasından biridir, ayrıca dünyanın en zengin bitki örtülerinden birine sahiptir; ortada bir zenginlik, bir güzellik var ise, güya ‘kamu yararı' adına, böyleleri hemen türerler. Suyun ticarileşmesi Bu arada, biraz da piyasadan, yani suyun ticarileştirilmesinden bahsetmek isterim. Şehirlerde yaşayanlarınız bilir, artık musluk suyuyla çay demleyemez hale geldik. Bunun üzerine, yaz boyunca yaşanan su sıkıntıları vesaire derken, 2007 senesinde ambalajlı su(şişe suyu ve damacana su) tüketimi 7 milyar litreyi geçti, ki bu sadece kayıtlı olan firmalar tarafından satılan su miktarı. Kayıtsız olarak yapılan su satışlarını da eklersek, bu bana göre 10 milyar litreyi bulur. Maden Suyu Üreticileri Derneğine göre, 2006 senesinde ise ambalajlı su tüketimi %20 civarında arttı. Yapılan toplam ambalajlı su satışlarının %80'inin 19 litrelik damacana su olduğunu, ve insanların maddi güçleri dahilinde yemek yapımında dahi bu suları kullandıklarını belirtmek gerekir. Önümüzdeki senelerde, şehirleşme ve su kirliliği nedeniyle su piyasasında müthiş bir büyüme potansiyeli var. Ayrıca, suların kirlenmesi halinde, sadece şehirlerde değil, köylerde dahi musluktan su içilemeyecek hale gelinecektir. “Altını önemle çizmek gereken bir şey var; büyük yerli ve yabancı şirketlerin bu piyasaya girmelerinin büyük nedenlerinden biri su kaynaklarından pay almaktır”. Geleceği bir düşünün, bir yerel ya da yabancı şirket için büyük bir su kaynağının sahibi olmak ne büyük bir servettir. Her ne kadar ambalajlı su piyasasındaki şirket payları oldukça dağınık olsa da(çok sayıda üreticiden dolayı), son yıllarda yabancı şirketlerin paylarının hızla arttığını gözlemekteyiz. 2006 senesinde, piyasa lideri olan Erikli markasının yabancı Nestlé şirketi tarafından alınması ve bir anda lider su şirketi konumuna geçmesi bir örnektir. Lider şirketlerden biri olan bir şirket yöneticisi bana şöyle demişti, “Altını önemle çizmek gereken bir şey var; büyük yerli ve yabancı şirketlerin bu piyasaya girmelerinin büyük nedenlerinden biri su kaynaklarından pay almaktır” . Evet, su üretiminde pahalı olan ambalajlama ve dağıtımdır, su kaynağını kiralamak ise ucuz. Ama, geleceği bir düşünün, bir yerel ya da yabancı şirket için büyük bir su kaynağının sahibi olmak ne büyük bir servettir. Önümüzdeki yıllarda zorlaşan rekabet ortamından dolayı küçük şirketlerin piyasadan çekilmesine, ve su piyasasının birkaç büyük şirketin elinde olmasına tanık olacağız gibi görünüyor. Dilerim ben 10 sene sonra bir Doğu Karadeniz köyüne gittiğimde şunu duymam, “Bizim burada güzel bir dere akardı, ama kurudu şimdi. Yukarıdan kesmişler herhalde, suyu da satmışlar” . Ne demiş Orhan Veli? “Bedava yaşıyoruz, bedava; Hava bedava, bulut bedava; … Acı su bedava” Eğer şanslıysalar, torunlarımız gökyüzüne baktıklarında, görebilecek kadar temiz hava var ise elbette, bulutları bedava izleyebilecekler. Ama, su artık bizim için gerçekten çok acı ve pahalı olacak. Eylem BOSTANCI - Piyasa Uzmanı Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun stratejik önemi artacak Yarbay Özmen, Türkiye'nin sınır aşan sular konusunda diğer ülkelerle olan sorunlarını halen tam anlamıyla çözüme ulaştıramadığını belirterek, ileride doğacak bu sulardan yüksek oranda yararlanma ihtiyacının diğer ülkelere verilen taahhütlerin yerine getirilmesinde zorluklara neden olabileceğini vurguladı. ''Fırat ve Dicle nehirlerinin zengin su potansiyelleriyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin stratejik önemini artıracağına'' işaret eden Yarbay Özmen, ''Bu iki nedenden dolayı bu bölgelerimize yönelik dış tehditlerin oluşması gündeme gelebilecektir'' dedi. Yağışların azalmasının enerji ihtiyacının yoğun olarak karşılandığı hidroelektrik potansiyeli de olumsuz etkileyeceğini ifade eden Özmen, bunun yaşamsal ihtiyaçların yanı sıra endüstriyel üretimde de kesintilere yol açacağını, ülkenin ekonomik gelişme ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine zarar vereceğini kaydetti. Yarbay Özmen, enerji üretiminde yaşanacak sıkıntının, ülkenin dışa bağımlılık oranını daha da artıracağını, ülkenin dış politikasının stratejik dengelerini ve ulusal güvenliğini tehdit edecek neticeler yaratabileceğini belirtti. Yarbay Özmen, şöyle devam etti: ''Türkiye'nin bir bölümünde ya da genelinde ortaya çıkabilecek çevresel bir felaket, Türkiye'nin hayat standartlarının düşmesine, ölüm oranlarının artmasına, kitlesel sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına, gıda sıkıntısının baş göstermesine ve iktisadi çöküntüye yol açmak suretiyle var olan bölgesel farklılıkları siyasi, kültürel ve iktisadi açıdan derinleştirerek Türkiye genelinde genel istikrarsızlığı, huzursuzluğu ve iç tehdidi artırabilecektir. 2025 yılında, dünya üzerinde yaklaşık 5 milyar insanın temiz su sıkıntısı çekeceği ve Türkiye'nin bölgenin en zengin temiz su kaynaklarına sahip olduğu göz ününe alınırsa, özellikle büyük su sıkıntısı çeken İsrail, Irak ve Suriye gibi ülkeler Türkiye için tehdit oluşturabileceklerdir. Dünyadaki hegemon güçlerin Orta Doğu bölgesinde etkin olma gayretleri de göz önüne alınacak olursa, bu ülkeler tarafından 'su konusunda' Türkiye'ye karşı bir tehdit ve baskı unsuru oluşturabilecekleri düşünülmektedir.'' Yabancıların toprak alımı sistematik mi? Ortadoğu Uzmanı Yarbay Özmen, son zamanlarda güney sahillerinde özellikle Avrupa vatandaşlarınca yapılan mülk ve toprak alımlarının 'küresel iklim değişikliği' bağlamında sistematik bir faaliyet kapsamında yapılıyor olabileceğinin de incelenmesi gerektiğini belirterek, GAP projesinin ortaya çıkardığı verimli topraklarda İsrail ve Arap uyrukluların arazi aldıkları iddialarının da Türk kamuoyunda ileride çıkabilecek bir felaketin ardından ülke kaynaklarının başka ülkelere aktarılması anlamında endişelere neden olduğunu kaydetti. Yarbay Özmen, küresel iklim değişikliği karşısında uluslararası alanda yeni ittifakların doğabileceğini ve yaptırımların gelişebileceğini ifade ederek, bu kapsamda Türkiye'nin de ulusal menfaatlerine ve beka tedbirlerine uygun ittifak arayışlarına yönelmesi gereğine işaret etti. Özmen, küresel iklim değişikliği karşısında tüm ülkelerin birlikte hareket ederek tedbir almasının önemini vurguladı. Yazısında, Türkiye tarafından küresel ısınmayla mücadele bağlamında alınması gereken tedbirlere de değinen Yarbay Özmen, kamuoyuna bilinçlendirme faaliyetlerinin artırılması gerektiğini belirtti. Sınır aşan sular komitesi kurulmalı Çevre ve Orman Bakanlığı'na bağlı kurulun dışında bürokrat, bilim insanı ve uzmanlardan oluşan bağımsız bir ''İklim Değişikliği Takip ve Koordinasyon Komitesi'' kurulması gerektiğini ifade eden Yarbay Özmen, su kaynaklarının daha verimli kullanılması amacıyla ''Sınır Aşan Sular Komitesi'' kurulmasını ve bu komitenin konuyla ilgili bir eylem planı hazırlamasını önerdi. Yarbay Özmen, tarım ve kent yaşamında su tasarrufunu teşvik edici yöntemler için gerekli çalışmaların başlatılması gerektiğini kaydederek, uluslararası toplum ile müşterek hareket edilerek, bu konudaki çalışmalara destek verilmesi ve katılınması gerektiğini söyledi. Sınır aşan sular konusunda ilgili ülkelerle ileride yaşanabilecek ihtilaflar göz önünde bulundurularak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki hidroelektrik ve sulama yatırımlarının en kısa zamanda tamamlanmasının önemine dikkati çeken Yarbay Özmen, kuraklık ve yangına dayanıklı orman alanlarının artırılması, gelecekte artması beklenen doğal afetlerle mücadele için gerekli acil müdahale planlarının yapılması ve alternatif enerji kaynaklarının kullanımına dönük çalışmaların yoğunlaştırılması gerektiğini anlattı. Yaşam alanları ve vatandaşların korunması Yarbay Özmen, Türkiye'nin yaşam alanlarını ve vatandaşlarını korumak için savaşmaya mecbur kalabileceğini belirterek, ''Ulusal güvenlik stratejimizin küresel iklim değişikliğinden kaynaklanan tehdit/risklere karşı önleyici tedbirleri alacak şekilde yeniden gözden geçirilmesi veya değiştirilmesi, bu kapsamda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin iç ve dış güvenlik ile afet, göç harekatına karşı yeteneklerinin geliştirilmesi ve caydırıcılığının artırılmasına yönelik çalışmalara hız verilmesi gerektiği mütalaa edilmektedir'' dedi.
KAYNAK:http://www.lazuri.com/tkvani_ncarepe2/e_bostanci_dere.html Eylem Bostancı

23 Mart 2008 Pazar

İnsan Psikolojisi

Psikoloji, insan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilim dalıdır. Davranışlar,

belirli çevresel koşullar içinde oluşan olaylar olduğuna göre psikoloji, çevre, organizma ve

davranışlar arasındaki etkileşimi inceler.

Etkileşimin ana öğelerinden biri çevredir. Organizmanın alıcı sinir uçlarına etki

edebilen her türlü enerji değişikliğine “Uyarıcı” denir. Kırmızı bir trafik ışığının görülmesi,

çürük bir dişten gelen sızı gibi…

Aynı uyarıcı karşısında farklı bireyler, farklı davranışlar göstermektedir. Eğer

uyarıcılar karşısında farklı bireylerin davranışları hep aynı olsaydı, psikoloji bilimine gerek

kalmazdı. Çünkü uyarıcı bilindiği takdirde davranışın tahmini (ne olacağının bilinmesi) çok

basit bir işlem olurdu. Özellikle konuşmak, düşünmek ve problem çözmek gibi davranışlar

söz konusu olduğunda organizma ile ilgili etmenler, davranışların oluşumuna daha çok

katkıda bulunmaktadır.

İnsan Özellikleri

İnsan biyolojik, toplumsal, kültürel ve psikolojik özelliklere sahiptir. Bu özellikler

insanları diğer canlılardan farklılaştırır.

Çevre

Zaman

Kalıtım

Davranışlar

Beş Duyu

Çevredeki her türlü uyarıcıyı duyu organları sayesinde fark edebiliyoruz. Eğer duyular

olmasaydı bunları başaramaz, yaşamımızı sürdürmede zorluk çekerdik.

Görme: Görmemizi sağlayan duyu organımız gözdür ve gözün uygun

uyarıcısı ışıktır. Işığın az ya da çok olmasına göre göz bebeği büyür ya

da küçülür. Gözde iki tür alıcıya rastlanır. Birincisi, gece görmeye

yarayan çubuklar, ikincisi gündüz görmeye yarayan konilerdir.

Çubukçuk ve konilerdeki ışığa duyarlı renk hücreleri farklıdır. Bu da

insanların hangi renkleri daha kolayca görebileceklerini belirler.

Renkler, konilerdeki renk hücrelerinin farklılığı sayesinde algılanır.

Bireylerin ayrıntıları algılayabilmesindeki duyarlılığa, Görsel

Keskinlik adı verilir. Görsel keskinliği fazla olan kişiler ışık ve

renkteki değişmeleri, nesnelerdeki ayrıntıları daha çabuk fark ederler.

İşitme: İşitme duyu organımız kulaktır. Kulağın uygun uyarıcısı olan

ses, titreşen bir cismin yarattığı hareketlerin bir ortamda iletilmesi sonucu ortaya çıkar. Ses

genellikle hava ya da su dolu bir ortamda kulağa iletilir. Titreşimler, dış kulak aracılığıyla

toplanır.

Koklama: Koku alma duyu organımız burundur. Kimyasal uyarıcılar, koklamada burnun

alıcı hücrelerinin emebileceği gazların içindedir. Birkaç gaz molekülü bile koku duyumunu

uyarmak için yetebilir. Koklama ve tat alma arasında yakın bir ilişki vardır. Burnumuzu ve

gözümüzü kapatarak yediğimiz bir yiyeceği, acı, tatlı, ekşi, tuzlu biçiminde ayırt edebiliriz,

ancak yediğimizin ne olduğunu anlamayız.

Tat alma: Tat alma duyumuzun organı dildir. Dilde bulunan tat tomurcukları, içlerine sızan

kimyasal maddeler yoluyla bu duyumu başlatır. Genel olarak, dilin uç kısmı tatlıya, önyanları

tuzluya, arka-yanları ekşiye ve arka kısmı da acıya duyarlıdır.

KOKLAMA

TAT ALMA

DOKUNMA

İŞİTME

GÖRME

DUYULARIMIZ

Dokunma: Deri bir değil dört ayrı duyunun organıdır. Bunlar, dokunma, sıcak, soğuk ve

ağrı adlarını alır. Derinin bir bölgesi belirli bir duyum için duyarlı iken, başka bir bölgesi

başka bir duyum için duyarlıdır. Yani dokunma, ağrı, sıcak ve soğuk duyumları derinin her

yerinde aynı düzeyde ortaya çıkmaz. Buna da Nokta Duyarlılığı denir.

Düşünme

Bu kitabı okurken düşünmektesiniz, okuduklarınız ile kendi yaşantılarınız ve

bilgileriniz arasında ilişki kurmaktasınız. İnsanlar uyanık oldukları zaman genellikle

düşünürler. Düşünememek zor bir iştir. Herhangi bir işle meşgulken düşüncelerimiz başka

bir konuya kayar. Örneğin, ders dinlerken akşam evde olanlar veya bugün yapmayı

planladığınız işleri düşünüyor olmanız mümkün ve genelde bu herkesin yaşadığı şeylerdir.

Bu durumlara Hayal Kurmak denir. hayal kurmak da bir düşünme biçimidir.

Düşünme; olay ve nesneler yerine onların simgelerini (sembol) kullanarak yapılan

zihinsel bir işlev ve sorunlara çözüm arama yoludur.

Öğrenme

Öğrenme kavramının kapsamı çok geniştir. İnsanlar öğrenmeye, doğduktan hemen

sonra başlayarak önce aileden ve çevreden, okulda öğretmenlerinden, arkadaşlarından,

kitaplardan, deneyimlerinden, kısaca yaşam boyu karşılaştığı herkesten ve her şeyden

etkilenerek davranışlarını değiştirir, geliştirir ve ömürlerinin sonuna kadar devam ederler.

Öğrenme, yaşantısal deneyimler yoluyla davranışlarda değişiklik oluşturma sürecidir.

Farklı bir deyişle öğrenme, yaşantı ürünü, kalıcı izli davranış değişikliğidir.

Zeka

Zekâ, zihinsel becerilerin tümüdür. Zekâda kalıtımın ve çevrenin rolü büyüktür.

Dünyayı anlama, tanıma, değerlendirme konusunda zekâ, bilgileri kazanma gücü olarak

ortaya çıkar. Böylece zekâ, kalıtsal faktörlerden, sinir sistemi ve duyu organlarının biyolojik

yapısından etkilenir.

İyi bir çevrede büyüyen, sevgi ve ilgi gören ailelerin çocuklarının daha zeki olduğu

gözlenmiştir.

Duygu

Duygu ve heyecanlar olmaksızın yaşam çok sıkıcı olurdu. Duygu ve heyecanlar

yaşama renk katar, yaşamın tuzu biberi olurlar. Okula başladığınız ilk günün heyecanını

hatırlayın. Çocukluk günlerinin acı düş kırıklıkları bile hatırlandığında eğlence kaynağı olur.

İnsanlar, iç ve dış dünyadan etkilenir. Bu etkiler onlarda hoşlanma ve acı duyma gibi

iki şekilde ortaya çıkar. Hoşlandığımız şeyi sever, ona yaklaşırız. Hoşlanmadıklarımızdan da

kaçarız, işte bu duruma Duygu denir. Bir başka ifadeyle duygu, duyumların organik ve

ruhsal yaşantıyı etkilemesi anlamındadır.

Duygulanma ise bazı uyarıların ve fizyolojik işlevlerin iç dengeyi ve ruhsal yaşantıyı

olumlu veya olumsuz etkilemesi ve bu etkinin bilinçte anlam kazanmasıdır.

Dikkat

Derste öğretmeni anlayarak dinleyen ve aklından başka bir şey geçirmeyen öğrenci

dikkat halindedir. Televizyonda önemli bir haberi izleyen veya çok sevdiği bir arkadaşından

cep telefonuna gelen mesajı okuyan insan, dikkat halindedir. Bir yemeğin tuzluluk derecesini

veya tadını anlamaya çalışmak, burnumuza gelen kokunun neye ait olduğunu anlamaya

çalışmak, dikkat halidir. Bu ve benzeri şeyleri anlamaya çalışmamak, gereği gibi yapmamak

dikkatsizliktir. Ders anlatan öğretmeni, kendini zorladığı halde dinleyemeyen, aklına gelen

başka şeyleri kafasından atamayan öğrenci dikkatsizdir.

Dikkat; bütün ruhsal faaliyetin ve uyarıcının bir duyumda ve bir davranışta

toplanması, bir yönelmedir. Dikkat, zihin çalışmasının ve duyguların bir uyarıcı üzerinde

toplanması halidir.

Unutma

Öğrendiğimiz her şeyi hatırlayabilseydik ne iyi olurdu. Hepimiz kocaman bir bilgi

deposu olurduk. Ayrıca öğrenme için çok zaman harcamazdık. Çünkü, unuttuklarımızı

yeniden öğrenmek zorunda kalmazdık. Gerçekte, öğrendiklerimizin çoğunu, çok çabuk

unuturuz. Unutma, öğrenmenin tersi olan bir bellek işlevidir. Yani öğrenilenlerin zihinde

yeniden canlandırılamaması olayıdır.

Merak

İnsanların bilmedikleri bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duydukları istektir.

Günlük yaşamda meraklı olmak, bazen olumsuz karşılanır. Sorulmaması daha uygun

olan soruları soran kişiler, olumsuz nitelikteki meraklılardandır. Bu tip kişiler etrafındakileri

rahatsız ederler. Eğer merakımız yeni gelişmeleri, işle ilgili değişiklikleri öğrenmeye yönelik

olursa takdir edilen, istenilen bir davranış sayılır.

Kıskançlık

Kıskançlık; kendinden üstün, başarılı, güzel, mutlu, olanlara katlanamamak diye de

tanımlanabilir. Kıskançlık, olumsuz duygulardan biridir. Ayrıca kıskançlık, düşmanlık ve

kızgınlık duyguları ve kendine güvenmeme ile de yakından ilgilidir.

Gelişme

Gelişme; doğum öncesi dönemden ölüme dek bireylerin yaşamlarında dönem dönem

oluşan değişiklikler biçiminde tanımlanır. Büyüme ve olgunlaşma kavramları ile de

ilişkilidir. Büyüme, bireylerin fiziksel olarak değişmeleridir: Boyun uzaması, kilonun

artması gibi. Olgunlaşma, organların belli bir işlevi yerine getirebilecek hale gelmesidir.

Örneğin; 2-6 yaş arasındaki bir çocuk kendi yemeğini yemeyi, giyinmeyi başarabilir.

Davranışlar

Davranış; insanların gözlenebilir hareketlerini kapsadığı gibi duyguları, tutumları ve

zihinsel süreçleri diğer bir deyişle, doğrudan gözlenemeyen tüm içsel olayları kapsar.

İnsanların; beslenmek, barınmak, acı veya ağrıyı dindirmek, sevmek, sevilmek, takdir

edilmek gibi ihtiyaçları onların davranışlarıyla belirlenir.

Güdüler

Güdü , canlıları belli hedeflere yönelten ihtiyaç, istek ve dürtü gibi davranışlardır.

Örneğin, kişinin susuzluk ihtiyacını gidermek için bir şeyler içmesi, canının sıkıntısını

gidermek için çeşitli işlerle uğraşması, güdüsel davranışlardır.

Güdüsel davranışların bir kısmının fizyolojik ihtiyaçlardan kaynaklandığı, bir

kısmının da sosyal ilişkiler içinde öğrenildiği kabul edilir. Örneğin, organizmadaki su,

oksijen ve kan şekeri oranları, açlık, susuzluk, ısı derecesinin düzenlenmesi gibi güdüsel

durumlar, sinir sistemi ve diğer fizyolojik süreçler tarafından kontrol edilmektedir. Belli bir

işte başarılı olma isteği, para ve toplumsal statü kazanma istekleri fizyolojik değil, öğrenilen

güdülerdir.

Eksiklerin giderilmesi yönünde organizmada beliren güce “Dürtü”, ihtiyacı gidermek

için gösterilen eğilime de “Güdü” denir.

Güdü- dürtü ilişkisi aşağıdaki gibi açıklanabilir.

Değer Yargilari

Toplumsal değerleri doğruluk, namus, başarı, dayanışma olarak kabul edebiliriz.

Değer yargıları, davranışları belirlemede önemli bir etkendir. Sahip olunan değer

yargıları yaşa ve zamana göre değişebilir. Kuşaklar arasında farklılıklar gösterebilir.

Örneğin, lise düzeyinde bir genç kızın ailesi, karşı cinsle arkadaşlık etmesini, gece dışarıya

çıkmasını istemezken, ergenlik çağındaki bir delikanlı için bunlar doğal davranışlar olarak

kabul edilir.

İHTİYAÇ

(Besin

Eksikliği)

DÜRTÜ

(Açlık)

DAVRANIŞ

(Yemek

yeme)

GÜDÜ

(Besin

arama)

Şuur (Bilinç)

Şuur, kişinin olayların ve çevrenin farkında olmasıdır. Kişinin kendi yaptıklarının,

düşündüklerinin, hissettiklerinin neler olduğundan haberdar olmasıyla ilgilidir. Olayları

yaşıyorken, kendisinin bilincinde olan kişi, olaydan nasıl etkilendiğini bilir. Bilinçli kişinin

çevreyle ilişkileri de iyidir. Dolayısıyla başarıları da yüksektir.

“Çok bilinçli insan“ diye adlandırılan kişi, etrafında olup biteni kolaylıkla algılayan,

farkına varan ve gerçekçi olarak değerlendiren kişidir.

Kişilik

Kişilik, insanın toplumsal hayatı içinde edindiği ve onu diğer insanlardan ayırt eden

alışkanlıklar, davranışlardır.

Kişilik tutum, değer, umut, sevgi, nefret, alışkanlık gibi özelliklerden oluşur. Kişilik

kavramı ile karakter kavramı her zaman birbirine karışır. Bu kavramlar birbirinden farklıdır.

Karakter, kişiliğin değerlendirilmesi ile ilgilidir. Bir kişi için “Arkadaş canlısı, dürüst,

sevecen.” derken onun kişiliği değerlendirilmektedir. Fakat aslında karakteri

kastedilmektedir.

Kişiliğin gelişmesinde, kalıtım ve çevrenin etkileşimi de önemlidir.

Yaşamın Yankısı

Bir aile pikniğe gitmişti. Anne öğle yemeği için yanlarında getirdikleri yiyecekleri

hazırlarken baba ve oğlu da ormanda yürüyüşe çıkmaya karar verdiler. Uzun bir tırmanıştan

sonra düzlüğe çıktıklarında çocuğun ayağı bir ağaç köküne takıldı ve yuvarlanarak boşluğa

düştü. Düşerken canı yanan çocuk avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “Ahhh!”

Ayağa kalkmaya çalışırken ileride bir dağın tepesinden “Ahhh!” diye bir ses duydu.

Şaşkınlıkla babasına baktı. Sesin babasından gelmediğini anlayınca merakla bağırdı: “Sen

kimsin?”. Aldığı yanıt “Sen kimsin?” oldu. Çocuk gelen yanıta sinirlenip “Sen bir

korkaksın!” diye bağırdı.

Dağdan gelen ses: “Sen bir korkaksın!” diye yanıt verdi. Çocuk babasına dönüp “Baba

ne oluyor böyle ?” diye sordu.

“Oğlum” diye söze başladı babası “Dinle ve öğren.” . Dağa dönüp “Sana hayranım”

diye bağırdı. Yanıt hemen geldi “Sana hayranım.” Baba tekrar bağırdı:”“ Sen

Muhteşemsin.” Gelen yanıt “Sen muhteşemsin.” oldu.

Çocuk, babasını dikkatle izlemesine karşın ne olduğunu bir türlü anlayamamıştı.

Babası, soran gözlerle bakan oğluna açıklamaya devam etti: “ İnsanlar buna ‘Yankı’ derler

Ama aslında bu yaşamdır’.”.

22 Mart 2008 Cumartesi

YAŞAMAYI ÖĞRENMEK İSTİYORUM.

Bu dünyaya gelmeği ben seçmedim. Ama bu dünyaya geldikten sonra yaşamak zorundayım.

Yaşamım renkli ve güzel olması için. Bütün fedakârlık bana kaldı. Hayat ve yaşam çok kolaydır. Eğer ki yaşamasını bilirsen istediğin ve sevdiğin işini yaparsan. O zaman insan önce kendini tanımalıdır. Kişiler kendini tanıyancıya kadar yaşı yirmiyi bulur. O zamana kadar ona yardım edecek muktedir ellere ihtiyacı vardır. O eller önce ailede başlar ilkokulda Ortaokulda devam eder. Eğer o güzergâhta iyi eller varsa hayatın ve geleceğin aydınlık yollarını görmüş olursun. Benim kendimi tanımam için başkaları beni tanımalıdır. Bana el uzatmalıdır benim yeteneğim ve yaratıcı fonksiyonlarımın bilinmesi gerekir. Kendimi tanırsam fonksiyonlarımı bilirsem daha da geliştirir, topluma ve kendime yararlı kişi olurum.

Ben kendimi arıyorum. Beni gören, beni keşfeden birileri varsa, onları arıyorum. Ben beni tanırsam bende sizleri tanırım. Ben birilerinin sevdiği mesleği değil kendi sevdiğim mesleği yapmak istiyorum. Ben hayalimde ki düşleri yaşamak istiyorum. Hayallerimin peşindeyim.

Yollar engebeli olabilir önemli olan hayallerime giden yollar olsun. Tepelerde de olsa tırmanırım. Yeter ki sizlerin hayalleri değil kendi hayallerim olsun. Yaşamayı öğrenmek ve geleceği görmek ve tatmak istiyorum. Ben iyi ellerde geleceği görmek istiyorum. Çiçekleri koparmayın solarlar. Gençlerde bir çiçektir hayalleriyle güzeldir. Hayallerinizi monte etmeğin solarlar.

Her çiçek kendi dalında güzeldir. Her kişide kendi hayallerinde mutludur. Ben yaşamayı öğrenmek istiyorum hayallerimin yolunda.

ÜSTÜN VE ÖZEL YETENEKLİ ÇOCUKLARIN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

  1. ¨ Zihinsel ve fiziksel yüksek enerji düzeyi ¨ Hızlı öğrenme, üstün kavrama, akılda tutma
  2. ¨ Sorun çözme, güçlüklerle uğraşma isteği ¨ Odaklanabilme, tekdüzelikten hoşlanmama.
  3. ¨ Sürekli gelişme isteği ve sorgulama gücü ¨ Doğru, hızlı ve akıcı konuşma
  4. ¨ Geniş hayal ve imgeleme gücü ¨ Ayrıntıları görebilme
  5. ¨ Çevreleriyle iyi iletişim ¨ Analiz, sentez yetisi
  6. ¨ Gözlem gücü ¨ Entelektüel merak
  7. ¨ Yaratıcı, keşfedici ¨ Lider özellikler
  8. ¨ Bellek gücü ¨ Mizah gücü

Bu özellikler tüm çocuklarda belli ölçüde gözlenebilir.

Üstün yeteneğin göstergesi olabilmesi için bu özelliklerden birçoğunun, çocukta yaş grubunun doğal ölçülerinin üstünde gözleniyor olması gerekir.

Üstün yetenek çeşitli alanlarda, farklı boyutlarda ve farklı derecelerde ortaya çıkabilir.

Sizde; bu özelliklere sahip olduğunu düşündüğünüz kişileri

TEV İNANÇ TÜRKEŞ ÖZEL LİSESİ

yönlendirebilirsiniz.

http://www.tevitol.k12.tr/

19 Mart 2008 Çarşamba

BİZLER VİTA YAĞI ÇOCUKLARIYIZ,

Yıllar su gibi akar , sular akar, akar sonunda denizi bulur yenilenir serpilir bulut olur. Aynı yolları kat etmek için geri döner aynı güzergahı takıp eder. Bizler 1970 gençliği olarak yediğimiz yağlar doğal değildi. Holdinglerin ürettiği vita yağlarıyla kemiklerimiz kaslarımız oluştu. Sular gibi bizlerde yollara düşüp kaynağını aramaya başladık şehirleri doldurduk. Köyümüzde hayvancılık yapılır ama Tereyağı değil sanayi yağları ile tanıştık. Yediğimiz ekmeğimize tereyağı değil vita yağı sürüldü. Yemeğimiz yapılırken tavalara vita yağı konuldu. Ne olduğunu bilmeden bizim gençlik vita yağı ile yapılan bitkisel ürünlerle tanıştırıldı.. Ama 2008 yılında bu yağların bizi beslemeden çok vücudumuzu zehirlediğini düşünüyorum. Doğanın her çeşit çiçeğinin yağlarından oluşmuş tereyağını neden yeterli bulamadık da sanayi ürünleriyle tanıştık. Bir yerde birileri hata yapmış bizlerin haberi olmadan bizleri zorluklara itmiş. Bu hatayı kimler yaptı? Benim çocukluğumu vita yağına kimler mahkum etti ? Hele pişi pişirirken tereyağı nedir adı duyulmaz tavaya vita yağı konulurdu. Bizlerde büyük bir iştahla hangimiz bir pişi fazla yiyeceğiz yarışmaları yapardık.

Bizi bu yönetimlere kimler itti? Ülkenin hiç mi okuyanı bilgi bileni yoktu. Hayatı bize rezil etti. Ama yinede bizler biraz daha şanslıymışız çünkü az da olsa doğal ürünlerden kursağımıza giren olmuş. Şimdi ki gençlik doğallık nedir bilmeden hormonlu yiyeceklerle besleniyorlar. Mezarlıkları dolaşırken dua etmeden önce mezar taşlarını okuyorum. Kişilerin doğum ölüm tarihleri arası % 50 ‘si 40 yaşın altında bu insanlar neden ölmüş, soran yok takdiri ilahi denmiş. Hiç mi mezarlıklara gidilmiyor , hiç mi mezar taşları okunmuyor ? Bu genç yaşlarda bu insanlar neden ölmüşler? Denmemiş ki ülkeyi iyi yönetememişiz insanlara ilaç yiyecek bulmamışız açlıktan ilaçsızlıktan soğuktan ölmüş. Doktor nedir bilmemişler Yiyeceklerinden kısmışız ilacını vermemişiz villalarımızı otomobillerimizi yenilemişiz. Onları da ölüme mahkûm etmişiz. Yurt içi yetmemiş Yurt dışında evlerimizi almışız. Yakında oksijensizlikten ölen insanlarda mezarlıkları dolduracak. Buna biri dur demeden iyi bir yaşam ortam kurmadan mezarlıklarda yer bulamaz olacağız. Adına takdiri ilahi denilecektir. Bizler vita yağından öldüğümüz gibi şimdiki gençlerde hormonlu yiyeceklerden ölecekler.

Hiç olmasa yılda bir seferde olsa çocuklarınızı köyünüze götürün tadımlıkta olsa doğal havadan yiyeceklerden tatsınlar biz beceremedik hiç olmasa onlar kendi geleceklerini akıllı ve mantıklı yaşam seçebilmeleri için yolarını gösterin. Hoşça kalın, sevgi ile kalın.

KOZMİK ENERJİ

İnsan Haklari

İnsan hakları, devlet karşısında her insanın sahip olması gereken özelliklerin tümüdür.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi: İlk yazılı metin 1789 Fransız Devrimi ‘nin yarattığı

İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ‘dir. Bu bildiri, evrensel nitelik taşıdığı için ondan sonra

birçok ülke tarafından benimsenerek, başka anayasalara da esas olmuştur. Daha sonra bu

bildiri yetersiz kalmış ve Birleşmiş Milletler örgütünde ele alınarak bir İnsan Hakları

Bildirisi hazırlanıp yayınlanmıştır. (10 Aralık 1948). Türkiye de, 1961 Anayasası’nda bu

hakların tümüne yer verilmiştir. Anayasamızın 14 - 34’üncü maddelerinde Türklerin kişisel

hakları ve özgürlükleri, 35-34’üncü maddelerinde sosyal ve İktisadi hakları gösterilmiş ve

haklar böylece anayasal güvence altına alınmıştır.

Kişinin yasal, maddi, manevi ve kişilik hakları şunlardır;

Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana

sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.

Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal ve sosyal

köken, mülkiyet gibi başka bir ayrım gözetmeksizin bütün hak ve özgürlüklerden

yararlanabilir.

Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.

Herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır. Yasalar

önünde herkes eşittir.

Kimsenin, özel yaşamına, ailesine, konutuna ya da haberleşmesine keyfi olarak

karışılamaz, şerefine ve adına saldırılamaz.

Herkesin;

* Bir devlet topraklarında serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır.

* Yetişkin her kadının ve erkeğin istediği kişi ile evlenme ve aile kurma hakkı

vardır.

* Mülkiyet hakkı vardır, kimse keyfi olarak mülkiyetten yoksun bırakılamaz.

* Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü vardır.

* Dernek kurma ve derneğe üye olma, sendika kurma, üye olma (silahsız ve

saldırısız toplanma koşulu ile) hakkı vardır.

* Seçme ve seçilme hakkı vardır. Kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanabilir.

* Çalışma, işini seçme, sosyal güvenlik, eşit iş için eşit ücret hakkı vardır.

* Herkes eğitim hakkına sahiptir, istediği dalda eğitim alabilir.

* Sağlık ve tıbbi bakım hakkına sahiptir

14 Mart 2008 Cuma

Toplumda Dikkat Edilmesi Gereken Görgü Kuralları

Giyinme Konusunda Dikkat Edilmesi Gereken Kurallar

Giyinmek, insanları aşırı sıcak ve aşırı soğuktan korur. Temiz,

özenli giyim, pek çok kişi tarafından takdir görür. Giyim sadece

gereksinim değil, zevk işidir.

Giyimde dikkat edilmesi gereken kuralların bazılar şunlardır:

Kadın ve erkek kendisine uygun kıyafetleri seçmelidir.

Kıyafet seçerken kişinin yaşı, fiziki yapısı, cinsiyeti, mesleği gibi

Hususlar göz önünde bulundurulmalıdır.

Giyilen elbise ile kullanılan aksesuarlar ve renk uyumu, dikkate

Alınmalıdır.

Boyasız ayakkabı, ütüsüz ve sökük kıyafetler giyilmemelidir.

İş yerlerinde;sade giyinmeye özen göstermek, aşırıya kaçmadan kendine yakışanı

bulup giymek, kişisel bir tarz oluşturmak daha kişilikli bir giyim biçimidir.

Resmi toplantılarda koyu renk elbiseleri tercih etmek, toplantının yerini, zamanını ve

özelliğini dikkate almak gerekir.

Karşılaşma, Selamlaşma, El Sıkışma Konularında Uyulması Gereken Kurallar

İnsanların birbirine selam vermeleri, insan

ilişkileri açısından son derece önemlidir. Birbirini

tanıyan insanlar, karşılaştıklarında birbirlerini

selamlarlar. İş yerine, okula, arkadaş toplantısına

gelenler kendilerinden önce gelenlere selam verirler.

Selamlaşmada günün saatine göre iyi dilekler belirtilir.

Ayrıca, kişilerin ilgilerini, sevgilerini, saygılarını

göstermeleri açısından selamlaşma güzel bir

başlangıçtır.

Karşılaşma, selamlaşma ve el sıkışmada uyulması gereken kurallar şunlardır:

Selamlama sırasında abartılmış konuşma ve davranışlardan kaçınılmalıdır.

Toplantı veya davetlerde önce evin hanımı, sonra diğer kişiler selamlanmalıdır.

El sıkışmada, üst makamda bulunanların veya yaşlıların önce el uzatmaları gerekir.

Gerek ilk tanışma ve gerekse selamlaşmada bayan, elini uzatmadıkça erkeğin elini

uzatmaması gerekir.

Selamlaşma, baş eğilerek, el kaldırılarak, şapka çıkarılarak olduğu gibi sözle de olur.

“Günaydın”, “İyi akşamlar”, “İyi günler” gibi.

Selamlanan kişinin yanında bulananlar, selam vereni tanımasalar bile, selamlanan kişi ile

birlikte selam almaları bir nezaket kuralıdır.

Tanışma ve Tanıştırılmada Dikkat Edilmesi Gereken Kurallar

İnsan ilişkileri tanışma veya tanıştırma ile başlar. Tanışma ve tanıştırmanın sosyal

hayatta önemli bir yeri vardır.

Kişi ve gruplar birbirlerine takdim edilerek tanıştırılırlar. Takdim sırasında erkek

bayana, küçük büyüğe, ast üste, memur amire, kızlar yaşlı bayan ve baylara, tek kişi gruba

takdim edilir. Tanıştırılan kişi, tanıştırıldığı kişinin el uzatmasını beklemelidir.

Bir yabancı ile tanışmak gerekiyorsa, ona önce kendimizi tanıtmalıyız. Sonra ne

amaçla görüşmek istediğimizi ifade etmeliyiz.

Hitap Etmede Uyulması Gereken Kurallar

Sosyal ilişkilerde bireyler, kişilere bulundukları statüye göre hitap biçimlerini

belirlerler. Eğer, bireyler arkadaşlarsa ve yaşıtlarsa, birbirlerine adlarıyla ve “Sen” diye hitap

edebilirler. Akrabalar ya da çok sık görülen büyüklerle senli benli ilişki kurulabilir. Bu

ilişkilerde ise insanlar birbirlerinin yaşlarına, statülerine göre “anne, baba, abla, ağabey,

teyze, amca” şeklinde seslenebilirler. Daha çok resmi kuruma dayalı olan ilişkilerde, okulda,

iş yerinde, “Siz” diye hitap etmek gerekir. Ayrıca unvanlarına göre de hitap etmek gerekir:

“Öğretmenim, Müdür Bey, Savcı Bey” gibi.

Hitap etme sırasında, konuşurken el ve kolun aşırı sallanması, bağırarak konuşulması,

argo sözcüklere yer verilmesi doğru değildir.

Telefon Konuşmalarında Uyulması Gereken Kurallar

Telefon konuşması belli bir eğitimi ve

beceriyi gerektirir. Telefonla konuşurken uyulması

gereken kurallar şunlardır:

Telefon eden, karşıdaki kişiye kendini tanıtmalı,

görüşeceği kişinin adını vermeli,

Yanlış numarayı çevirme halinde özür dilenmeli ,,

Ölçülü ve nazik bir dil kullanarak uygun bir ses

tonu ile konuşulmalı,

Sekreter aracılığı ile yapılan telefon görüşmelerinde

astın telefonu üst makamda olana bağlanmalı,

Amir, bayan ve büyükle telefonla görüşmek gerektiğinde bunlar bekletilmemeli, konuşma

sonunda telefonu kapatmaları beklenmeli,

Sabah 10.00’ dan önce ve akşam saat 22.00’ den sonra telefon etmemeye özen gösterilmeli

Telefonlar gereksiz yere uzun süre meşgul edilmemeli

Cep telefonları uygun olmayan yer ve zamanlarda (sinema, tiyatro, toplantı vb.) kapalı

tutulmalı

Görüşmenin bitiminden sonra ahizeyi sertçe kapatmanın karşı tarafa hakaret olduğu

bilinmelidir.

Gelenek ve Görenekler (Örf ve Adetler)

Toplumda, uzun zaman boyunca oluşmuş ve uyulması zorunlu sayılan ortak

davranışlara “Gelenek ve Görenekler“ adı verilir. Töre kavramı, gelenek ve göreneklerin

tamamını anlatmak için kullanılır.

İnsan, başkalarıyla olan ilişkilerini ve davranışlarını toplumun geleneklerini dikkate

alarak düzenlemek zorundadır. Aksi halde, topluma uyum sağlamada sorunlarla karşılaşılır.

Örneğin, Türklerde anneye, babaya, büyüklere karşı saygılı olmak bir gelenektir. Dil, din ve

aile gibi değerlere geleneksel olarak saygı gösterilir.

Gelenek ve göreneklerin kökeninde toplumsal değerler yatmaktadır. Toplumsal

değerler, bireylerin düşünce, tutum, davranış ve yapıtlarında ölçüt olarak ortaya çıkar.

Zamanla bu değerler, bireysel ve toplumsal yaşamın düzenini sağlamak için norm ve törelere

dönüşür.

Gelenek ve Göreneklere Uymanın Sağladığı Faydalar

Bireyler, kendiliklerinden örf ve adetlere uyarlar. Bu alandaki sapmalar bazen toplum,

bazen de birey tarafından engellenir. Başka bir deyişle, kuralın yaptırımını bizzat birey

uygulayabilir. Bu durum, doğal olarak bireyin kuralla bütünleşme, onu kendine mal etme

düzeyine bağlıdır. Bazı örf ve adetler, zorlayıcı yanlarıyla hukuk kurallarına dönüşür.

Gelenek ve görenekler, nerede, nasıl davranılacağını belirler. O nedenle ilişkileri

kolaylaştırır.

Sosyal Yönden Faydaları

Toplumlardaki sosyal ilişkileri belirlemede ve kolaylaştırmada gelenek ve

göreneklerin rolü oldukça büyüktür.

Gelenek ve görenekler, aile içi ilişkileri de belirler. Ailenin nasıl kurulacağı ile ilgili

kuralları koyar. Evde kadın, erkek ve çocuklardan beklenilen davranışları belirler.

Öğretmene, yaşlılara, komşulara davranma biçimlerini, doğum ve ölüm karşısındaki

davranışları belirler, sosyal yaşamı kolaylaştırır. Örneğin, ölüm anında yakınların ve

komşuların yemek getirmesi, işlere yardım etmesi bir yardımlaşmadır.